Kültür-Sanat |
2 bin 522 yıllık ‘köprü’ hikâyesi |
İSTANBUL Boğazı’na ilk köprü, Pers kralı 1. Dareios’un İskit seferi sırasında Samoslu mimar Mandroklees tarafından MÖ 512 yılında inşa edildi. Gemilerin birbirlerine demir kıskaçlarla çengellenmesiyle oluşturulan köprü, tarihte ilk defa iki kıt'ayı birbirine bağladı. Pers Kralı 1. Dareios, İskitlere karşı planladığı seferi için son hazırlıklarını tamamladı ve MÖ 512 yılının baharında ordusunun başında kraliyet şehri Susa’dan yola çıktı. İstanbul Boğazı kenarındaki Kalkhedon’a (Kadıköy) gelen Pers Kralı, oradan gemiye binerek Kyaneai Adaları’na doğru yelken açtı. Boğaz üzerinde Karadeniz’in girişindeki yüksek bir burnun ucuna oturan kral, buradan bilinen bütün denizlerin en şaşırtıcısı olan Karadeniz’in görülmeye değer doyulmaz güzelliklerini seyre daldı. Pers Kralı, tekrar gemiye binerek Samoslu mimar Mandroklees tarafından gemilerin yan yana getirilmesiyle oluşturulan İstanbul Boğazı’ndaki köprüye doğru yol aldı. Üzerinde, kalıcı bir köprünün kurulmasına izin vermeyecek derecede derin ve geniş olan İstanbul Boğazı’nda ayrıca Karadeniz’den Marmara istikametine doğru üst akıntı köprü yapımını zorlaştırıyordu. Bu bakımdan Mandroklees, daha sonradan Persler, Helenler ve Romalılar tarafından tecrübe edilen bir teknik kullanarak tarihte ilk defa iki kıt'ayı birbirine bağlayan bir köprü oluşturdu. Bu sisteme göre gemiler önce komut verilir verilmez akıntıda yüzmeye bırakılırdı. Böylelikle akıntı onları tabiî olarak aşağıya doğru sürüklerken, bir kürekli tekne de onları köprünün kurulması planlanan yere yönlendirirdi. Gemiler bir kıyıdan karşı kıyıya kadar belli aralıklarla dizilir dizilmez, çapalarının yanı sıra kabataşlarla doldurulmuş piramit şeklindeki sepetleri akıntıya karşı tutunmalarını sağlamak için suya indirirlerdi. Bu şekilde gemilerin burunları Karadeniz ile dik açı yapacak biçimde konumlandırılacağı için boğazın akıntısına paralel düşer ve akıntı dolayısıyla gemileri birbirine bağlayan halatlara binen yükü azaltırdı. Böylesine derin ve geniş su kütleleri üzerinde gemiler ayrıca birbirlerine demir kıskaçlarla çengelleniyordu. Ayrıca boğazda işleyen küçük teknelerin geçişi için köprüde aralıklar bırakılıyordu. Bütün bunlar tamamlandıktan sonra gemileri birbirine bağlayan halatları karadan ağaç burgular ve çıkrıklar kullanarak gererlerdi. Söz konusu halatlar, keten, kenevir lifleriyle papirüslerden yapılırdı. Bu şekilde köprünün çatısı oluşturulduktan sonra köprünün eni boyunca kalın kalaslar kesilirdi. Bunlar teknelerin üzerlerine uzunlamasına peş peşe dizilirdi. Ardından enlemesine tahtalarla bunlar birbirine tutturulurdu. Gemilerin aralarında çarpışmaması ve gemiden gemiye geçiş sağlayacak kalasların desteklenmesi için bağlayıcı ve sabitleştirici çapraz kirişler konurdu. Aynı süreç, köprüyü tamamlamak için gerekli olduğu sayıda gemiden gemiye yenilenirdi. Bunların üzerine yine tahtadan bir batan döşenir ve üzerine bir kat toprak atılırdı. En son olarak da köprünün her iki yanına, yan duvar işlevi görmesi için merdivenler çakılırdı. Bu korkuluklar, bir yandan atlar ve yük hayvanları açısından geçişi güvenli kılarken, diğer yandan da yapıyı daha da güçlendirirdi. MİMARA ÜCRETİNİN 10 KATI PARA PERS Kralı Dareios, köprüyü tetkik ettikten sonra hayranlık uyandırıcı bir işi böylesine kısa bir sürede başardığı için Samoslu mimar Mandroklees’e ücretinin 10 katını verdi. Mandroklees de bu bağışla, köprüye bakılarak yapılacak bir resim için ödül koydu. Tabloda, şeref koltuğunda oturan Dareios’un, boğaz üzerinde gemilerin bir araya getirilmesiyle inşa edilen köprü üzerinden Asya’dan Avrupa kıt'asına geçen Pers ordusunu seyredişi resmedildi. Mandroklees, tablo üzerine ‘’Mandroklees, balığı bol Bosporos’ta bir köprü inşa etti/Yaptığı bu işin hatırasını tanrıça Hera’ya sungu olarak ayırdı/Kral Dareios’un planını başarıyla yerine getirerek/Hem kendi onur tacı elde etti, hem de Samoslular’ın ününü arttırdı’’ dizelerini yazdıktan sonra adak olarak Hera Tapınağı’nın duvarına astırdı. Dareios, Mandroklees’i mükâfatlandırdıktan sonra MÖ 512 yılında 740 metre genişliğindeki köprüden Avrupa’ya geçti. Daha sonra boğaz üzerindeki köprüyü oluşturan gemiler ayrıldı. Böylelikle Pers donanması, çeşitli filolar halinde Byzantion, Kalkhedon limanları ile İstanbul Boğazı kıyılarında demir attı. |
21.11.2010 |
SON 2 USTA |
MERSİN’İN Mut ilçesinde kaybolmaya yüz tutan meslekler arasındaki çömlekçiliğin ve semerciliğin şehirdeki son 2 ustası, gelişen çağa ve teknolojiye direnmeye devam ediyor. Anadolu’da bir zamanların gözde meslekleri birer birer yok olmaya başlarken, Mut’ta da yüzyıllardır süregelen semercilik mesleği adeta tarihe karışıyor. Şehirde, 20 yıl öncesine kadar sayıları 15 olan semercilerden şimdilerde sadece Şahin İnce, mesleğini devam ettiriyor. Motorlu taşıtların olmadığı, ulaşım ve yük taşımacılığının eşek ve katırlarla yapıldığı dönemlerde oldukça ihtiyaç duyulan semercilik mesleği, teknolojinin gelişmesiyle, bir çok meslekte olduğu gibi ustalarını kaybetmeye başladı. Motorlu taşıt sayısının artması ve köyden şehire göçün yoğunlaşması sonucu, semerciler bir bir kapanırken, ilçede mesleğinin son temsilci Şahin İnce (70), Kale Mahallesi İç Çarşı’daki küçük dükkânda, mesleği sürdürmeye çalışıyor. 7 yaşından itibaren semer yaptığını ifade eden İnce, şunları kaydetti: ‘’Ben başladığım zamanlarda 15 tane dükkân vardı. Bugün sadece ben kaldım. Eskiden işler çok güzeldi. Her ustanın yanında 3-4 çırak, kalfa çalışırdı. O zamanlar ustalara saygı gösterilirdi, ustalık değerliydi, ustaların eline ağzına bakılırdı, başköşeye oturtulurdu. Ustalar da usta gibi davranırdı. Yine o günlerde esnaflar içinde bir kaynaşma, bir dayanışma vardı. Şimdi böyle mi? Bir çok alanda olduğu gibi semercilik de artık sadece tarihî bir unsur olarak hatırlayacağımız bir meslek kolu haline gelmeye başladı.’’
ÇÖMLEKÇİLİK İlçede, yok olmaya yüz tutmuş bir diğer meslek grubunu ise çömlekçilik oluşturuyor. Meydan Mahallesi’nde 62 yıldır çömlek yapan Rüştü Gezer, çömlekçiliğin bitmesinden korktuğunu söylüyor. Gezer, baba mesleği olan çömlekçiliğe 8 yaşında başladığını, şu anda Doğu Akdeniz Bölgesindeki tek çömlek ustası olduğunu söyledi. Eskiden, çömlekten yapılan kapların mutfaklarda, günlük hayatta kullanıldığını vurgulayan Gezer, artık yaptığı çömlekleri çiçekçilerin saksı amaçlı aldığını söyledi. Geçimini, kilden yaptığı çömleklerle sağladığını belirten Gezer, çömleğe olan talebin eskisi kadar olmadığını ve mesleğinin yavaş yavaş ortadan kaybolduğunu ifade ederek, ‘’Ben ölürsem ilçede bu mesleği yapacak kimse kalmayacak. Şu ana kadar bu işi merak edip benden öğrenmek isteyen kimse de gelmedi’’ dedi. |
21.11.2010 |
Boğaziçi’nde kitap fuarı var! |
17-22 Aralık 2010 tarihlerinde İstanbul Kongre Merkezi Harbiye’de gerçekleştirilecek olan Boğaziçi Kitap Fuarı, her yıl bir konuk ülke ağırlayacak ve her yıl konuk ülke ile Türkiye arasında köprü oluşturacak bir temaya sahip olacak. Fuar, on beş milyona yaklaşan nüfusuyla enerjik bir metropol olan İstanbul’un merkezinde şehre yaygın bir kültürel atmosfer meydana getirmek amacıyla, değişen iletişim araçlarının toplum hayatında oluşturduğu değişiklikler göz önünde bulundurularak tasarlandı. 2010 yılının Türkiye’de Japonya Yılı olması dolayısıyla bu yıl kitap fuarı Japonya’yı konuk ülke olarak ağırlayacak ve fuar programında Japon edebiyatını, kültürünü ve san'atını tanıtıcı pek çok faaliyete yer verilecek. Japonya ve Türkiye’nin sosyal, politik, ve tarihi zenginliklerindeki ortak paydaları düşünülerek fuarın teması “Gelenek ve Gelecek” olarak belirlendi. Bu kapsamda edebiyatın en geleneksel formu masallar mercek altına alınıp “Çocuk ve Masallar” projesi gerçekleştirilecek. Binbir Gece Masalları Konferansı düzenlenecek, sahaflara ve internet ortamındaki kitapevlerine yer verilecek. Değişen kütüphanecilik anlayışı, e-kaynaklar, e-yayıncılık ve digital arşivleme konuları ise enine boyuna tartışılacak. Yayınevlerinin ve sivil toplum kuruluşlarının katkılarıyla pek çok yazar, çevirmen, editör ve okuru bir araya toplayacak olan Boğaziçi Kitap Fuarı, önümüzdeki yıllarda içinde bulunduğumuz coğrafi bölgenin ülkelerine hizmet veren ve bu sayede yayıncılık sektörünün her anlamda gelişmesine katkıda bulunan bir kültürel platform oluşturmak amacıyla yola çıktı. Öte yandan, 2011 yılında 15-21 Eylül tarihleri arasında yapılanacak olan Boğaziçi Kitap Fuarı’nın, konuk ülkesi Almanya ve teması “Göç” olacak.
İstanbul / Recep Bozdağ |
21.11.2010 |