Aile-Sağlık |
Tedavi edilmeyen alerji, astıma sebep olabiliyor “Tabiî çok iyi ve modern ilâç tedavileri vardır, ama ilâçlar astım bulgularını ortadan kaldırsa bile, alerjenlerden kaçınılmazsa alerjik reaktivite alttan alta giderek artabilir” diyen Dr. Göktan, “Temizlik, alerjenlerden arınma yöntemleri ve ilâçlara rağmen bu şikâyetler devam edebilir. ALERJENLERDEN KAÇILMAZSA.. Böyle durumlarda alerjen İmmünoterapi’den (alerji aşısı) söz edilebilir, ama alerji aşısına, astım başlamadan veya yerleşip, kronikleşmeden başlamak gerekir. Çünkü astım bir kez yerleşti mi alerji aşısı, astımı tedavi etmez, edemez. Aynı şekilde yiyecek alerjileri de alerji aşısı ile tedavi edilemez. Ailelerinde alerji hikâyesi bulunan kişilerin erken tanı ve tedavi için doktorları ile konuşması ve ne gibi bir yol izlemeleri gerektiğini öğrenmeleri tavsiye edilir” şeklinde konuştu.
Amerıkan Hastanesi Alerji İmmünoloji Bölümü Doç. Dr. Jale Göktan, “Alerji, çevredeki “alerjen” dediğimiz maddelere karşı aşırı duyarlılık göstererek gelişen hastalıklar grubudur. Bu alerjenler, normalde genetik olarak alerjiye yatkınlığı olmayan kişilerde hastalığa yani aşırı duyarlılığa sebep olmaz” dedi. Doç. Dr. Jale Göktan, alerjinin gelişebilmesi için genetik yatkınlık olması gerektiğine dikkat çekerek, “Özünde hastalık, immün sistemin (bağışıklık sisteminin) alerjik cevap biçiminde gelişmesine sebep olan IGE dediğimiz antikorları yapmasıyla başlar. Alerjik kişinin maruz kaldığı alerjenler, dolaşımda ve dokularda bulunan bu IGE antikorları ile özel alerji hücrelerinin yüzeyinde birleşerek hastalık tablosunu belirleyen moleküllerin (maddecik) açığa çıkmasına sebep olurlar. Histamin ve Lokotrien vb. gibi alerjideki en göze çarpan belirtiler ise hapşırık, burun tıkanıklığı, nefes darlığı, hırıltılı ve hışırtılı solunum, kaşıntı, deri döküntüleri ve/veya egzama, ishal, kusma olarak sıralanabilir” diye konuştu. Her bir alerjene özgün IGE vardır ve bu özgün IGE’ler gerek kan testleri, gerek deri testleri ile belirlenebileceğini ve hastanın hangi alerjene aşırı duyarlı olduğunun belirlenebileceğini kaydeden Dr. Göktan şunları şöyledi: “Buna karşın hiçbir zaman IGE özgün antikor saptanamayan durumlar olabilir. Yapılan çalışmalar geç ve gecikmiş tip aşırı reaksiyon dediğimiz mekanizmalarla da aşırı duyarlılıklar olabildiğini göstermiştir. İyi bir öykü alımı ile anlaşılmaya çalışılır. Bazen de akademik düzeyde araştırma gerekebilir. Bebeklik çağında en sık gördüğümüz alerji, yiyeceklerle olur (süt, yumurta, soya vb. gibi). Klinik belirtiler çok farklı olabilir. Alerjik egzama veya “Atopik Dermatit”; kusmalar, ishaller, öksürük, hırıltılı solunum, nefes darlığı, astım gibi. Kimi bebeklerde bu belirtilerin biri ya da öteki olabildiği gibi, kimilerinde ise birden fazla belirti ve bulgu gelişebilir. Hastalarda yiyecek alerjileriyle, hafif kaşıntı, deri döküntüsü varken, özgün IGE düzeyleri arttıkça astıma kadar gelişen klinik tablolar ortaya çıkar. Erken bebeklik çağında en sık süt alerjisi görülür. Bebeğin diyetinden süt ve süt ürünlerinin kaldırılmasıyla, bu bebeğin süt proteinine maruz kalması önlenir. Böylece bebeğin daha fazla süt özgün IGE yapması azalır. Yoksa yüksek IGE düzeylerine paralel olarak ciddi Atopik Dermatit ve/veya Astıma kadar varan klinik tablolar ortaya çıkar.”
AKARLARA DİKKAT! Bebeklik ve erken çocukluk çağlarında hava yolu ile gelen alerjenlerden en sık hastalığa sebep olanlar ev tozu akarları (minik bitcikler), küf mantarları, evcil hayvanların tüyleri ve salgılarındaki alerjik moleküller olduğunu kaydeden Dr. Göktan, “Bu alerjenlere karşı da gelişen aşırı duyarlılık sonucu, önceleri hafif burun akıntısı, hapşırık ve/veya göz kaşıntıları ile başlayan klinik belirtiler, erken tanı konulup tedbir alınmadığı durumlarda ilerleyerek astıma kadar varabilir” dedi. Dr. Göktan sözlerini şöyle sürdürdü: “Yiyecek ve ev tozu akarları ve evcil hayvanlar gibi alerjenler, yıl boyunca hastalığı tetikler. Üç yaş ve daha büyük çocuklarda ve erişkinlerde, yukarıda sözü geçen alerjenlere ‘polen”’ dediğimiz, bitkilerin döllenmek için salgıladıkları tohumcuklar da eklenir ve mevsimsel yakınmalarda artma olur. Mevsimsel ‘polen’ alerjenlerine karşı aşırı duyarlılıklar yıllar geçtikçe giderek artar ve örneğin her ilkbahar, yaz ya da sonbaharda (ya da her iki mevsimde de) çeşitli bitki polenlerine karşı aşırı duyarlılık belirti ve bulgularının şiddetinde artma olur. IGE düzeyleri arttıkça mevsimsel astım ihtimali artar. Bazen de hastada genetik olarak alerjiye yatkınlık vardır, ama alerjik belirti ve bulgular pek belirgin değildir. Buna rağmen bu tip hastalar viral enfeksiyonlar, sinüzit, hava kirlilikleri, sigara dumanı gibi ikincil faktörlere maruz kaldıkları zaman şiddetli astım krizleri yaşayabilirler. Bu sebeple, genetik olarak alerjiye yatkın çocukları ve erişkinleri yakından izlemek ve daha belirtiler başlamadan ya da belirtilerin en erken döneminde önlemlerin alınmasını sağlamak gerekir. ALINACAK TEDBİRLER Ev içi alerjenlerin de ortadan kaldırılmasına yönelik temizlik yöntemleri uygulamalıdır. Kedi–köpeğe alerjisi olanlar, evlerinde hayvan beslememelidir Ev tozu akarları için de benzer tedbirler geçerlidir. Özellikle yatak odalarındaki akarlardan kurtulma yöntemleri uygulanmalıdır. Eşyalar özel temizlik maddeleriyle temizlenmeli, yastık–yorgan ve yataklar özel alerjen koruyucu kılıflarla kaplanmalıdır. Bütün bunlar ilk bakışta “uç” tedbirler gibi görünse de astıma ilerleyişin önlenmesi açısından çok önemlidir. Çünkü alerjenlere maruz kalmayı önlemekle, özgün IGE yapımı durdurulur veya yavaşlatılır. Böylece aşırı duyarlılık hali de azaltılabilir.
İstanbul / Recep Bozdağ |
29.10.2010 |
Sedef hastaları dışlanıyor mu? İstanbul Üniversitesi (İÜ) İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi ve Ulusal Psoriyazis Destek ve Dayanışma Derneği Başkanı Prof. Dr. Güzin Özarmağan, Türkiye’de nüfusun yüzde 2’sinde sedef hastalığı görüldüğüne dikkati çekerek, ‘’Sedef, bulaşıcı bir hastalık değil, ama sedef hastaları toplumdan dışlanıyorlar’’ dedi. Özarmağan, ‘’29 Ekim Dünya Psoriasis (Sedef Hastalığı) Günü’’ dolayısıyla, sedefin sadece bir deri hastalığı değil, bağışıklık sistemini etkileyen bir hastalık olduğunu dile getirdi. Sedefte, hastalığın bulunduğu bölgede kızarıklık ve üzerinde de pullanma meydana geldiğini ifade eden Özarmağan, hastalığın beraberinde eklem tutulumu da (psöriatik artrit) getirebildiğini söyledi. Prof. Dr. Özarmağan, sedefin, her yaşta ortaya çıkabilen bir hastalık olduğunu belirterek, dünya nüfusunun yüzde 1-2’sinde bulunan hastalığın, en çok İskandinav ülkelerinde görüldüğünü belirtti. ‘’Türkiye’de nüfusun yüzde 2’sinde sedef hastalığı görülüyor’’ diyen Özarmağan, poligenetik (birden çok gen) bir hastalık olan sedefi, ailenin bir ferdinde varsa yakınlarında yüzde 25 oranında görülebildiğini ifade etti. Özarmağan, sedefi tetikleyen faktörlerin, çocukluk yaşlarında geçirilen enfeksiyonlar, aşılanmalar ve stres faktörünün olabildiğini belirterek, hastalığın kadın ve erkeklerde aynı sıklıkta görülmesine rağmen kadınlarda daha erken yaşta başladığını dile getirdi. Sedefin, kronik bir hastalık olduğunu ve hastaların yüzde 75’inde ılımlı seyrettiğini ifade eden Özarmağan, hastalığın şiddetine göre ilaç ve merhem tedavisinin yanı sıra sistemik ve fototerapi tedavisi de uygulandığını anlattı. |
29.10.2010 |
BULAŞICI DEĞİL Özarmağan, tedavi ile belirtilerin silindiğini, ama hastalığın çıkışının engellenemediğini belirterek, sedefin tekrarlayan bir hastalık olduğunu söyledi. Sedef hastalarının, sosyal hayatta çektiği sorunlara da işaret eden Özarmağan, ellerinde, kafa derilerinde kızarıklıklar ve pul pul dökülen kepeklenmeler nedeniyle işlerinden olan sedef hastalarının bulunduğunu dile getirdi. Prof. Dr. Güzin Özarmağan, hastalığın kişilerin işini, ailesini hatta tatillerini bile etkilediğini anlatarak, ‘’Güneş iyi gelsin diye deniz kenarına gitmesini söylediğimiz hastalar, ‘Ben gidemiyorum ki beni görünce herkes uzaklaşıyor’ diyorlar. Sedef bulaşıcı bir hastalık değil, ama sedef hastaları toplumdan dışlanıyorlar. Toplum bu hastalığı bilmiyor. Toplumun bu hastalığa karşı bilinçlenmesi gerekiyor’’ dedi. |
29.10.2010 |
Gribe karşı adaçayı gargara Kış mevsiminde insanlar, ağız ve boğazda görülen iltihapların tedavisinde birçok yola başvurur. Ancak tabiatta bulunan birçok bitki hastalıkların tedavisinde destek olabilmektedir. Bu yararlı bitkilerden biri de Adaçayı’dır. Özellikle bitkinin içerdiği uçucu bileşenlerin ağız ve boğazda enfeksiyon ve iltihaplarda (farenjit, jinjivit gibi) yararlı olduğu bilinmektedir. Konuyla ilgili olarak, Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi ve Fitoterapi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erdem Yeşilada, Almanya’da yapılan bir bilimsel klinik çalışmada, boğaz ağrısı (akut viral farenjit) şikâyetiyle hastaneye başvuran 286 kişiye üç gün süre ile gargara olarak adaçayı spreyi uygulandığını ve hastalarda boğaz ağrısı şikayetinde azalmanın görüldüğünü belirtti. Yeşilada, çok yeni yayımlanan bir diğer klinik çalışmada ise, adaçayı bu defa ekinezya ile birlikte gargara şeklinde uygulandığında dezenfektan gargaradan daha etkili olduğu gösterildiğini sözlerine ekleyerek şunları söyledi: “İsviçre’de hastanelere son üç gün içerisinde boğaz ağrısı şikâyeti ile hastaneye başvuran 155 gönüllü üzerinde yürütülen bu çalışmada, bileşiminde ekinezya ve adaçayı içeren gargaranın beş gün süreyle günde 10 defa kullanılması ile üçüncü günden başlayarak etkili olduğu gözlenmiş. Deneyde paralel olarak bir başka grup hastada yürütülen çalışmada iki saat arayla ağza sıkılan bir dezenfektan çözeltisinden daha yüksek etki bulunmuş. Bu bence çok dikkat çekici bir sonuç. Çünkü kuvvetli dezenfektan özelliğini bildiğimiz ve bazı yan etkileri bulunduğunu bile bile kullanmak zorunda kaldığımız klorhekzidinden bile daha etkili.”
ÜLKEMİZDE VAR MI? Ülkemizde henüz gargara şeklinde hazırlanmış bir ürün bulunmadığını kaydeden Prof. Dr. Erdem Yeşilada, bunu nasıl hazırlanacağını şöyle anlattı: “Bu durumda sizin hazırlamanız mümkün. Tıbbî adaçayı olduğunu bildiğimiz kalitesine güvenilir adaçayını satın alıp (poşet ise 2-3 adedini) kapaklı bir büyük fincana (150 ml) koyun. Taze kaynatılmış içme suyunu yaklaşık 80 dereceye gelinceye kadar bekletin ve bardağa dökün. Kapağını kapatıp 5-10 dakika bekletin. Boğazınızın dayanabileceği bir sıcaklığa gelince, şeker ilave etmeden ağzınıza alıp gargara yapabilirsiniz. Günde 6-9 defa bu çay ile gargara yapın. Çayı her gün taze olarak hazırlamak gerekiyor. Bu karışım biraz yoğun olduğundan çay olarak içmenizi önermem. Bu tedavi sırasında günde bir kaç defa normal şekilde hazırlanmış adaçayı içilmesi de daha başarılı bir sonuç için yararlı olacaktır. |
29.10.2010 |