Basından Seçmeler |
Öğrencime dokunma! Bahçeşehir Üniversitesi eski Rektörü Deniz Ülke Arıboğan, dünkü Akşam gazetesinde yayınlanan yazısında kanunsuz başörtüsü yasağının insanî yönden sorgulanması gerektiğine dikkat çekerek; “Bugüne kadar bu sorunu çözememiş olmamızın hepimiz adına büyük bir ayıp olduğunu vurguladıktan sonra, yıllardır söylediğim bir sözü bir kez daha tekrarlamak istiyorum: ‘Ben öğrencimi sınıfta istiyorum. Öğrencime dokunma’” diye yazdı. TEMCİT pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze servise sunulan ‘türban meselesi’ yine gündemin en önemli tartışma konusu haline geldi. Bayılıyoruz aynı konuları yıllardır konuşmaya. Bir gün adına başörtüsü mü desek yoksa türban mı derdine düşüyoruz, ertesi gün ‘saçın şu kadarı mı görünse iyidir, hepsi mi örtülmeli’ muhabbetine. Bir gün ‘bu bir siyasi simgedir’ önermesinden yola çıkıyoruz, diğer gün ‘bu konu insanların inanç ve ibadet özgürlüğünün bir parçasıdır’ noktasındayız. Aynı dairenin içinde dönüp duruyoruz. Oysa insanların eğitim hakkının ellerinden alınması yalnızca siyasi değil, insani bakımdan da sorgulanması gereken bir durum. Üstelik bu engelin varlığı bir ‘insan hakları ihlali’ olduğu gibi ‘yalnızca kadınların kapsama alınması itibarıyla da açık bir cinsiyet ayrımcılığı’. Bugüne kadar bu sorunu çözememiş olmamızın hepimiz adına büyük bir ayıp olduğunu vurguladıktan sonra, yıllardır söylediğim bir sözü bir kez daha tekrarlamak istiyorum: ‘Ben öğrencimi sınıfta istiyorum: Rengi, dili, etnik kökeni, ideolojisi, kıyafeti beni ilgilendirmez’. Üniversite hocalarını akademisyenlikten çıkarıp, kılık kıyafet bekçisi haline getirenler bu yaklaşımı benimsemezler, bilirim. Yıllar önce, henüz İstanbul Üniversitesi’nde çalışan genç bir akademisyenken gelen bir rektörlük yazısıyla ‘hocaların da sınıfa başörtülü girişleri engelleme konusunda sorumlu olduğuna dair’ uyarılmıştık. Neredeyse hepimiz (özellikle genç nesil) bu görevi reddetmiş ve ‘biz bekçi değil, hocayız’ diye isyan etmiştik. Pek işe yaramadı. İkna odaları kuruldu. Kapalı öğrencilerimizin bir kısmı okullarını bırakmak zorunda kaldı, diğerleri peruk ve şapkayla yollarına devam ettiler. Ağlayarak eğitimlerini bırakanlar da benim öğrencilerimdi. Onları yeterince koruyamadığım için her zaman vicdani rahatsızlık duydum. Gençtim, büyüdüm şimdi bağırıyorum: ‘Öğrencime dokunma’ Yok eğer dokunacaksan, şefkatle dokun. Eğitim masraflarını karşılayamadığı için inşaatlarda işçilik yapan ve bir iş kazasında hayatını kaybeden çocuğumuzun anısına diğerlerine dokun. Simit satanlara, ev hizmeti yapanlara, hamallık yaparak harçlık toplayanlara bir bak. Öğrencilerimizin sosyal güvencelerini sağlamak adına, iyi bir eğitim alıp, hayata eşit katılımlarını sağlayabilmek adına el ver. Erzincan’da hırsızlık şüphesiyle yakalanan ve üç gündür yemek yemeden, yatacak yeri olmadan inşaat köşelerinde, evlerin bodrumlarında kalan üniversite öğrencisine dokun. Ona bir tas çorba ver. Kitaplarını temin et, yurdunu sağla. Üniversite öğrencilerinin sayısı her geçen gün artıyor, daha da artacak. Elindeki imkanları nasıl geliştirebileceğinin derdine düş. Belki parasız eğitim istediği için, belki başka bir sebeple protesto gösterisi yapan, pankart asan ve bu yüzden okuldan atılan gence dokun. Kariyerinin daha en başında umutlarını çöpe atmak zorunda kalan bu evladımıza geriye dönüş imkanı ver. Şefkatle başını okşa, onun genç ve idealist olduğunu unutmadan destek ver taleplerini seslendirmesine. Yaka paça gözaltına almak yerine anlayışla yaklaş delikanlı yüreklerine. Sağı solu olmaz bu işin; erkeği kızı, etnik kökeni, kapalısı açığı olmaz. Öğrenci öğrencidir. Evlatlarına sahip çıkmayan nesiller ‘emanete hıyanet etmiş’ demektir.
Deniz Ülke Arıboğan, Akşam, 8 Ekim 2010 |
09.10.2010 |
TÜRBAN ÖZÜRLÜ DEMOKRASİ
(...) ‘Başörtüsü yasağı’ konusundaki hukuki durumu bir defa daha altını çizerek tekrarlayalım: 1. ‘Başörtüsü yasağı’ insan hak ve hürriyetlerine aykırıdır. Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleriyle bu çağ dışı yasağın bağdaştırılması mümkün değildir. 2. ‘Başörtüsü yasağı’ Anayasa’nın ‘din ve vicdan hürriyeti’ni düzenleyen hükümleri (24. madde) ile ‘eğitim ve öğrenim hakkı’nı düzenleyen hükümlerine (42. madde) açıkça aykırıdır. 42. madde’nin ilk fıkrası aynen şöyledir: ‘Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz’. Bu açık hükme rağmen yasağın devam ettirilmesi iyi niyetle açıklanamaz. 3. 2547 sayılı ‘Yüksek Öğretim Kanunu’nun Ek-17. maddesi hâlen yürürlüktedir. Buna göre, ‘Yüksek öğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir’ ve ‘başörtüsü yasağı’ kanuna aykırıdır. 4. SHP’nin bu hükmün aleyhinde açtığı iptal davası Anayasa Mahkemesi’nce uygun görülmemiş; ancak, Anayasa Mahkemesi’nin iptal etmeyerek yürürlükte bıraktığı kanun maddesi, sanki hüküm icra ediyormuşçasına yorum mahiyetindeki bir gerekçe ile işlemez hâle getirilmiştir. Halbuki, gerekçenin esas hükmün yerine geçirilmesi imkânsızdır (Eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk). 5. AİHM’nin bu konudaki özel bir kararı da kasten yanlış yorumlanmış ve başörtüsü yasağının devam ettirilmesi şeklinde sonuç çıkarılarak istismar edilmiştir. 6. Son olarak, aslında var olmayan ‘başörtüsü yasağı’nı kaldıran 5735 sayılı Anayasa Değişiklik Kanunu, Anayasa’nın 148. maddesinin açık hükmü ihlâl edilerek Anayasa Mahkemesi tarafından görüşülmüş ve tamamen siyasal bir kararla iptal edilmiştir. *** ‘Başörtüsü yasağı’, referandum kampanyası sırasında CHP’nin yeni lideri Kılıçdaroğlu tarafından tekrar gündeme getirilmiş ve Kılıçdaroğlu ‘başörtüsü yasağı’nın kendileri tarafından kaldırılacağına söz vermiştir. Bu vaat Başbakan Erdoğan tarafından ele alınarak gündemde tutulmuş ve referandum sonrası ‘13 Eylül’de’ CHP’nin anayasa değişiklik teklifini getirmesi hâlinde AK Parti’nin destekleyeceği vurgulanmıştır. Ancak, CHP Grubu’nda ve tabanında Kılıçdaroğlu’na itirazlar başlayınca, artık süratli manevralarıyla tanıdığımız CHP lideri, işi yokuşa sürmek için -yasakla ilgisi olmadığı halde- ‘dokunulmazlık’ ve diğer bazı konuların da yapılacak değişiklik paketine dahil edilmesini istemiştir. CHP’nin ‘yeni anayasa’ konusundaki tutumu ise, önümüzdeki birkaç ay içerisinde sınırlı değişikliklere gidilmesiyle yeni bir anayasanın engellenmesi istikametinde ortaya çıkmaktadır. Bu arada, İstanbul Üniversitesi’nde dersten çıkarılan bir başörtülü kızın durumuyla ilgili olarak YÖK Başkanlığı’nın üniversiteye gönderdiği yazı da ‘başörtüsü yasağı’nın fiilen kaldırıldığı intibaını uyandırmıştır. *** Siyasi ve hukuki durumu değerlendirdiğimizde şu neticelere ulaştığımızı görürüz: 1. Aslında hukuken bir ‘başörtüsü yasağı’ yoktur ve kılık kıyafet serbestisi getiren kanun yürürlüktedir. Bu durum, bizi ilk nazarda anayasa ve kanun değişikliklerine ihtiyaç olmadığı sonucuna götürmektedir. Ancak, daha önce de YÖK’ün bir genelge ile başörtüsü yasağını kaldırması üzerine, yasak taraftarı rektörler ve jakoben çevreler, genelgeyi Danıştay’a götürerek gene yasak taraftarı Danıştay üyeleri tarafından iptal edilmesini sağlamışlardır. Bu konuda demokratik tutumunu alkışladığımız YÖK Başkanı’nın rektörlere göndereceği yeni bir genelge de aynı şekilde iptal edilebilecektir. 2. ‘Başörtüsü yasağı’nın kaldırılması için hukuken bir anayasa değişikliğine ihtiyaç yoktur. Ayrıca bu durumda, CHP’nin bir bahaneyle olumlu tutumunu değiştirmesi uzak bir ihtimal değildir. Diğer taraftan CHP bu anayasa değişikliğine razı olmak için küçük bir değişiklik paketi isteyecek, bu da ‘yeni anayasa’ için engel teşkil edecektir. 3. Bizce ‘çözüm yolu’, 2547 sayılı ‘Yüksek Öğretim Kanunu’nun Ek-17. maddesine ilâve edilecek bir değişiklikle ‘kılık kıyafet serbestisi’ni sağlamlaştırmak, bu suretle yeni YÖK uygulamasını kolaylaştırmaktır. Buna göre, Ek-17. madde şöylece değiştirilebilir: ‘Yükseköğretimde kılık ve kıyafet serbesttir. Öğrencilerin, başörtüsü, türban ve diğer kılık kıyafetle ilgili tercihleri sebebiyle eğitim ve öğrenim hakkı engellenemez.’
H. Celal Güzel, Vatan, 8 Ekim 2010 |
09.10.2010 |