Kültür-Sanat |
Niyâzî-i Mısrî için uluslar arası sempozyum |
TÜRKİYE’DE uluslar arası sempozyumlarla ilklere imza atan TÜRKKAD-İstanbul, 2008 yılında “Modern Çağ ve İbn Arabi” ve 2009 yılında “Güneşle Aydınlananlar” Şems-i Tebrizî başlıklı sempozyumları gerçekleştirdi. Bu yıl da, bir devri derinden etkilemiş olan Mısrî Niyâzî “Kulun Niyâzı, Mısrî Niyâzî” başlıklı sempozyumun gerçekleştirilmesi için yola çıktı. En büyük İslâm mutasavvıflarından biri olan Mısrî Niyâzî Ekim ayında İstanbul ve Malatya’da gerçekleştirilecek olan uluslar arası sempozyumlarla anılacak. Sempozyumların ilki, İstanbul’da TÜRKKAD-İstanbul tarafından 9-10 Ekim 2010 tarihlerinde Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezi’nde düzenlenecektir. İkincisi, Malatya’da Malatya Belediyesi ve TÜRKKAD-İstanbul’un ortak bir çalışması olarak, İnönü Üniversitesi’nin katkılarıyla 15-17 Ekim 2010 tarihlerinde İnönü Üniversitesi Kongre ve Kültür Merkezi ve Belediye Konferans Salonu’nda düzenlenecek. Yurt içi ve yurt dışından toplam 27 araştırmacı ve akademisyenin katılacağı sempozyumlarda 35 bildiri sunulacak. Türk Kadınları Kültür Derneği (TÜRKKAD)-İstanbul Şubesi Başkanı Cemâlnur Sargut, “Niyâzî Mısrî’nin yorum ve yaklaşımlarıyla, ihtiyacımız olan iç huzuru ve mutluluğu sağlamak hem ferdî hem de cemiyet seviyesinde ancak tasavvuf ile mümkündür” diyerek düzenlenen sempozyumun amacını bu şekilde özetledi. Son yıllarda da Malatya Belediyesi, Mısrî Niyâzî’nin Malatya doğumlu olmasından hareketle, bu büyük mutasavvıfın daha çok tanınmasına yönelik önemli çalışmalarda bulunuyor. Malatya Belediye Başkanı, Ahmet Çakır düşüncelerini “Mısrî, bu toprakların yetiştirdiği; şair ve mutasavvıf kimliğinin yanında, hak bildiğini söylemekten çekinmeyen, kabına sığmayan, sorgulayan, ezber bozan ve bunun bedelini ödemekten de asla imtina etmeyen yönleriyle özgün ve örnek bir şahsiyettir” şeklinde ifade etti. Sempozyumla ilgili geniş bilgi için; Ümit Gülbüz Ceylân - (0533) 557 60 20 / 0(216) 359 40 91 numaralı telefonlara ve [email protected] e-posta adresine başvurulabilir.
Risâlelerde Niyazi-i Mısrî
İLMİN haysiyetinden taviz vermeyen ve doğru bildiklerini anlatmaktan asla vazgeçmeyen insanların dünya hayatı çile ve meşakkatlerle doludur. Kimi bu uğurda hapishanelerde, kimi zindanlarda, kimi de her türlü dost ve akrabalarından uzak ve garip bir hayat sürdükten sonra baki âleme göçüp gitmişlerdir. Bu çileli hayatı yaşayıp, Mısrî’yi belki de en iyi anlayan ve bazı beyitlerini eserlerine alan Bediüzzaman Hazretleridir. Bediüzzaman İslâm ve iman hizmeti uğruna her türlü sıkıntıyı göğüslerken, tahammül sınırlarını aşan durumlarla karşılaştı. Akrabalarından uzak olduğu gibi insanlarla ve talebeleriyle görüşmesine bile izin verilmeyen, eziyetin dayanılmaz boyuta ulaştığı bir anda durumunu Mısrî’nin yukarıdaki dizeleriyle ifade etmeye çalıştı. “O hüzünlü, rikkatli, firkatli, uzun gurbet gecesinde” dergâh-ı İlâhi’ye sığındı. Diğer taraftan Bediüzzaman, yaşının ilerlemiş olması ve vücut direncinin giderek azalmasına paralel olarak ölüme yaklaştığını düşündüğünde yine Mısrî’nin dizelerine başvurmaktadır: “Bir zaman gençlik gecesinin uykusundan ihtiyarlık sabahıyla uyandığım vakit kendime baktım, vücudum kabir tarafına bir inişten koşar gibi gidiyor. Niyazî-i Mısrî’nin, ‘Günde bir taşı bina-yı ömrümün düştü yere / Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber’ dediği gibi, ruhumun hanesi olan cismimin de hergün bir taşı düşmekle yıpranıyor. Ve dünya ile beni kuvvetli bağlayan ümitlerim, emellerim kopmaya başladılar. Hadsiz dostlarımdan ve sevdiklerimden mufarakat zamanının yakınlaştığını hissettim.” (Lem’alar, s. 282) Her ne sebeple olursa olsun aczini anlayıp sığınılacak yegâne yer olan İlâhî Dergâh, sıkıntıları hafifleterek ortadan kaldırmaktadır. Acz ve fakr içinde Cenâb-ı Hakk’a açılan eller, yönelen kalpler iman nuruyla sahibini yüceltir. Sabır ve tahammül kişiyi maksadına ulaştırır. Bediüzzaman, yaşlılık ve hastalıklar karşısında nasıl davranılması gerektiği konusunda izahlarda bulunurken, kendi hayatından örnekler verip, Mısrî’nin beyitleriyle, aczimizin İlâhî rahmeti nasıl celbettiğini örneklerle anlatmaktadır.
Niyâzî-i Mısrî kimdir?
NİYÂZî-İ Mısrî 1618 yılında Malatya’da doğmuştur. Babasının bir Nakşibendî tarikatı mensubu olmasına rağmen, henüz 21 yaşında Halveti tarikati şeyhi Malatyalı Hüseyin Efendiye intisab etmiştir. Şeyhinin Malatya’dan ayrılmasının ardından zahir ilimleri alanındaki öğrenimini sürdürmek üzere Diyarbakır’a oradan da Mardin’e geçen Mısrî, bu iki şehirdeki âlimlerden mantık ve kelâm okudu. 1640’da Kahire’ye gidip Ezher medreselerinde ilim tahsiline başladı. Mısrî, Abdülkâdir-i Geylânî’nin rüyasında zuhur ederek zahir ilmini öğrenip onunla amel etmesini, tarikat ilmini ise bir mürşide ulaşarak elde edebileceğini, ancak kendisini irşad edecek kişinin bu şehirde olmadığını söylemesi üzerine, Kahire’den, ayrıldı. İstanbul’a gitti. Aynı yıl İstanbul’dan ayrılıp Anadolu şehirlerini dolaşmaya başladı. Uşak’ta Ümmî Sinan’ın halifelerinden Şeyh Mehmet Efendi’nin zaviyesinde iken Elmalı’dan Uşak’a gelen Abdülkadir Geylani Hazretlerinin işaret ettiği Ümmî Sinan’a intisab etti. 9 yıl burada şeyhine hizmet edip seyrü sülûkunu tamamladı. Mısrî, 1656’da halife tayin edilmesinin ardından Bursa’ya yerleşti. Burada, halvetle meşgûl olmadığı zamanlarda özellikle Ulu Câmi’de halka vaaz vermiş, geçimini temin etmek için de mum yapıp sattırmıştır. Kadızâdeliler zihniyetini sürdüren vâiz Vanî Mehmet Efendi’nin IV. Mehmet’le yakınlık kurarak ülkede semâ, zikir ve devrânı yasaklattığı 1666 yılından sonra da faaliyetlerini sürdüren Niyâzî Mısrî, vaazlarında bu yasağa sebep olan Vanî Mehmet Efendi ile onun temsil ettiği zihniyeti sürekli eleştirdi. Sadrazam Köprülü Fâzıl Ahmet Paşanın dâveti üzerine tekrar Edirne’ye gelen Mısrî, eski camideki vaazlarındaki sözlerinden dolayı 1673’de Rodos Adasına sürgüne gönderildi. 1677’de Rusya seferi için halkı cihada dâvet etmek maksadıyla 300 kişilik bir derviş gurubu ile tekrar Edirne’ye gelen Mısrî ve bu defa Selimiye Camii'ndeki hutbesinde sarf ettiği bazı sözleri dolayısıyla Limni’ye sürgüne yollandı. 15 yıla yakın bir süreden sonra bağışlandı. 1693 yılında tekrar Limni Adasına sürgüne geri gönderildi. 1694 yılında Mart ayında 76 yaşında dar-i beka eyledi ve Limni Adasındaki türbesine gömüldü. |
23.09.2010 |