Görüş |
Bir mü’mineyi uğurlarken…
79 yıl önce dünya âlemine açtığı gibi, bugün o masmavi gözlerini berzah âlemine açtı. Aslında bir anda sırtını dönmemişti dünyaya, bir anda kapatmamıştı gözlerini. Sekiz yıl boyunca her gün bir adım daha yaklaşmıştı ebedî âleme. Yitmeye başlamıştı onda bu sonlu dünyaya ait bütün nesneler. Önce isimler yerini kaybetti dimağında, sonra siluetler. Zaman mefhumu yok oldu. Geçmiş gelecek kayboldu. Ama son yıllara kadar dilinden Allah kelâmı, gözünden iman nuru hiç eksilmedi. Hiç çıkarmadığı gözlüğünü takmak istemeyişi artık Mevlâ’nın Cemâl’inden gayrısını görmek istemeyişini anlatır gibiydi. Ruhuyla birlikte bir kuş gibi hafiflemişti bedeni. Bütün yiyecekleri reddetmiş, cennet meyveleri için hazırlık yapmıştı sanki midesi. Dünyaya, bütün fani işlerden habersiz nasıl masum geldiyse; Rabbi’ne dönüşü de öyle huzurlu ve safiyet içerisinde oldu. Kızı, güne dinlemeden başlamadığı, öğrenemeyişine hep üzüldüğü ve dinlemeye doyamadığı Allah kelâmıyla uğurladı onu. Mübarek Şaban ayının mübarek bir Perşembe akşamı dünya misafirhanesinden asıl vatanına doğru yola çıktı. Yeryüzünde Allah’ın halifesiydi. 79 yıl boyunca hayatıyla Allah’ın Hayy ismine âyinelik ettiği gibi ölümüyle de Allah’ın Mümît ismine ayinelik etti. Dünya hayatına dalmış ve ölümü unutmuş olan bizlere şu hadisi hatırlattı: “Hayatı veren ve devam ettiren yine O’dur. Ölümü de yaratan ve bâkî âleme alan O’dur. O ezelî ve ebedî hayat sahibidir.” (Buhârî, Ezan: 155; Müslim, Zikir: 28, 30; Ebû Dâvud, Vitr: 24.) Hamdolsun ki bizler iman sahibi kişiler olsak da, türküde dillendirilen ‘Ölüm Allah’ın emri de, şu ayrılık olmasaydı’ sözü hakikat buluyor, gözlerimiz yaşarıyor, kalplerimiz mahzun oluyordu. En büyük teselliyi yine Risâle-i Nur’da bulduk: “Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil, belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir; bir tebdil-i mekândır (mekân değişikliği). Saadeti Ebediye tarafına vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.” (Asa-yı Musa) Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun? Ve nereye sevk olunuyorsun? Dünyanın bin sene mesudâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatına; o cennet hayatının dahi bir senesi, bir saat ilâhî cemâlini seyretmeye mukabil gelmeyen Cenâb-ı Hakk’ın rahmet dairesine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. (Mektubat) Sevgili anneanneciğim, Cennetü’l-Firdevs’te adaşın Hz. Meryem’e ve Efendimiz Muhammed’e (asm) komşu olman duâsıyla, ruhuna el-Fatiha…
MERVE NUR FERŞADOĞLU |
16.08.2010 |
Bir başkadır gurbette Ramazan…
Gurbette buruk ve kırık kalplerin bayramıdır Ramazan. Sılaya hasret kalanların vuslatıdır. Bu yüzden bir başkadır Ramazan buralarda. Bir başka yaşanır. Uzaklarda memleket özleminin doruk noktaya çıktığı zaman dilimleri kesinlikle bu ayda saklıdır. Hasretin iliklerimize kadar işlediği bu yaban ellerde Ramazan bir ümittir aslında. Özlemin bir nebze olsun dindiği andır Ramazan. Çaredir, neşedir, huzurdur, mutluluktur, şeb-i arustur Ramazan. Bu yüzden gurbette Ramazanı yaşamak sıladaki Ramazanlardan farklıdır. Ülkenizde gurbetlik çekiyorsanız, buna yine belli bir noktaya kadar tahammül edebilirsiniz belki, fakat kilisenin gölgesinde, Ezan-ı Muhammedî’den mahrum yaşıyorsanız, işte bu içinize hüznün kurşundan gölgesini düşürür. Sevgi, kardeşlik ve muhabbet iklimini kalblere taşıyan on bir ayın sultanı, gurbetçileri bambaşka ufuklara taşır. Her ne kadar birçok Müslüman Avrupa’da Ramazanı “memleket tadında” yaşamaya gayret etse de, gurbetteki Ramazanlarda yetim çocukların hüznü var gözlerde. Çünkü bu coğrafya orucun havasını, hazzını ve manevî mertebesini yaşatamıyor. Siz oruç tutarak kulluğunuzu idrak etmeye çalışırken, bu mübarek aydan bîhaber insanların yaşadığı gayr-ı meşrû hayat ve onların yiyip içtiğini görmek, insanın özlemini arttırırken, garip bir çaresizlik hissettiriyor. Çünkü Ramazan’ın heyecan ve telâşını gurbet sokaklarında göremezsiniz. Küfrün tam ortasında O’na yönelen kalblerin, O’na açılan ellerin ve O’nu anan dillerin sığınağıdır Ramazan. Belki de bu yüzden Avrupa’da yaşayan bir çok Müslüman dinine özenle sahip çıkıyor. Çünkü gurbetin getirdiği zor şartlar altında dinine dört elle sarılan bu insanlar, yitiklerinin kıymetini çok iyi idrak ediyor. Dolayısıyla gurbette yaşayan Müslümanlar bütün bu zor şartlara rağmen, Ramazan’ın manevî havasını teneffüs etmek için, canla başla çalışıyor. Bilâkis çocuklara, maneviyâtın zirveye ulaştığı bu ayda, Ramazan heyecanını doyasıya yaşatmaya çalışan gurbetçiler, çok mühim bir gayret içindeler. Zira çocukların zihnine nakşedilmeye çalışılan Ramazan motifleri onların istikbalde hayat tarzlarını belirlemesinde önemli bir etkendir. Her ne kadar zor şartlar altında yaşansa da, farklı bir güzelliğe sahiptir aynı zamanda Avrupa’daki Ramazanlar. Zira Avrupa’da yaşayan ve farklı bir millete mensup Müslümanların aynı caminin kubbesi altında huzura yelken açmaları ve kalplerin hep birlikte Allah, Kur’ân ve peygamber aşkıyla atması olağanüstüdür. Çünkü hepsinin payları farklı olsa da, paydaları İslâm’dır. Bu açıdan bakılırsa, Ramazan farklı milletten insanları bir araya getirerek, muntazam bir uhuvvet tablosunun oluşmasına vesiledir. Dillerde aynı virdler, kalblerde aynı huşu, gönüllerde aynı huzur ve gözlerde aynı heyecan. İşte budur gurbette Ramazan. Yüreklerin maneviyâtla dolup taşması, hayatın neşvünema bulması demektir. Ramazan insanı fıtratına ve özüne yöneltir. İnsanı düşündürür ve bu yönüyle Ramazan düşündüğümüzün çok daha üstünde bir kıymet arz eder. Çünkü bu ayda insanın düşünce melekesi harekete geçerken, hayat ve gidişatı hakkında anlamlı sorular sormaya başlar. İşte bu çetin bir muhasebenin başlangıcı demektir. Dolayısıyla insanın varlığını hissetmesini sağlayan Ramazan elzemdir ve olağanüstü bir kıymet arz eder. Kulluğun şuuruna varmak isteyenler ve idrakini zorlayıp, hayattaki yerini belirlemek isteyenler, Ramazanın ehemmiyetini idrak etmelidir. Bunun yanı sıra insanın ömrünü Ramazan tadında idame ettirmenin gayreti içinde olması gerektiği de ayrı bir önem arz eder. Çünkü ne yazık ki Ramazanda başlayan nefis muhasebesi birçok insanın zihninde Ramazanın bitmesiyle son buluyor. Ramazanı hakkıyla yaşamak ümidiyle vesselâm….
TUĞBA AKTAŞ-ALMANYA |
16.08.2010 |
Hüsn-i sîretlerin buluştuğu belde: Geyve
Yavaş yavaş son bulmuştu o çetin ve büyük savaş. Uğrunda onlarca şehit kurban edilmiş, malından, evinden, sevdâsından vazgeçmiş, her şeyini fedâ etmiş kahramanlardı onlar. Bedir Savaşı dönüşü, Efendimiz (asm) ashabına şöyle seslenmişti: "Küçük cihaddan çıktık, büyük cihada gidiyoruz.” Sahabe efendilerimiz: ”Ya Resulullah, bundan daha büyük bir cihad mı var?” Efendimiz (asm): “Evet var, nefsimizle cihada gidiyoruz” demişti. Aradan asırlar geçti. Maddî cihad ara ara olsa da, manevî cihad hiç bitmedi, daha da şiddetlendi. Ve bizler, manevî cihadın çokça önem kazandığı, fitnelerin dehşetlendiği ahirzamanda yirmi beş liseli kardeşimiz olarak, Efendimize (asm) olan sadakat borcumuzu ödemek için çıktık yollara. 14 Temmuz günü, mânevî cihadda yanımızda olmak isteyen Batman’dan, Kayseri’den, Afyon’dan, Kırıkkale’den, Niğde’den, Ankara’dan gelen kardeşlerimizle Sincan’da buluştuk. Herkesin içinde oluşan heyecan, simalarına aksetmişti. Bir an önce programa gidip 25 kişi, 25 günde, 25 külliyatı bitirmek için toplanmıştı. Bütün hazırlıklar tamamlanarak program mahalline gitmek için yola çıktık. Yolda, herkesin dilinin aşina olduğu Üstad ve hizmet marşları söyleniyor, mutlu bir tebessüm herkesin yüzünden okunabiliyordu. Bir araya toplanmamızın bir sebebi de, Efendimiz’in (asm) bize müjdelediği bir hadis-i şerifti: “Allah’ın kulları arasında öyleleri vardır ki; peygamber ve şehit olmadıkları halde, makamları sebebiyle peygamber ve şehitlerin gıptalarına mazhar olurlar. Bunlar; aralarında hiçbir akrabalık bağı, alış veriş münasebetleri olmadığı halde, birbirini sırf Allah rızası için seven insanlardır. Allah’a yemin ederim ki; onların yüzleri nurdur ve nur üzerinedirler. Herkes korkarlarken onlar, korku namına bir şey bilmezler. Herkes üzülürken onlar üzülmez.” Bizi birbirimize bağlayan bu olmalıydı: Allah için sevmek. Geyve’ye ulaşmıştık. Ormanlık bir alan, etraf sessiz, tatlı bir uğultu… O gece nihayet bulmuş, sabah olmuştu. Artık 25 hüsn-i sîret fedakâr liselilerin okuma saati başlamıştı. Böylece kâinata Sözler, Mektubat, Lem’alar penceresiyle bakılıyor; esmanın derinlikleri yavaş yavaş hissediliyordu. Kâinata farklı bir pencereden bakmak için, kimi kardeşimiz dağa çıkıyor; kimisi ağacın üstünde okuyordu. Sürekli okuma ihtiyacı hisseden kardeşlerimiz 200 sayfa ile güne hâtime veriyordu. Programa gelirken; “Acaba külliyatı bitirebilir miyim?” korkusu içinde olan kardeşlerimizin 3 gün içinde Sözler’i bitirmesi güzel bir şevk olmuştu. Artık tatlı bir rekabetle Mektubat, Barla Lâhikası, Lem’alar silsilesi devam ettirilip okuma gayreti bütün hızı ile devam ediyordu. Programda bizim şevkimize medar olan Ömer Tuncay Ağabeyimiz hizmette geçen bir ömrün hatıralarını anlatıyordu. Bitirememe ümitsizliğimizi de yenmemize vesile oluyordu. Namazlardan sonra Hizmet Rehberi’nden yapılan dersler bizleri okumaya, daha ciddî gayret içine itiyordu. Latif Salihoğlu Ağabeyimiz tatil münasebeti ile Geyve’ye gelmişti. Yatsı namazlarından sonra yapmış olduğumuz müzakereli dersler okumaların inkişafına vesile oluyordu. 15 günü geri bırakırken 8 kitap bitmiş haldeydi. Kırıkkale’den programa katılan Hüseyin Kırışoğlu kardeşimizin 19 günde Külliyatı bitirmesi büyük bir heyecan getirmişti. Programın belirli akşamları nurlarla nasıl tanıştığını anlatan kardeşlerimiz ayrı bir duygu içerisinde oluyordu. Heyecanla hizmet mahalline dönüp programda oluşan hayallerini gerçekleştirme planları içerisindeydiler. Ve artık bir programın da sonuna gelmiştik. Hedefleri imanlarını inkişaf ettirmek olan liseli kardeşlerimizin hediye olarak aldıkları külliyatı evlerine götürme sevinciyle program sona erdi. Not: Programda maddî ve manevî emeği geçen ağabey ve kardeşlerimize gönülden duâ ve teşekkür ediyoruz.
HASAN HÜSEYİN ÜLKER |
16.08.2010 |