17 Mayıs 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Röportaj

H. HÜSEYİN KEMAL

Önceliğimiz sivil anayasa yapmak olmalı

Türkiye yeni anayasa paketinin cumhurbaşkanı tarafından onaylanmasından sonra Anayasa Mahkemesinin kararını beklemeye koyuldu. Tabiî siyasetin seyrinin neler getireceğini kimse bilmiyor. Referandum sonucu mu yoksa mahkemenin sonucu mu önce çıkacak? Bu hafta tartışmaları bir kenara bırakarak Türkiye’nin ana gövdesindeki değişimi anlamaya çalıştık. Selçuk Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Öğretim Üyesi ve Stratejik Düşünce Enstitüsü Uzmanı Prof. Dr. Birol Akgün Türkiye’nin birinci lig ülkeler içinde mücadele vermeye başladığını söylüyor.

ÖNCELİĞİMİZ BÜNYEMİZE UYGUN SİVİL

ANAYASA YAPMAK OLMALI

Sizce Türkiye’deki değişim dış dinamiklerin

baskısıyla mı oluyor, yoksa iç dinamiklerin mi?

Türkiye’deki değişimi yalnızca dışarıdan baskılarla açıklamak kendi birikimimizi ve toplumumuzun taşıdığı değişimci dinamikleri inkâr etmek olur. Ancak dış dinamikler olmadan da, jakobenist siyasî elitlere kritik siyasî reformları kabul ettirmek zordur. Tanzimattan bu yana iç aktörler, değişimi ancak ve ancak dış unsurların desteği ile gerçekleştirebilmektedirler. Örneğin, son on yılda gerçekleştirilen devasa Anayasa reformları AB’nin baskıları olmadan açıklanabilir mi? Bununla birlikte Türkiye’de artık demokratik dönüşüm taleplerini dile getiren çok güçlü bir kamuoyu da vardır. Nitekim artık ülkedeki değişimler de devlet elitlerince değil, daha çok halkın seçtiği demokratik elitlerce gerçekleştiriliyor. Yeni olan şey budur.

Türkiye’de değişime iç direncin çoğunlukla

“Kemalistler” tarafından yapıldığını görüyoruz. Kemalistlerin uluslar arası alanda ittifak kuracakları yapılar var mı?

Demokratikleşen Türkiye’de değişime direnen kesimler, daha çok sınıfsal imtiyazlarını veya statülerini kaybetmek istemeyen ve bunu da Kemalizmin arkasına sığınarak savunan bürokratik elitler ve bunların çıkar ortaklarıdır. “Bu ülkeye Komünizm gelecekse onu da biz getiririz” diyen Nevzat Tandoğan’da mücessemleşen ve değişimin ancak devletçi bürokratik aydınlarca yapılabileceğini halka inandıran modernist elit, bugün artık ilerlemeci rolünü çevrenin siyasî aktörlerine kaptırdı. Kendisi gate keper/statükocu ve muhafazakâr bir tutum takınmaya başladı. Direnmenin arkasında da bu yatıyor. Bunun tersine, daha önce reformcu siyasî elitleri batıcı ve güvenilmez görüp değişime karşı kendi öz dini değerlerine ve geleneklerine sarılan Anadolu halkı ise bugün değişimin itici gücü haline geldi. Roller değişti.

Batıcılar, toplumsal değişimin ve reformların taşıyıcısı değil, freni olmaya başladılar. Ancak nasıl çevre, direnmenin işe yaramadığını görüp, değişimin öznesi haline geldiyse, bugünkü reformculara karşı direnen ve şüpheyle bakan kesimler de kaybetmeye mahkûmlar. Zira hem içerideki tabanları zayıfladı hem de dış dünyada ittifak kurabilecekleri güçlerle ters düştüler. Darbecilik içeride toplumsal meşrûiyetini yitirdi. Özellikle iletişim çağında gerçekleştirilen 28 Şubat post-modern darbesi, seçkinci siyasî elitlerin ve devletlu sınıfın son hamlesi olarak tarihe geçti. Zira bu dönemde Türkiye otoriterleşti ve içe kapandı. Batı ile ilişkileri kopardı, İsrail gibi bölgesindeki en yalnız bir ülkeyle stratejik ittifaka girildi. MGK genel sekreteri düzeyindeki generaller Türkiye’nin NATO’dan çıkmasını ve İran ve Rusya ile ittifak kurmasını önerdi. Eski batıcı elitlerin pek çoğu Avrasyacı oldu. Bu nedenle 2002 seçimlerinden sonra, AB ve ABD seçilmiş aktörlere daha fazla güvenmeye başladı. Ezcümle, küreselleşen dünyayı doğru okuyamayan “devletlu sınıfı” ülke içinde ve dışındaki geleneksel müttefiklerini büyük ölçüde kaybettiler.

Demokrasi’nin ilerletilmesi konusunda

Müslüman-dindar kesimlerin gayretleri olduğu belirtiliyor. Sizce dindarların uluslar arası entegrasyonu siyasal alanda ne durumda?

Türkiye’de İslâmcıların da duruşu değişti. Eski siyasal İslâmcılar da en az Kemalistler kadar devletçiydi. Siyasî bir proje olarak Türk İslâmcıları da —özellikle Erbakan geleneğini kastediyorum— toplumsal değişim ve dönüşümün ancak ve ancak devlet gücünün ele geçirilmesi ve devlet eliyle yukarıdan aşağıya, hiyerarşik bir yöntemle başarılabileceğini savunuyorlardı. Refahyol iktidarı bu yaklaşımın hatalı, yanlış ve sonuçsuz kalmaya mahkûm olduğunu gösterdi. Yenilikçi kesim denen ve bugünkü iktidar partisinin kurucu kadrosunu oluşturan siyasî elitler, bu devletçi İslâmcılık projesinden vazgeçtiler. Liberal bir İslâmcılık fikrini geliştirdiler. Din artık bireysel düzeyde yaşanacak bir inanç olarak görülmeye başlandı. Sivil bir dindarlık akımı gelişti. Üstelik Anadoludaki refah artışı ve zenginleşme de bu anlayışa sahip, geniş bir seçmen kitlesi oluşturdu. Bugünkü iktidar partisi bu anlamda giderek daha seküler bir hayat yaşamaya başlayan dindar orta sınıfların bir koalisyonudur. Uluslar arası alanda da özellikle çatışmacı bir dil yerine işbirliği, diyalog ve uzlaşmacı bir söylem ve politika üretildi. Bu yaklaşım doğuda da batıda da karşılık buldu. Üstelik Anadolu sermayesi de uluslar arasılaştı. Küreselleşme süreçlerine eklemlendi. Hem Müslüman, hem liberal hem de girişimci/yatırımcı bir sınıf doğdu. Bugün Asyadan Afrikaya kadar Türk girişimcilerini dünyanın her yerinde bulmak mümkündür. Bazısı okullar açıyor, bazısı insanî yardımlar yapıyor, bazısı da para kazanıyor.

Türkiye daha da demokratikleştiğinde kendine özgü bir model geliştirme yoluna gider mi? Türkiye’nin İran veya Malezya’ya benzeyeceği noktasında iddialar var…

Türkiye’nin değişimi ve dönüşümü kendine özgü tarihsel, toplumsal ve kültürel şartlarda gerçekleşiyor. Türkler imparatorluk geçmişine sahip, İslâm medeniyetinin taşıyıcısı olan, tarihte önemli roller oynamış önemli bir millettir. İslâm ülkeleri arasında hem savaş meydanlarında hem de kültürel etkileşim anlamında uzun zamandır batıyla karşı karşıya gelen bir halktır. Buna bizim son altmış yılda yaşadığımız demokrasi tecrübemizi de katmamız gerekir. İslâm ülkeleri arasında ne bizim rolümüzü oynayabilecek ne de dünyayı tam anlamıyla anlayabilecek başka bir toplum nerdeyse yok. Dolayısıyla Türkiye, ne İran’ın aşırı siyasallaşmış dinî yorumuna dayalı Humeyni rejimini taklit eder, ne de Malezya gibi bir uzak doğu ulusunun yolunu tutar. Şunu söyleyelim ki, Türkiye İslâm ülkelerinin takipçisi olmaz, ancak kendisinin yaşadığı tecrübeler diğer ülkelere örnek olabilir. Türkiye öncüdür ve öncü rolünü oynamaya devam edecektir.

Özelikle Müslüman halkın kendi değerleri ile demokrasiyi ve laik devlet yapısını bağdaştırması ve barış içinde yaşatması anlamında bir başarı örneği olarak, önümüzdeki yıllarda Türkiye batıda ve doğuda ilgiyle izlenen bir ülke haline gelecektir. Batının sömürgeyle, tankla-tüfekle yapamadığı orta doğuyu dönüştürme misyonunu belki de farkına varmadan Türkiye üstlenecektir.

Türkiye uluslar arası alanda kendi siyasetine

kendi yön vermeye başlarsa Amerika ile arası açılır mı?

Eğer kastedilen iç siyasette yeni İslâmî elitlerin söz sahibi olması ise, bu siyasi ve sivil aktörlerin (partilerin ve cemaatlerin) ülkeyi İranlılaştırıcı veya İslâmlaştırıcı bir politikası yok. Tersine siyasal sistemden uzak kalmış çevresel aktörleri sisteme entegre eden bir rol oynuyorlar. Batı, ticareti keşfeden, dünyaya açılan ve zenginleşen kesimlerden devrimci fikirler çıkmayacağını; tersine püriten bir girişimci dindarlığın gelişeceğini Max Weber’den beri bilir.

ABD açısından ise Türkiye kendisine rakip olamayacak kadar zayıf, tamamen yönetilemeyecek kadar da büyüktür. Türkiye’de kimin iktidarda bulunduğu değil, ABD çıkarlarıyla doğrudan çatışmaması önemlidir. Türkiye ve ABD arasında İran gibi konularda görüş ayrılığı bulunsa da, genel anlamda küresel ve bölgesel politikalarda işbirliği ve ortaklıklar daha fazladır. Orta doğuda ABD Türkiye’nin işbirliği ve desteği olmadan hiçbir projeyi başarıyla uygulayamaz. Bu nedenle realist açıdan bakıldığında Türkiye ABD açısından stratejik bir değerdir. Kolayca vazgeçilemez.

Türkiye’nin büsbütün olarak Batının kanunlarını ve kültürel kodlarını halkına uygulaması doğru mu?

Türkiye’nin tamamen Batılı kanunları uygulaması diye bir şey yok aslında. Batıyı belki bir taklit ve ilham kaynağı olarak görmek daha doğrudur. Bunun nedeni de Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren Türklerin askerî, idarî ve siyasî örgütlenme modelinin çözülmesi, Batıyı kendisine üstün görmeye başlamasıdır. Çözümü de onları yani düşmanını taklit ederek yeniden onlarla mücadele edecek güce erişmektir. Bugün Türklerin modernleşme hamlesi büyük ölçüde başarılı olmuştur. Son on yılda kendi sentezimiz olan kanunları çıkartıyoruz.

Bir ülkenin kanunları, anayasası kendi kültürel kodları içinde tartışılarak geliştirilmesi gerekmez mi?

Kanunlar bir ülkenin nasıl yönetileceğinin, ticarî hayatının nasıl sürdürüleceğinin; kısaca medeni bir toplumda yaşamanın ortak kurallarıdır. Dolayısıyla Montesqueau’nun dediği gibi, her ülkenin kendi kültürünü, tarihini ve toplumsal değerlerini “yani ruhunu” yansıtmalıdır. Şimdi bugünlerde Türkiye’deki siyasî tartışmaların altında da bunlar yatıyor. Ceza yasasından ticaret yasamıza kadar temel kanunlarımızı kendi tecrübemize göre yeniden yapıyoruz. Ama örneğin “zina suç sayılmalı mıdır” tartışması nerdeyse kıyamet kopardı. Batı için bu normal olabilir. Fakat bizim inançlarımız ve toplumsal değerlerimiz ve kültürel kodlarımız zinayı normal kabul etmez. İşte kendi sentezimizi oluştururken bu gibi sorunlar ortaya çıkabiliyor. Bazen içimizdeki laikçiler bazen de dış aktörler devreye girebiliyor. Ama önemli olan galiba önce kendi bünyemize ve ihtiyaçlarımıza uygun bir sivil, özgürlükçü ve demokratik Anayasa yapmak. Temel belge de uzlaşırsak, diğer alanlarda daha kolay uzlaşabilir.

Sizce Türkiye Batının değerlerini doğuya, İslâm coğrafyasına taşıyan taşeron bir ülke mi?

Türkiye’nin doğu batı arasında bir köprü vazifesi gördüğü doğru. Ama bunu bir taşeronluk olarak görmek çok gerçekçi değil. Çünkü İslâm coğrafyasında yaşayan halklar bugünkü iletişim ve küreselleşme çağında batıyla bizim üzerimizden ilişki kurmuyor. Doğrudan doğruya iletişim kuruyor. Belki bizim rolümüz ürettiğimiz sinema ve müzik gibi kültürel ürünler üzerinden kendi hayat tarzımızla onlara örnek olmaktan ibarettir. Düne kadar İKÖ içinde bile Türkiye’nin rolü çok zayıftı. Şimdi yavaş yavaş etkileşimimiz artıyor. 1 Mart tezkeresinin reddi ve Gazze olayı gibi gelişmeler Türkiye’ye olan ilgiyi arttırdı. Yeni bir etkileşim süreci başladı ki, bu dönemi nasıl yönlendireceğimiz galiba gelecek açısından çok önemli ve belirleyici olacak.

Öbür taraftan da bazı Batılı ülkeler tarafından Türkiye Müslüman bir ülke olduğu için Avrupa’ya kabul edilmek istenmiyor. Bunu nasıl yorumlamak lâzım?

Bugün Batının ve özellikle AB’nin bir Türkiye sorunu olduğu kesin. 11 Eylül olayları siyasî ve kültürel anlamda İslâmı ve Müslümanları Batı için bir güvenlik sorunu haline getirdi. İslâm eşittir terör çağrışımı, sıradan Batılının bilinçaltına yerleşti. Üstelik son ekonomik kriz de en çok AB ülkelerini etkiledi. Batı ülkelerindeki Müslümanlar ve bu arada Türkler günah keçisi haline getirilmek isteniyor. Dolayısıyla AB’nin Türkiye sorununun altında hem ekonomi, hem kültür hem de nüfus gibi faktörler yatıyor. Bunu aşmak da ne yazık ki kolay olmayacak.

Türkiye’nin son dönemde dış politikada gösterdiği açılım politikaları hakkındaki görüşleriniz neler? Bölgenin yeniden dizaynıyla mı ilgili?

Türkiye geliştikçe, ekonomisi büyüdükçe içine kapalı ve güvenliğini NATO’ya havale etmiş bir ülke olmaktan çıkıyor. Komşularını ve bölgedeki tarihsel rolünü yeniden hatırlıyor. Son küresel kriz de Türkiye’nin yükselen küresel aktörlük rolünün diğer aktörlerce de kabul edilmesini kolaylaştırıyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu topraklarda ya lider ülke olursunuz ya da tam bağımlı olursunuz. Biz yüz yıllık edilgenliğimizi terk ediyoruz. Komşularımızla sorunlarımızı çözüyoruz. Bunu da silâh ve zor kullanarak değil, diyalog, ticaret ve işbirliği ile yapıyoruz. Çevremizi düzene ve istikrara sağlayacak ikili ve bölgesel projeler ve hatta “medeniyetler ittifakı” gibi küresel projeler geliştiriyoruz. Bunlar büyük ölçüde takdir de topluyor. Özgüvenimiz arttı. Türkiye’nin uluslar arası imajı son yüzelli yılın en zirvesinde bulunuyor. BM Güvenlik Konseyi geçici üyesiyiz, G-20’de temsil ediliyoruz. BRIC ülkeleri ile yakın temasımız var. Türkiye çatışma değil, barış ve istikrar üreten bir ülke haline geldi. Ankara dünyanın önemli diplomatik başkentlerinden biri oldu.

Türkiye’nin hep Batının güdümünde politika

ürettiği fikri doğru bir fikir mi?

Türkiye’nin soğuk savaş döneminde tamamen Batılı ve Batıcı bir dış politika izlediği doğrudur. Ancak 1990 sonrasında Batının etkisi giderek azalıyor. Özellikle son on yılda daha bağımsız inisiyatifler geliştiriyoruz. Türkiye Batıyı da karşısına almadan, küresel bir barış ve işbirliği söylemiyle kendi bağımsız politikalarını uygulamaya geçiriyor. Türkiye tarihî rolünü yeniden üstleniyor.

Türkiye bugünkü devlet anlayışıyla uluslar arası arenada saygın bir yer edinebilir mi?

Türkiye’nin mevcut devlet yapılanması dinamik bir nüfusun ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak. Sistemde ciddî bir revizyona gerek var. Daha etkin, daha esnek ve daha adaletçi ve eşitlikçi bir siyasal sistem yaratılmadan kendi iç sorunlarımızla boğuşmaktan kurtulamayız. Bugünkü devlet sisteminin ve yönetim anlayışının devasa sorunlarımızı çözmesi kolay değil. Sistem çözüm değil, çatışma üretiyor. Siyasî kültürümüz uzlaşma değil, kutuplaşma ve çatışma üretiyor. Demokratik konsolidasyon süreci çok yavaş işliyor. Oysa bizim çok hızlıca iç sorunlarımızı çözüp, hantal bürokrasiden kurtulmamız gerekir.

H. HÜSEYİN KEMAL

17.05.2010

 
Sayfa Başı  Geri


Önceki Röportaj

  (13.05.2010) - 15 milyon dolara evini satmayan mücahide

  (12.05.2010) - Cemaatler ihtiyaçtan doğmuş

  (11.05.2010) - ‘Enerjimizi’ boş yere harcıyoruz

  (10.05.2010) - BAŞÖRTÜLÜLERLE FOTOĞRAF ÇEKTİRDİM

  (08.05.2010) - HAKSIZ YERE 3 BİN KİŞİ HARCANDI

  (07.05.2010) - ‘Sen namaz kılmak için kimden izin aldın?’

  (03.05.2010) - Demokrasi tarafında tarafız

  (02.05.2010) - Amerika’da İslâmiyetin geleceği çok parlak

  (26.04.2010) - Sistem riyakâr yetiştiriyor

  (25.04.2010) - ‘Bediüzzaman’la dünyayı dolaşacağız

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Yeni Asya Gazetesi - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat-Promosyon - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım