Lahika |
Hadis-i Şerif Meâli
Allah, arz ve semayı yarattığı gün, yüz rahmet yarattı. Her bir rahmet göklerle yer arasını dolduracak kadardır. Ondan yeryüzüne tek bir rahmet indirmiştir. İşte anne, yavrusuna bununla şefkat eder.
Müslim, Tevbe: 21 |
08.05.2010 |
Dünya için din feda olunmaz Dünya için din feda olunmaz... Dinin meseleleri terk ve feda edilmesinden, zarardan başka ne faydası görüldü? Milletin kalb hastalığı zaaf-ı diyanettir. Bunu takviye ile sıhhat bulabilir. 5 Mart 1325 (18 Mart 1909) Dinî Ceride, No: 77
Yaşasın Şeriat-ı Ahmedî (asm) Şeriat-ı garrâ, kelâm-ı ezelîden geldiğinden, ebede gidecektir. Nefs-i emmarenin istibdad-ı rezilesinden selâmetimiz, İslâmiyete istinad iledir; o hablü’l-metine temessük iledir. Ve haklı hürriyetten hakkıyla istifade etmek, imandan istimdad iledir. Zira, Sâni-i Âleme hakkıyla abd ve hizmetkâr olanın, halka ubudiyete tenezzül etmemesi gerektir. Herkes kendi âleminde bir kumandan olduğundan, âlem-i asgarında cihad-ı ekber ile mükelleftir. Ve ahlâk-ı Ahmediye (aleyhissalâtü vesselâm) ile tahallûk ve sünnet-i Nebeviyeyi ihyâ ile muvazzaftır. Ey evliya-i umûr! Tevfik isterseniz, kavânin-i âdetullaha tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ı red alacaksınız. Zira, mâruf umum enbiyanın memâlik-i İslâmiye ve Osmaniyeden zuhuru, kader-i İlâhînin bir işaret ve remzidir ki; bu memleket insanlarının makine-i tekemmülâtının buharı diyanettir. Ve bu Asya ve Afrika tarlasının ve Rumeli bostanının çiçekleri ziya-yı İslâmiyet ile neşv ü nema bulacaktır. Dünya için din feda olunmaz. Gebermiş istibdadı muhafaza için, vaktiyle mesâil-i şeriat rüşvet verilirdi. Dinin meseleleri terk ve feda edilmesinden, zarardan başka ne faydası görüldü? Milletin kalb hastalığı zaaf-ı diyanettir. Bunu takviye ile sıhhat bulabilir. Bizim cemaatımizin meşrebi, muhabbete muhabbet ve husûmete husûmettir. Yani, beyne’l-İslâm muhabbete imdat; ve husûmet askerini bozmaktır. Mesleğimiz ise, ahlâk-ı Ahmediye (aleyhissalâtü vesselâm) ile tahallûk ve sünnet-i Peygamberîyi ihyâ etmektir. Ve rehberimiz Şeriat-ı garrâ ve kılıcımız da berahin-i kàtıa ve maksadımız i’lâ-yı kelimetullahtır. Cemaatimize herbir mü’min mânen müntesiptir. Sureten intisap ise, sünnet-i Nebeviyeyi kendi âleminde ihyâya azm-i kat’î iledir. En evvel mürşid-i umumî olan ulemâ ve meşâyih ve talebeyi, şeriat namına ittihada davet ederiz. Divân-ı Harb-i Örfî, s. 62; Hutbe-i Şâmiye, s. 89 *** Evet, insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda isrâfatla ve iktisatsızlık ve kanaatsizlik ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla ve fakr u zaruret, maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalâlet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celb etmiş ki, ednâ bir hâcât-ı hayatiyeyi büyük bir mesele-i diniyeye tercih ettiriyor. Bu acip asrın bu acip hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur’ân-ı Mu'cizü’l-Beyânın tiryak misâl ilaçlarının nâşiri olan Risâle-i Nur dayanabilir ve onun metin, sarsılmaz, sebatkâr, halis, sadık, fedakâr şakirtleri mukavemet edebilir. Öyleyse, herşeyden evvel onun dairesine girmeli, sadakatle, tam metanet ve ciddi ihlâs ve tam itimadla ona yapışmak lâzım ki, o acip hastalığın tesirinden kurtulsun. Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve duâ ediyoruz.
Kastamonu Lâhikası, s. 73
LÜGATÇE:
berahin-i kâtıa: Kesin deliller. bostan: Bahçe. cihad-ı ekber: En büyük cihad; nefis ile olan cihad. enbiya: Peygamberler. evliya-i umûr: İş başında bulunan kimseler. hablü’l-metin: Sağlam ip, İslâmiyet. ihyâ: Diriltme, canlandırma. kavânin-i âdetullah: Allah’ın kâinata koymuş olduğu kanunları. Kelâm-ı ezelî: Allah’ın ezelî kelâmı, konuşması. makine-i tekemmülât: Mükemmelleşme, gelişme makinası. maruf: Bilinen. memâlik-i İslâmiye ve Osmaniye: İslâm ve Osmanlı memleketleri. neşv ü nema: Gelişme, yayılma. şeriat-ı garrâ: Parlak Şeriat. temessük: Sarılma, yapışma. tevfik: Allahın yardımı, muvaffakiyet. tevfik-i hareket: Uygun, muvafık hareket. ziya-yı İslâmiyet: İslâmiyet ışığı. |
08.05.2010 |
Bir Sen var bizden içeru
Yaz mevsiminin Ağustos ayının sıcak bir gününde koyulmuştuk yola. Zira bir grup genç olarak okumaya niyetlenmiştik. Program yerimiz ise Ayaş’taki Asyayla tesisleri idi. Asyayla tesislerinin inşaatı o sene başladığı halde tesisin bir bölümü o yaz hizmete hazır olması için yetiştirilmişti. Neticede, birkaç ay süresince yüzlerce kalbin, ruhun ve aklın nurlanmasına ve feyizlenmesine imkân sağlanmıştı. Sıra bizdeydi, üniversiteli ve liseli kardeşlerimizle heyecanlıydık. Yeni bir okuma program neşesi hissediyorduk. Huzur ise dört yanımızdaydı sanki. Çünkü bize şahdamarımızdan daha yakın olan Rabbimize yakınlaşmaya çalışıyorduk ve O’nun huzurunda huzur hissediyorduk. Gafletler ve su-i istimaller yanımızda yoktu. Onların gerçek yüzlerini görüp iki yüzlerini arkamızda bırakmıştık. Dahası, hakikat çekirdekleri âlemlerimizde meyve verirken, sosyal hayattaki durumumuz ve muhataplarımız için yeni umutlar filizlenmeye başlamıştı. Bu, lisedeki bir hocamın “Birilerinin toplanıp kitap okuma programları yapması Türkiye için ilginç durum” deyişinden daha çok anlamlı bir olaydı bizim için. Zira yaratılma sebebimiz ve gayemiz olan Allah’ımızın ve Peygamberimizin (asm) sevgisi ve rızası hedefimizdi. Bir yandan Kur’ân yıldızlarını ve çiçeklerini okurken bir yandan da kâinat âyetlerini okuma fırsatı bulduk. Asyayla tesisleri düzlük bir arazide, ufku ve tefekkür açısı geniş. Etrafında yeni bahçeler, sarı veya kahverengi ve yeşil tepeler ya da tepecikler. Ufkun son noktasında sıra dağlar… Dağ gibi büyük, beyaz bulutlar… Gök, Ressamı Tek olan bir resim tablosu gibi güneşin batışında renk cümbüşü turuncu, sarı, kırmızı ve beyaz renkler mavi bir fon üstünde. Anonim bir söz olan “Her şey üstüme üstüme geliyor diyorsan, ters yola girmişsindir” sözünün tersini yaşadık. Çünkü program boyunca tattığımız hakikatler ve güzelliklerle her şeyin bizim için var olduğunu ve yaratılanların kardeş ve dost olduğunu öğrendik ve hissettik. Buna şahit olan sadece aklımız ve kulaklarımız değildi. Çünkü fıtrîliği ve hakiki güzelliği bütün duygularımız, ruhumuz, kalbimiz aldıkları gıdalarla ve lezzetlerle kabul ediyorlardı. Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri’nin “İman dünyada dahi manevî bir cenneti yaşatır” tesbitini bizzat program boyunca maddî ve manevî olarak hissettik. Daha öncesinde “Gafletteyim, gaflettesin, gaflette, gafletteyiz, gaflettesiniz, gafletteler” mânâlarını yaşayan bizler, artık “Huzurdayım, bahtiyarsın, hakendiş, hudabiniz, hudaperestsiniz, mü’minler” açılım ve mânâlarını görebiliyorduk. Hz. Peygamber (asm) gözünü göğe çevirdiğinde “Ey kalpleri çekip çeviren Allah’ım! Kalbimi kulluğun üzerinde sabit tut” diye duâ ettiği gibi, biz de Allah’tan kulluğumuzu bize tanıtan hizmet-i imaniye ve Kur’âniye’de bizi sabit tutması duâsını ediyoruz. Asyayla tesisi gibi bir nimeti bize ihsan eden Allah’ımıza şükür ederken, tesisin yapımını gerçekleştiren Ankaralıları tebrik ve onlara teşekkür ediyoruz.
ARAFAT DENİZ [email protected] |
08.05.2010 |