Basından Seçmeler |
OYAK kimlerle dayanışır?
DanIştay ve Cumhuriyet Gazetesi’ne yönelik saldırılara ilişkin dava ile birleştirilen birinci “Ergenekon” davasının 144. duruşmasındaki TÜBİTAK Raporu paldır küldür... ...adeta omuz atarak günün tüm diğer gelişmelerinin önüne geçti... Gündemin zirvesine oturuverdi. Soruyu hemen soralım: Danıştay saldırısının olduğu gün “bozuk” denilen kameraların sorumlusu kim? OYAK Güvenlik Şirketi. OYAK’ın açılımı ne? “Ordu Yardımlaşma Kurumu”. ««« Anımsar mısınız bilmem, Danıştay saldırısından önce ve sonra OYAK “güvenlik kuruluşunun” telefon trafiği mahkemece saptanmış, şaşırtıcı sonuçlara ulaşılmıştı. “Kameraların bozuk olduğunu” söyleyen beyanlara itibar etmeyen Ergenekon Mahkemesi’nden önce davaya bakan Ankara Mahkemesi bu kayıtların üzerinde bile durmamış, baskının “şeriatçı” işi olduğuna şıpınişi karar vermişti. Üstelik de... Danıştay binasının güvenlik işlerini yapan şirket, saldırı günü kameraların karartıldığı iddiasıyla gündeme gelmiş... Şirket yetkilileri bu konuda tatmin edici bir açıklama yapmamıştı. Danıştay’daki güvenlik kamerasının arıza vermesi ya da kayıttan çıkması durumunda şirketin ilgili teknik birimine anında sinyal göndererek bu yeni durumu bildirmesi gerekiyordu. Ancak şirketin bu durumda arızayla ilgili müdahalede bulunup bulunmadığı da açıklığa kavuşmadı. Nitekim Yargıtay’ın kararı, yeniden görülen Danıştay davasında daha önce dikkate alınmayan delil ve tanıkları gündeme getirmiş... OYAK Güvenlik’e ait kamera görüntülerinin yer aldığı arızalı hard diskin yeniden incelenmesi halinde tetikçi Arslan’ın bağlantılarının ortaya çıkarılacağı da belirtilmişti. ««« Dün mahkemede TÜBİTAK’tan gelen şaşırtıcı ve sarsıcı bir cevap okundu. Bu hard disklerde herhangi bir arıza saptanmadığı gibi... Kaydedilen görüntülerinin akşam saatlerine ait kayıtlarının bir kısmının da silindiği belirtiliyordu. Silinen bu kayıtlardan bir kısmı özel bir programla yapılan çalışma sonucu TÜBİTAK tarafından kurtarılmıştı... TÜBİTAK’ın cevabi yazısında, kurtarılan görüntülerin daha rahat seyredilebilmesi için “avi formatı”na dönüştürüldüğü, ayrıca silinen dosyaların bir kısmının da isimlerinin değiştirildikten sonra silindiği ifade edildi. ««« OYAK Güvenlik Şirketi’nin kuruluşu medyaya şöyle yansımıştı: “Yakın bir zamanda yürürlüğe giren 5188 Sayılı Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanun ve yönetmelikle beraber çalışmalarını tamamlayan OYAK, tanıtımlarında özel kuvvetler ve bordo berelileri ön plana çıkarıyor. Çünkü eğitimlerde TSK’nın özel operasyon birliklerinde ve güvenlik birimlerinde görev yapmış personel görev alıyor. İçişleri Bakanlığı’ndan aldığı izin belgesi ile Genel Merkez Ankara’da olmak üzere İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Elazığ ve Samsun bölge müdürlüklerine bağlı olarak açılan dershanelerde verilen eğitimlerde halkla ilişkilerden, iç tehdit ve illegal örgütlerle, uyuşturucuyla mücadele ile liman ve hava alanı koruma da öğretiliyor. Asker kökenli OYAK’ın güvenlik sektörüne girmesiyle beraber sivil kökenli güvenlik firmalarının ciddi bir rakiple karşılaşacaklarına dikkat çekiliyor.” ««« Nitekim... Danıştay baskını sonrasında konu gündeme gelince... Baskın sırasında çalışmayan güvenlik kameralarının sahibi olan... OYAK Savunma ve Güvenlik Sistemleri’nin müdürlüğünü eski özel harekâtçı ve MİT elemanı emekli Albay Orhan Çoban’ın yaptığı anlaşılmıştı. ««« Dün Ergenekon davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilen TÜBİTAK İnceleme Raporu köhnemiş rejimin ardındaki umacıyı biraz daha netleştirmekte. Belli ki Danıştay baskınındaki katili korumak için seferber olan “katilseverler” var. Kim bunlar? Kim kiminle dayanışıyor? Ve demokratik hiçbir ülkede bir örneği olmayan, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı subay ve astsubayların maaşlarından yapılan kesintilerle birikimlerini değerlendirmek için kurulan ve halen Türkiye’nin üçüncü büyük holdingi olarak faaliyetlerine devam eden OYAK neden susuyor? Tabii bir başka soru da Ankara’da Danıştay baskını davasını alelacele sonuca bağlamak isteyen mahkeme üyeleri neden bu detayları araştırmadı da “şeriatı” acilen suçlu ilan etti? ««« Türkiye berraklaştıkça, insan daha fazla şaşırıyor. Ne korkunç bir ağ örülmüş toplumumuzun çevresine.
Mehmet Altan, Star, 22.4.2010 |
23.04.2010 |
Zenginimiz bedel verir, askerimiz fakirdendir...
Bu başlığa bakıp da bedelli askerliğe karşı olduğum düşünülmesin. Türkiye’de bedelli askerlik zaten var! Fiilen var bedelli askerlik. Bedelli askerlik deyince, parasını bastırıp sadece bir ay kışla sınırları içinde boş boş dolaşıp geyik yapma şeklinde yapılan askerlik düşünülmemeli. İmkanı olan, eli kolu uzun olan, varlıklı olan, zengin olan, güçlü olan, rütbeli olan, iktidarı olan herkes askerlik yapıyormuş gibi görünüp gerçekte askerlik yapmıyor. Aslına bakılırsa parası ve gücü olan için sadece askerlik değil, her şey daha kolay hale getirilebiliyor. Parası ve gücü olan cezaevinde cezasını çekerken bile imtiyazlı olabiliyor. Dolayısıyla askerlik gibi zaten eşitsizlik üzerine kurulu bir düzenden eşitlik beklemek, askerlik yapılan yerde gücün ve paranın sökmediğini söylemek hata olur. Hepimiz askerlik yaptık. Aslında milletimizin askerliğini yapmış her bir ferdi biliyor gerçeği... Türkiye’de askerlik abartılır. Çok önemli bir işmiş gibi sunulur. İnsanlar askere giderken davul zurna ile “En büyük asker bizim asker” sloganlarıyla uğurlanır. Sonra ne olur? “Barış zamanı”nda 550 gün askerlik! Üstelik bu askerlik süresinin çoğu, ot yolma, izmarit toplama, kantinde çay sırası bekleme, susuz kışlalarda gazozla tıraş olma, bot boyama, vuran botların arkasına koymak için vatka arama, dayak yeme, “Atatürk kimdir” adlı 10 maddelik, özetle “Her şeyin en büyüğü Atatürk’tür” yazan metni ezberleme, “Duydunuz mu arkadaşlar askerlik kısalıyormuş” sözlerinin açtığı tartışmalarla, bazı komutanlarının özel işlerini yapmakla geçer. Yapılanların çoğu böylesi boş işlerdir. “Askerde bir yumurtayı beş kişi taşır, taşırken de kırarlar” denir. Yediğiniz dayak da cabası. “Askerde dayak yemedim diyen yalan söyler” denir. Bu sayılanların hepsi profesyonel olmayan askerliğin nasıl bir zaman öldürme aracı haline dönüştüğünü gösteriyor. Onun için para ya da başka bir şekilde, güçle, rütbeyle, imkanla askerlikten bir şekilde yırtma ya da mümkün olan en az süre askerlik yapma çabalarını yadırgamıyorum. Çünkü bu, mümkün olan en az süre askerlik yapmak herkesin arzusu. Onun için, askerlikte en önemli şey terhis olmaktır! Dolayısıyla, bütün bu olup bitenlerden sonra ortaya çıkan manzara, fakir ailelerin “En büyük asker” olan çocuklarının “şahadet mertebesine ermesi” oluyor. Türkiye’de ne zamandır “zengin çocukları neden şehit olmuyor” sorusu sürekli sorulup duruyor. Zengini de ölmesin, fakiri de... Hiçbirinin tek damla kanı toprağa akmasın... Bu başka ama eğer bu ülkede askerlik eşit şekilde yapılıyorsa şahadetlerin de birbirine yakın oranda olacağı beklenir. Değilse, o zaman o kahreden soru sorulur: “Madem öyle, neden şehit cenazelerinde gördüğümüz aileler genellikle “under dog”, fakir fukara, yetim kalmış çocuklarının ayaklarında ayakkabıları bile olmayan Mehmetler Memişler...” Elbette bedelli askerlik olsun. Çünkü zaten askerde zamanın çoğu boş geçiyor. Parası olan versin, askerde boş geçecek zamanını parayla satın alsın. Hatta askerlik yapmasın! Kaldı ki paralı askerlik yapmak arzusunda olanların çoğu normal askerlik çağının dışında kişiler. Büyük çoğunluk 30 yaşın üzerinde. Parası olanlar zaten fiilen askerlik yapmıyor, bari bedelli çıksın da bedelini ödesinler. Hem memleket kazansın hem de onlar! Yemen Türküsü’nde olduğu gibi olsun askerlik. Aman değişmesin, değiştirmeyin. Profesyonel orduya geçmeyin! Yoksa komutanların özel işlerini kim yapacak, kim ot yolup izmarit toplayacak? İşte Yemen Türküsü, her şey nasıl da aynı değil mi? “Yemen yolu çukurdandır, karavanam bakırdandır, zenginimiz bedele verir, askerimiz fakirdendir... Tarlalarda biter kamış, uzar gider vermez yemiş, şol Yemen’de can verenler, biri Memet biri Memiş...” Nuh Gönültaş, Bugün, 22.4.2010 |
23.04.2010 |
İşte suçüstü yakalanma budur!
DanIştay saldırısının yapıldığı günü hatırlayın lütfen. Gözü dönmüş genç bir avukat (Alparslan Arslan) Danıştay binasına giriyor ve toplantı halindeki heyete kurşun yağdırıyor. Türkiye şoka giriyor bir anda. Ardından büyük bir öfke patlaması. O zamanlar ülkenin zirve makamında oturan A. Necdet Sezer bile -daha hadise netleşmemesine rağmen- sağduyusunu kaybediyor. Eski Cumhurbaşkanı, “Bu, aslında laik Cumhuriyet’e yapılan bir saldırıdır. Cumhuriyet tarihine bir kara leke olarak yazılacaktır. Bu saldırıya neden olanlar, davranışlarını yeniden gözden geçirmelidirler.” diyor. CHP lideri, “Siyasete kan bulaştı!” demekten çekinmiyor. Dönemin Danıştay Başkan Vekili Tansel Çölaşan, “Allahuekber dedi, ateş etti!” diyerek (ilginçtir bu bilgi yalan çıktı) yangına körükle gidiyor. Ve bir kısım medya! “Türkiye’nin 11 Eylül’ü” deyip yola çıkanı mı ararsın, “Kaşıya Kaşıya” diyerek hain saldırıyı Danıştay’ın aldığı başörtüsü kararına bağlayanı mı ararsın, daha sanık hakkında somut bir gerçek elde edilmediği ve bağlantıları ortaya çıkarılmadığı halde, “28 yaşında, dindar, ülkücü” diyerek kimlik göndermelerinde bulunanı mı ararsın... Bazılarına göre o hain saldırıyı yapan(lar) daha ilk saniyeden belliydi: İrticacılar ve onlara cesaret veren hükümet. Cenaze törenine katılan Cemil Çiçek’i cami avlusunda kovaladılar. Tamam da kimdi bu Alparslan Arslan, eylemi nasıl yapmıştı, kimler kışkırtmıştı, kimler desteklemişti, nasıl olmuş da Danıştay’a silahlı bir şekilde girip elini kolunu sallayarak cinayet mahalline ulaşabilmişti? Bunlar hiç sorulmadı. Kamera kayıtları kanlı eylemdeki esrarı çözecekti. Ancak “Kamera bozuktu.” dediler. Ve dün çok önemli bir gelişme yaşandı. Yüzyılın en büyük skandalı! TÜBİTAK, Danıştay saldırısıyla ilgili bilimsel raporunu 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. TÜBİTAK özetle diyor ki: “Kameralar bozuk değildi. Cinayetten bir gün önce Arslan, keşif yaparken görüntülendi ancak birileri bu görüntüleri izledi, görüntülerin dosya isimlerini değiştirdi ve bu görüntüleri bilinçli olarak sildi.” Anlaşılıyor ki, cinayet günü de Danıştay’ın kameraları yine bilinçli olarak çalıştırılmamış... İnsanın kanını donduran bir gelişme bu! Danıştay binasının güvenliği OYAK’a ait olduğuna göre hesap verecek kişi ve kurumlar belli demektir. Kim, hangi hakla, hangi endişeyle güvenlik kamerasındaki görüntüleri silmeye cesaret edebildi? Bilindiği gibi Danıştay davası, Ankara’da görülmüş ve bir sonuca bağlanmıştı. Ergenekon davasına bakan yetkililer elde ettikleri bilgi ve belgeler ışığında dosyayı İstanbul’a istedi. Eğer bu dosya Ergenekon soruşturmasının kapsamına alınmasaydı kamuoyu asla bazı gerçekleri öğrenemeyecekti. Düşünebiliyor musunuz önce seyredilmiş, sonra başka dosyalarla karıştırılmış, daha sonra da silinmiş güvenlik görüntülerini hiç bilemeyecekti! Çünkü Danıştay saldırısı adeta örtbas edilmişti. Ülkeyi kaosa sürüklemek, darbe şartlarını oluşturmak ve psikolojik harp taktikleriyle masum kitleleri sindirmek isteyenler Danıştay saldırısını vesile ederek korkunç bir proje ortaya koydu. O kadar ki, cinayetin yaşandığı ilk saniyelerden itibaren kara bir propaganda başlatıldı. Apar topar sokaklara dökülenler, lanet okuyanlar, faturayı muhafazakâr kitlelere kesenler... Bugün ortaya çıkan gerçekler karşısında büyük bir üzüntü duyuyorlar mı acaba? Hele kendini toplumun önüne atarak insanları hedef gösterenler o gün yaptıkları yanlıştan pişman oldular mı? Keşke herkes o gün konuştuklarını, yazdıklarını hatırlasa. Ve sorsa kendi kendine: “Cumhuriyet tarihimizin en korkunç cinayeti işlenirken neden x-ray cihazları çalışmadı? Neden güvenlik kameraları silindi? Neden?” Türkiye, büyük badireler atlattı. Ayışığı, Yakamoz, Balyoz gibi darbe planları. AKP’yi ve Gülen’i Bitirme Eylem Planı, Kafes Eylem Planı, Erzincan’da düzenlenen kirli mizansen... Cuntacılar pes etmedi; belki de hiç etmeyecek. Darbe sevdasıyla yanıp tutuşanlar kaos çıkarmak için ha bire planlar hazırlayacak. Unutmamak lazım; artık bu millet kalleş planlara, sinsi komplolara boyun eğmeyecek ve sosyal barışı tehdit eden bir sürece dahil olmayacak... Hem darbeci başarılı olsa ne olacak ki? Bakın dün Arjantin, 25 yıl sonra darbecisini 81 yaşındayken yargıya teslim etti. Zulüm, darbe yapanın yanına kâr kalmıyor, adalet bir gölge gibi onu takip ediyor ve bir gün sanık sandalyesine mutlaka oturtuyor...
Ekrem Dumanlı, Zaman, 22.4.2010 |
23.04.2010 |