Güncel |
Risâle-i Nur okudu, hayatı değişti |
Kısaca özgeçmişinizden bahseder misiniz?
1960 Adıyaman-Merkez doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimimi Adıyaman’da bitirdim. İçimde şekillendiğim aile biraz farklıydı. Annem namazını kılan biriydi, babam ise alkol alan, inançları zayıf bir insandı. Benim liseye başladığım yıl 1975. 1974-75 yıllarında Adıyaman’da kendisini sosyalist tabir edilen gruplar boy gösteriyordu. Adalet, eşitlik fikirleriyle mazlûmların yanında olma şekilde ideolojik söylem etrafında gerçekleştiği için insanı cezb ediyordu bu söylemler. İmanî meselelerde fikri olmayan bir genç için bunlar çok güzel gözüküyordu. 1976’larda Türkiye genelinde olduğu gibi kendisini milliyetçi tabir eden grupların da Adıyaman’da gruplaştığı görülüyordu. Bu iki grup arasında ideolojik rekabetin de ötesine geçerek silâhlı çatışmalar da şekillenmeye başladı. O sıralar lise 2’ye gidiyordum. Ben de sol grupla kendimi tatmin etmeye çalışıyordum. Halka hizmet yaptığımızı zannediyorduk. Lise 2’de ilk tutuklanmam da oldu, yaralama sonucu tutuklandım. Öğrenci olmam sebebiyle 45 gün yatıp beraat ettim.
Ailenizin bu olaylara bakışı nasıldı?
Cezaevinden yeni çıkmışım 15-16 yaşlarındaydım. Ailenin gözdesiydim. Babam hal diliyle de beni destekliyordu. Cezaevine gittiğim zaman babam ikinci gün hemen ziyarete geldi. Lise 2’nin bir bölümünü Siverek’de okudum. Siverek’de de kendilerini ‘ulusalcı Kürt solu’ tabir eden bir grupla temaslarım oldu. 1977’den sonra kendilerini Kürt devrimcisi olarak tabir eden bir grubun taraftarı olarak kendimi ifade ediyordum. Lise sonda silâhlı çatışmada yakalandım, 1,5 sene hüküm yedim. Bu arada ben lise diplomamı da cezaevinde aldım, jandarma nezaretinde okullarda sınava giriyordum. 1980’de cezaevinden çıktım. Ama aklım başımda değildi. Sempati duyduğum örgüt yara aldı, böylece biz de ortada kaldık. Bu süre içinde benim Adıyaman’da kalmam doğru değildi. Mersin’e yerleşmeyi uygun gördüm. İnşaatlarda demir işi yapıyordum. 1,5 sene de Mersin’de ikamet ettim. 1981‘in sonunda asker kaçağı pozisyonundaydım. Beni yakalayıp Tekirdağ'da askere aldılar. Askerden sonra evlendim. Evliliğimde bir kızım ve bir oğlum oldu. Benim sempati duyduğum örgüt tasfiye olmuş, çoğu Avrupa’ya kaçmıştı. Bu durumlar beni alkol içmeye kadar götürdü. 1989 sonlarında siyasî bir partinin kurulması gündemdeydi. Halkın Emek Partisi, CHP’den ayrılan Kürt kökenli kişiler tarafından oluşturuldu. Derken siyasette aktif rol aldım, 1992 yılının Ocak ayının başında Adıyaman’da yapılan bir operasyonda ben ve eşim de gözaltına alındık. Gözaltından sonra Malatya Güvenlik Mahkemesine sevk edildik. Ben 12,5 yıl cezaya çarptırıldım ve bu cezamı çeşitli illere sürgün edilerek bitirdim. 2001‘in yazına kadar cezaevinde kaldım. İlkokul birde bıraktığımı; lise sonda, anasınıfında bıraktığım çocuğumu da lise hazırlığında gördüm.
Toplam 13 sene gibi cezaevinde kalmışsınız, nasıl geçiyordu günler?
Cezaevinde çok kitap okuyordum, günde 700-800 sayfa okuduğumu hatırlıyordum.
Hangi kitaplar meselâ?
Dünya klâsikleri ve sol görüşlerle ilgili materyallerden oluşan kitaplar okuyordum. Aslında Allah inancım vardı. Kaba materyalist düşüncelere hiçbir zaman sahip olmadım. Sanırım tam anlamıyla sosyalist, komünist olmanın hakkını veremedim. Bir mânâ hep kalbimizde duruyordu, belki küflenmişti, ama inanç vardı. Sadece sosyalizmi sırf eşitlikçi yönüyle kabul ediyordum.
Bediüzzaman’ı o dönemlerde tanıyor muydunuz?
Bediüzzaman’ı bir âlim olarak biliyordum, ama kitaplarının var olduğunu bilmiyordum. Kemalizmin hışmına uğradığı için bir sempati duyardım. Fakat toplasanız o zamanlar bir iki cümleden ibaret tarif ederdim. Bediüzzaman’ın düşünce anlamında büyük bir deha olduğunu tasavvur bile edemezdim, bana göre köylü, mütedeyyin, Müslüman bir insan olarak kimseye zararı dokunmayan biri olarak biliyordum. Kısır bir bilgiye sahiptim, yanlış bir bilgiye sahiptim daha doğru olur.
Cezaevinden sonra hayatınızda neler oldu?
Eşimle aramızda sorunlar çıkmaya başladı. 2006 yılında ayrılma kararı aldık. 2007 yılında babamın vefat haberini aldım. Cenaze ile ilgili işlemler için Adıyaman’a gitmek zorundaydım. İşlemleri bitirdikten sonra tekrar Adana’ya dönecektim. Benimle kuzenim olan bir hanım olduğunu öğrendim. Gerek annem, gerek teyzem bu süre içerisinde benimle onun evlenmemizi istediler. Ben de kabul ettim. Bu evlilik benim hayatımın dönüm noktası oldu.
Nasıl bir dönüm noktası?
Evliliğimde bir ayı doldurmuştum, bir akrabam olan Mustafa Biçer ile tanıştım. Mustafa Abinin hal durumu beni çok etkilemişti. Benim idealize ettiğim bir kişiliğe sahip olan kişinin bir ‘Nur Talebesi’ olduğunu öğrendim. Yaşayışı, tavırlarına gıpta ettiğim bir halet içerisinde ki Mustafa’yı bu kadar kâmilleştiriyorsa, mutlaka kaynağı daha güzeldir. İnsandaki yansıması bu şekilde tezahür ediyorsa kaynak daha harikadır dedim kendi kendime… Ziyaretime gelirken sık sık cep boy kitaplar getirirdi, ben de getirdiği gibi okumaya başlıyordum. Yutar gibi okuyordum (47 yaşlarında bundan 3 sene önce...) Tabiat Risâlesi, Âyet-ül Kübra, Küçük Sözler, Haşir... derken… Sonra bir külliyatın olduğunu öğrendim, bir külliyat aldım. Elhamdülillah çok şükür dershanelerin olduğunu da öğrendim, bu dershanede her meslekten her yaştan kardeşlerin büyük bir huşu içerisinde nurları okuduklarını öğrendim. Risâle-i Nur sayesinde 5 vakit namazımı da kılmaya başladım.
Önceki hayatınızla, şimdi ki hayatınız arasında nasıl değişmeler oldu?
Risâle-i Nurlarla tanışmadan önceki hayatım ile tanıdıktan sonraki halim çok çok farklı. Ömrümde oruç tutmamıştım, namaz bile kılmamıştım fakat Risâle-i Nur ufkumu açtı. Gerginliğim sona erdi, çevremle ilişkilerimde iyileşmeler oldu. Olaylara bakışımda belli bir olgunluğa sahip oldum, önceleri küçük mesele için kavgayı, öldürmeyi göze alan ben şimdi olaylara çözümleyici bakışla bakıyorum. Bunu Bediüzzaman Hazretlerinin Risâle-i Nur eserlerine borçluyum. Bana şimdi sorsanız kaç yaşındasınız diye, abartısız “3 yaşında” olduğumu söyleyebilirim. Bundan sonra hakikatleri daha çok anlamaya gayret edeceğim, ulaşabildiğim her insana kendi yakınlarımdan başlayarak Nurları sevdirmeyi kendime amaç edineceğim.
Eski hayatınızın durumunda olan çok insan var. Sizce onlara Risâle-i Nuru istifadeye nasıl sunabiliriz?
Çoğu insanımızın ismini bilmediği ülkelere bile Risâle-i Nurların gittiğini duyuyoruz, bizi bu çok mutlu ediyor. En çok basılan kitaplar arasında olduğu da ayrı bir sevinç… Fakat bunlarla yetinmememiz lâzım, öyle bir çalışma güdülmeli ki Risâle-i Nurlardan nasiplenmeyen insan kalmaması lâzım. Bu hakikatlere sadece Müslümanlar ihtiyaç duymuyor, Nurların mesajına herkesin ihtiyacı var. Bunda basın organlarına çok iş düşüyor. İnsanlığa ulaştırma yönünde önemli bir konuma sahip; fakat elden ele insanlara temas ederek onlarla ilgilenerek bire bir, bir araya gelmek her şeyden daha önemlidir.
Çalkantılı siyasî hayattan gelmiş biri olarak, Bediüzzaman’ın hürriyet ve demokrasi konusunda izahlarını nasıl buluyorsunuz?
Adını nasıl koyarsak koyalım bu mesele herkesi ilgilendiriyor. Rejimin kuruluşunda beri ortaya çıkan sorunlar var. Sağlıklı reçeteler uygulanmadığından bu sorun daha da büyüdü. Bediüzzaman, Münâzarât adlı eserini de iki defa okudum. Bu eser Üstada çok güzel ilham olunmuş, insanlarla genel konuları mütalâa eden Üstad’a bu konuyla ilgili sorular geliyor, bu sorulara eserinde ki cevaplarla, büyük ölçüde bu işi sorun yapanlara kan kaybettiriyor, daha da ettirecek. Bu iki millet bin yıldır birlikte yaşamış savaşlarda zorluklarda birlik yapmış bir milletin evlâtları son dönemde kin ile bir birine bakıyorsa çok acı bir durum söz konusudur. İnşaallah bu millet daha fazla kan kaybetmez, yaralarını sarar. Bu yüzden Risâle-i Nurların okunması bu yaranın tedavi edilmesine etkili olacağı muhakkaktır.
RÖPORTAJ: MUHAMMED ZORLU |
taner.jpg 22.04.2010 |