Aile-Sağlık |
Stres ve stresle başa çıkma yolları
Stres, insanın ortaya çıktığı ilk zamandan beri var olmasına rağmen özellikle son otuz yıl içerisinde evrensel bir ilgi odağı haline gelmiştir. Bu ilginin sebepleri stresin insan sağlığı ve iş hayatındaki performansını olumsuz yönde etkilemesinden kaynaklanmaktadır. Bugün çalışma hayatındaki bireyler, başarılı olmanın meydana getirdiği bir baskı ve gerilimin altındadır. Bu baskı ve gerilimler en üst düzey çalışandan en alt düzey çalışana kadar herkes için geçerlidir. Öyleyse stres bir zorlanma, bir yüklenmedir. Ancak stres aynı zamanda hayatın ayrılmaz bir parçasıdır. Bazı araştırmacılara göre stresten kurtulmak ancak ölümle mümkün olmaktadır. Buradan çıkarılacak sonuç ise, stresin her zaman var olduğu ve ancak bizler onun farkında olup yönetebildiğimiz zaman bizim için yararlı olduğudur. Bir başka özellik ise, stresin bireye özgü bir olay olmasıdır. Şöyle ki; aynı stres oluşturucusuna iki kişinin verdikleri cevaplar farklı olacaktır, zira aralarında bireysel farklılıklar bulunmaktadır. Hal böyle olunca kişilerden biri strese girerken diğeri girmeyebilecektir. Dolayısıyla stres bireylerin onu algılama durumlarıyla sıkı sıkıya bağlıdır. Peki o zaman hangi faktörler bizlerde strese sebep olur, diye soracak olursak, hemen hemen her faktör bunun cevabıdır diyebiliriz. Şöyle ki: Fiziksel stres kaynakları; sıcak, soğuk, gürültü, kötü çalışma şartları, yangın, trafik, şiddet, kişinin kronik bir hastalığının olması. Sosyal stres kaynakları olarak sosyal, ekonomik ve politik şartlar, işsizlik, enflasyon, kira sorunu, vergiler, yüksek suç oranı, çevre kirliliği, teknolojik değişiklikler. Aile ortamında yaşanan, iş yükünün paylaşılması, kıskançlık, cinsiyet rolleri, ailede ölüm veya hastalık, maddî sorunlar. İş ve kariyer hayatında, yetiştirilmesi gereken işler, yanlış anlaşılmalar, iş seyahatleri, işin bölünmesi, rekabet, kendini kabul ettirme çabası, eğitim. Görüldüğü üzere yukarıda da belirttiğimiz gibi çevremizdeki hemen hemen her şey bizlerde stres meydana getirici bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Peki bir stres uyarıcıyla karşılaştığımız zaman onunla nasıl başa çıkmalıyız? Bu sorunun cevabını önümüzdeki hafta sizinle paylaşacağız…
CANAN DEMİRYÜREK /Özel Eğitim Uzmanı |
02.04.2010 |
Tabiî ürünlere dönüş hızlandı Son yıllarda toplum tarafından bitkisel ürünlere oldukça yoğun bir yönelme var. İnsanların alternatif tıbba yönelimini Ziraat Mühendisi Yunus Aksu, gazetemiz için değerlendirdi. Bitkisel ürünler üreten, Aksu Vital Anonim Şirketinin Yönetim Kurulu Başkanı olan Yunus Aksu, arıcılık yaparak işe başladığını söyledi. 21 yıl önce Aksu Bal ile piyasanın içine dâhil olduğunu söyleyen Aksu, arı sütünü ve polenini bir araya getirmekle bitkisel ürünlere ilgisinin arttığını kaydederek, şimdi 15 ülkeye ihracat yaptıklarını söyledi. Ürünlerde “en doğalı yapma” amacını taşıdıklarını söyleyen Aksu, “Artık her bitkinin ve her tohumun yağını çıkarmak mümkün. Yeni dönemde kozmetiklerde aşırı bir sentetikleşme var. İnsanlar da sağlık sorunlarının yeni farkına varmaya başladılar. Biz buna da bir alternatif olma anlamında bitkisel yağ alanına girdik” diyerek şimdilerde mavi anemon çiçeği yağı ile, kırışıklıkları giderici bir ürün hazırladıklarının örneğini verdi. Bazı doktorlar ya da eczacılar bitkisel ürünlerin kullanımında, “neyi ne kadar kullanılacağı bilinmezse yarardan ziyade zarar verir” diyorlar. Siz bitki pazarlayan bir şirket olarak ne diyorsunuz? sorumuzu cevaplayan Aksu, “Bu hem doğru hem yanlış. Yumurta en doğal ürünlerdendir ama çok fazla yerseniz cildiniz kabarır vücudunuz tepki verir. Dolayısıyla her şeyi bir vasatta kullanmak en doğrusudur. İlâçların yan tesirleriyle karşılaştırdığınızda bitkisel ürünlerin yan etkisi yok denecek kadar azdır. Bunun dışında zaten zehirli bitkilerin üretilmesi yasaktır. Kullanılabilen ürünler, doz aşımında bile ortaya kötü bir şey çıkmayan ürünlerdir. İlâçlarla kıyaslanmaz diye düşünüyorum” diyerek fazla tüketilmemesi gerektiğine dikkati çekti. “Doğal arayış insanlığın gelmiş olduğu modernleşme süreciyle de alakalı bir konu. İnsanın elinin değdiği bütün alanlarda buna ihtiyaç var” diyen Yunus Aksu, kirlenmenin dozu ve boyutu arttıkça doğala yönelme artıyor. Sağlığının farkına varan toplumlar özellikle Batı toplumları doğala yönelmeyi bizden önce başladılar. Modern bilginin bir takım değerleri göz ardı ederek yükseldiğini gördüler. Geri dönüş bu yüzden daha hızlı yürüyor. Bu günlerdeki doğala yönelme kirlenmenin şiddetiyle doğru orantılıdır diye düşünüyorum.” şeklinde konuştu. Piyasadaki her bitkisel ürünün tercih edilmemesi gerektiğini aktaran Aksu, tüketicinin, aldığı bitkisel ürünün içeriğini, üreticisini bilmesinin önemli olduğunu, firma kimliği olan, ürettiğinin arkasında durabilen yerlerden alması gerektiğini ifade etti. |
ELİF NUR KURTOĞLU 02.04.2010 |
Kalpte ritm bozukluğu ani ölüm sebebi Dünyada ölüm sebepleri arasında ilk sırada yer alan kalp damar hastalıklarına artık ileri yaşlarda değil, çocuk ve gençlik çağlarında da sıkça rastlandığı bilinirken, kalp hastalıklarından biri olan ve kalbin normalden hızlı ya da yavaş çalışması olarak tanımlanan ‘’aritmi’’nin ani kardiyak ölümle sonuçlanabildiği, bu yüzden ‘’ciddiye alınarak’’ tedavi edilmesi gerektiği bildirildi. Ege Üniversitesi (EÜ) Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cüneyt Türkoğlu, ritm bozukluğunun belirtileri, teşhisi ve sonrasında yapılması gerekenleri anlattı. Türkoğlu, konuyla ilgili şu bilgileri verdi: ‘’Kalbimiz muntazam çalışan bir makine gibi görev yapar. Belli bir atış sayısı vardır, belli bir intizamda çalışır. Normal ritmi dakikada 60-90 arasındadır. İstirahat halinde daha azdır, ama koşarken, merdiven çıkarken, yani organların daha fazla kana ihtiyacı olduğunda sayısını arttırır. Bu, belli bir intizam içinde olur. Bunda değişiklik olur, bir düzen göstermezse, ortaya çıkan düzensizliğe kalpte aritmi diyoruz. Yani kelime anlamı düzensiz ritm. Bu değişik derecelerde olabilir. Önemsiz ritm bozuklukları olabileceği gibi, son derece önemli ritm bozuklukları da olabilir. Bu, kişinin hayatiyetini etkiler.’’ |
02.04.2010 |
İnsanlar manevî huzuru arıyorlar Atatürk Üniversitesi Psikayatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nazan Aydın, bayanlara beyin ile din arasındaki ilişkiye dair bir konferans verdi. Palandöken İlçe Müftülüğü Konferans Salonu’ndaki programa açış konuşmasını yapan İlçe Müftüsü Mustafa Baytar, İslâm Dini’ne göre insanın en güzel varlık olduğunu belirterek, insanı diğer canlılardan ayıran özelliğin başında düşünmenin geldiğini söyledi. Aklın ve düşünmenin ana merkezinin beyin olduğunu ifade eden Baytar, dini hizmeti verenler ile farklı alanlarda uzman kişileri buluşturmaya çalıştıklarını ifade etti. Prof. Dr. Nazan Aydın ise ‘Aşkın Yaşantıların Beyindeki Yeri’ konusunda konferans verdi. İnsanlar istedikleri maddiyata ulaşsa da manevî huzuru aradığına dikkat çeken Aydın, insanlarda hep inanma ihtiyacı olduğuna değindi. Dünyanın değişik bölgelerinde inancını yaşayan insanların videolarını izleten Aydın, insanların ibadetle, dua edip ve zikir yaparak manevî huzuru bulmaya çalıştıklarını dile getirdi. Aydın, dini yaşantıyla hissedilen duyguların beynin bölgeleri ile olan ilişkisini anlattı. Beynin ön kısmının insanın mantığının ve uygun davranışlarının yeri olduğunu ifade eden Aydın, beynin parietal bölgesi sayesinde insanın dış ortamı idrak edebildiğini belirterek, ibadet edildiğinde bu bölgenin aktif olmaması gerektiğini açıkladı. |
02.04.2010 |
Çocuk psikolojisini uzmanına danışın Çocuk ve Genç Psikiyatrisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Füsun Çuhadaroğlu, aileleri, özellikle televizyonlarda çocuk ve gençlerin ruh sağlığı konusunda uzmanlık alanı dışında görüş bildiren kişilere karşı uyardı. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Çuhadaroğlu, davranış bozuklukları başta olmak üzere çocuk ve gençlerde görülen ruhsal sorunların tedavisinin psikiyatri uzmanlarının ilgi alanına girdiğine dikkati çekti. Çuhadaroğlu, bazı televizyon programlarında, diğer branşlardan hekimlerin bu konuda görüş ve teklifler dile getirmesini eleştirdi. Hekimlerin kendi uzmanlık alanı dışındaki bir konuda yorum ya da klinik uygulama yapması, bu uygulamalara ilişkin kendisine başvurulmasını özendiren başarılardan söz etmesi, sağlıklı bir çok çocukta görülebilecek davranışları ‘’uyum sorunu’’ olarak nitelemesinin etik açıdan doğru olmadığını vurgulayan Çuhadaroğlu, şöyle konuştu: ‘’Yaptığımız incelelerde, bu programlardan birinde psikiyatri uzmanı olmayan bir hekimin, uzmanlık alanı olmamasına rağmen, ekrandan kendisine iletilen konularla ilgili yanlış teşhisler koyup önerilerde bulunduğunu gördük. Hatta bu hekimin kendi alanı ile ilgili de kabul edilemeyecek ifadeler kullandığını, dile getirilenlerin koruyucu ruh sağlığı açısından oldukça zararlı öneriler içerdiğini belirledik.’’ Bu tür programlarla ailelere yanlış mesajlar verildiğini, yararsız, hatta olumsuz önerilerde bulunularak çocukların sorun olan davranışlarını pekiştirici, bakım verenleri de suçlayıcı yaklaşımlarda bulunulduğunu anlatan Çuhadaroğlu, ‘’Bu kişiler aileleri yanlış tedavi yöntemlerine yönelttiği için çocuklarda olumsuz sonuçlar ortaya çıkabilir’’ dedi. |
02.04.2010 |