Lahika |
Hadis-i Şerif Meâli
Dünyanın kapıları size açılacaktır. Öyle ki siz evlerinizi Kâbe'nin süslendiği gibi süsleyeceksiniz. Fakat siz bu gün, o günden daha hayırlısınız.
Câmiü's-Sağîr, No: 2335 ************************************************************************************************** |
20.03.2010 |
Ermeniler Said Nursî’ye hayran kaldı Molla Said, Ermeni çoluk çocuğunu serbest bıraktı; onlar da, Rusların içerisindeki ailelerinin yanına döndüler. Bu hareket Ermeniler için büyük bir ibret dersi olup, Müslümanların ahlâkına hayran kalmışlardı. O muharebeler (1. Dünya Savaşı) esnasında, Ermeni fedâileri bazı yerlerde çoluk çocuğu kesiyorlardı. Buna karşı Ermenilerin çocukları da bazan öldürülüyordu. Bediüzzaman’ın bulunduğu nahiyeye binlerle Ermeni çocuğu toplanmıştı. Molla Said askerlere, “Bunlara ilişmeyiniz!” diye emretti. Daha sonra bu Ermeni çoluk çocuğunu serbest bıraktı; onlar da, Rusların içerisindeki ailelerinin yanına döndüler. Bu hareket Ermeniler için büyük bir ibret dersi olup, Müslümanların ahlâkına hayran kalmışlardı. Bu hadise üzerine, Ruslar bizi istilâ ettiklerinde, fedai komitelerin reisleri Müslüman çoluk çocuğunu kesmek adetini bırakıp, “Madem Molla Said bizim çoluk çocuklarımızı kesmedi, bize teslim etti; biz de bundan sonra Müslümanların çocuklarını kesmeyeceğiz” diye ahdettiler. Molla Said, bu sûretle o havalideki binlerle masumların felâketten kurtulmasını temin etmiş oldu. Bir müddet sonra, Ruslar, Van ve Muş tarafını istilâ edip, üç fırka ile Bitlis’e hücum ettiği sırada, Bitlis Valisi Memduh Bey ile Kel Ali, Bediüzzaman’a, “Elimizde bir tabur asker ve iki bin kadar gönüllünüz var; biz geri çekilmeye mecburuz,” dediler. Bediüzzaman onlara, “Etraftan kaçıp gelen ahalinin ve hem de Bitlis halkının malları, çoluk ve çocukları düşman eline düşecek; biz mahvoluncaya kadar dörtbeş gün mukavemete mecburuz,” demesi üzerine; onlar, “Muş’un sukut etmesi dolayısıyla otuz topumuzu askerler bu tarafa kaçırmaya çalışıyorlar. Eğer sen, o otuz topu gönüllülerinle ele geçirebilirsen, birkaç gün o toplarla mukabele ederiz ve ahali de kurtulur” dediler. Bediüzzaman, “Öyle ise ben, ya ölürüm veya o topları getiririm,” diyerek üç yüz gönüllünün başına geçti. Geceleyin, Nurşin tarafına, topların getirildiği cihete gitti. Toplan takip eden bir alay Rus Kazağına kendi muhbirleri, “Bitlis’i müdafaa eden gönüllü kumandanı üç bin adamla ve dağdaki meşhur Mûsa Bey bin kişi ile topları kurtarmaya geliyorlar” diyerek, pek ziyade mübalâğa ile ihbar etmeleri üzerine, Kazak kumandanı korkmuş, ilerleyememişti. Bediüzzaman da, beraberindeki üç yüz gönüllüyü rast geldikleri toplara birer ikişer taksim edip Bitlis’e gönderir; kendisi ise ilerleyerek topları birer birer kurtarıp, en son topu da üç arkadaşıyla birlikte ele geçirir. Bu şekilde, otuz topun Bitlis’e gelmesini temin eder. O toplarla, üç-dört gün, asker ve gönüllüler düşmana mukabele edip, bütün ahali ve cihâzât ve mallar kurtulur. Bediüzzaman, o harbde, gönüllülere cesaret vermek için, sipere girmeyerek, avcı hattında dolaşırdı. Avcı hattında en ileride atını sağa sola koştururken, birden hatırına gelir ve rûhuna ilişir ki, “Şu anda şehit olsam; bu vaziyetim, yani en ilerde göze çarpan şu halim, sakın, mertebe-i şehadetin bir esası olan ihlâsıma zarar vermesin, bir hodfüruşluk mânâsı olmasın” diyerek, birden atını döndürür ve arkadaşlarının yanına gelir.HAŞİYE
HAŞİYE: İşte, muharebenin şiddetli anında, hayat-memat meselesi vaktinde “Benim zahiren kahramanlık gibi görünen bu vaziyetim hakîki ihlâsa aykırı olmasın?” diye düşünmesi, kemâlât-ı insaniyenin bir misâlidir, denilebilir. Meydan-ı harbde, düşman karşısında, gülleler içerisinde, talebelerine cesaret vermek için en elzem bir kahramanlığı fiilen göstermek emeliyle avcı hattında atını sağa sola döndürürken, bu sûretle cesaret-i îmaniye ve şehamet-i İslâmiyeyi en ala bir derecede, bir kumandan mânâsıyla îfa ederken, rûhunda ve niyetinde en alî ve safì bir mertebe-i kemal olan sırr-ı ihlâsı kaçırmamayı ehemmiyetle düşünmesi ve dikkat kesilmesi, onun zahiren takdire şayan hizmet-i dîniyesi, fedakârâne mücahedesi kadar, belki daha ziyade, rûhunun kemaline de delâlet eder. İşte, Molla Said bütün hayatının şehadetiyle gerçi beyne’l-İslâm “Bediüzzaman”, “Sahibüzzaman”, “Fahrüddeveran”, “Fatînülasır” ünvanlarıyla yad edilmiş; fakat bu, hiçbir zaman hakîkatsiz ve bir sözden ibaret değildir. Risâle-i Nur ile yaptığı muazzam hizmet-i îmaniye ve Kur’âniyesi ve teşkil ettiği hamiyet-i dîniye ile serfiraz milyonlar fedakâr talebelerin kudsî şahs-ı mânevîsi, bir şahid-i sadık ve bir delil-i kat’îdir. Tarihçe-i Hayat, s. 99, (yeni tanzim, s. 177) ************************************************************************************************** |
20.03.2010 |
Risâle-i Nur ve şefkat
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin acz, fakr, şefkat ve tefekkür yolu olarak tarif ettiği îman ve Kur’ân hizmetinin dört büyük esasından birisi de şefkattir. Bu esaslardan biri olan şefkat; merhamet, hamiyet, ihsan ve kerem gibi yüksek seciyelerin müjdecisidir. Şefkat, insanı Rahîm ismine ulaştıran en büyük vesiledir.1 Fazilet sahibi ve takva ehli insanların bir kısmı toplum hayatından uzak durmuş, şahsî ibadetleri ve tefekkürleriyle baş başa kalmışlardır. Nur Külliyatı’nda bu yol bir çeşit velâyet yolu olarak tarif edilmektedir. Diğer bir kısmı ise insanlar arasına girmiş, mânevî dertleriyle hemhâl olmuşlardır. Risâlet yolu olarak tarif edilen bu yol ise hizmet-i mâneviyemize en ehemmiyetli meşrep olarak sunulmuştur: “Ehl-i faziletin en mühim meşrebi; acz, fakr ve tevazu ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye karışmak tarzındadır. Lillâhilhamd bu meşrep üstüne hayatımız gitmiş ve gidiyor” ifadeleri ise bu konuyu tey’id eder niteliktedir. İnsanın mahiyetine baktığımızda fıtratında bulunan rikkat-i cinsiye itibariyle bütün kâinatla, özellikle de eşref-i mahlûkat olan insanla alâkadardır. Kur’ân ve îman hizmetkârları başkalarının hatalarına, isyanlarına, günahlarına seyirci kalmayı insanlık dışı görürler. Çünkü Allah’a karşı işlenen suçlara, günahlara, haramlara seyirci kalmak yani kimsenin yanlışlarına karışmamak görünüşü nezaket, insancıl; hakikati ise muhatabın ebedî cehenneme gitmesini gülerek karşılamaktır. Bu gibi hallerde “efkârı hakâik cihetinde tevcih, teşvik, tembih etmek”2 vazifesi mukaddes addedilmiş ve Kur’ân’da ümmet-i Muhammed’in diğer ümmetlerden daha hayırlı olmasının en büyük bir sebebi olarak haber verilmiştir. Allah ve Resûlullah’ı (asm) sevdirmeyi en büyük ideal ve vazife bilen Bediüzzaman ve ekolü, günümüz fırtınalı denizinde pusulasını kaybetmiş, yol ve yönünü bir türlü tayin edememiş, kalpleri bulanık, beyinleri sarsılmış insanların hizmetine koşma, ellerinden tutma, aydınlığa kavuşturmayı Risâle-i Nur’daki şefkat esasına dayanarak vazife addetmektedirler. Günümüzde nesillerin özellikle de gençlerin ifsad edildiği, günah ve haram taarruzunun yoğunluğu altındaki insanların Kur’ân’a ve îmana yönelmeleri gösteriyor ki, insanlık fıtratında olan gerçek hakikati arıyor. Bu yüzden “rahmet, sevgi, şefkat” odaklı Kur’ân’ın bu asırdaki dersi Risâle-i Nur’a insanlığın şimdi daha çok ihtiyacı var…
Dipnotlar:
1- Sözler, s. 438, 2- Muhakemat.
MİNE TÜRÜDÜ ACAR
************************************************************************************************** |
20.03.2010 |