Aile-Sağlık |
Sınav kaygısını nasıl kontrol edebiliriz?
Merhaba; Uzun yıllar eğitim ve sağlık sektöründe bir çok alanda çalışıp gençleri ve ailelere seminerler&seanslar veren ve halen de vermeye devam eden bir eğitim uzmanıyım. En çok karşılaştığım, ailelerden ve gençlerden gelen sorularla sizlerle birlikte olacağım. Sürekli sözlü olarak birçok insanın sorunlarını beraber çözmeye çalıştık. Şimdi inşallah yazılarımla sizlerin de en çok karşılaştıklarınız sorunlarınızı çözmeye çalışacağız. Bugün sizlere son zamanlarda gençleri en çok sıkan sınav kaygısını açıklayarak nasıl başa çıkacağımızı anlatacağım. En çok sorulan sorulardan bir tanesi “Hocam biz bu sorunu neden yaşıyoruz? Nasıl çözebiliriz? Neden kaynaklanıyor?” Ben de bu sorularla karşılaştığımda, gençlere, “Sorunumuzun ne olduğunu, neler yaşadığımızı, hayatımızın akışını nasıl değiştirdiğini biliyor musunuz?” diye cevap veriyorum. İsterseniz sınav kaygısını açıklıyayım; Sınav öncesinde öğrenilen bilgilerin, sınav sırasında etkili bir biçimde kullanılmasına engel olan ve başarının düşmesine yol açan yoğun kaygıya, sınav kaygısı denir. Kaygı, stresli durumlarda yaşanan fıtrî bir duygudur ve hayatın tabiî bir parçasıdır. Eğer; ders çalışmaktan rahatsızlık duyuyorsanız, ders çalışmayı sürekli erteliyorsanız, derslerle ilgili konuşmalardan kaçınıyor veya geçiştiriyorsanız, saatlerce ders çalışıyor, ancak çalıştığınız konuyu anlamıyorsanız, kendinizden beklenen başarıyı gösteremiyorsanız.... Sınav sırasında; bir boşluk yaşıyor, bütün bildiklerimizi unuttuğumuzu zannediyor, kendimizde bazı rahatsızlıklar hissediyorsanız (terliyor, kalbiniz sıkışıyor, elleriniz titriyor, nefesiniz daralıyor, çok heyecanlanıyorsanız )... Bu sebeple başarınız düşüyorsa “sınav kaygınız var” demektir. Sınav kaygısı ile beraber görülen fiziksel, duygusal ve davranışsal belirtilerden bazıları; mide kasılması, bulanması, baş ağrıları, ağız kuruması, çarpıntı, yoğun endişe, gerginlik, tolerans azalması, korku, kaçma (ders çalışmayı bırakma, sınavı yarıda bırakma), ders çalışmayı erteleme, sınava girmeme... Sınav kaygısı yaşarken zihnimizden geçen olumsuz düşüncelerden bazıları ise genelikle ‘Ya başarısız olursam’, ‘Ya kazanamazsam’, ‘Eyvah, yine sınav yaklaşıyor. Çalışmamı yetiştiremeyeceğim’, ‘Bu sınavda başarısız olacağım ve herkes aptal olduğumu düşünecek’, ‘Çalıştığım halde kendimi yeterli görmüyorum’, ‘Zaman kalmadı. Hiçbir şey bilmiyorum. Herkes çalışmasını bitirmiştir’ gibi düşüncelerdir… Sınav kaygısı ile baş etmek için, gerçekçi olun, olumsuz sonuçları genellemeyin, alternatiflerinizi gözden geçirin, kendinize güvenin, sınav öncesi dinlemiş olun, son dakika çalışmasından kaçının, sınav öncesinde diğer adaylar hakkında sınavla ilgili konuşmayın. Sınav kaygısını azaltmak için ise sınavlara bir plan ve program dahilinde hazırlanmak, çalışmaları “asla” ertelememek, zamanı verimli kullanmak, beklentiyi gerçekçi tutmak, olumsuz duygu, düşünce ve davranışlardan kaçınmak gerekmektedir. Eğer bu konuda kişi zorluklar yaşamaya devam ediyorsa mutlaka konu ile ilgili uzmanlardan destek alması gerekmektedir. Kaygı, yarının faresinin bugünün peynirini yemesidir…
CANAN DEMİRYÜREK /Özel Eğitim Uzmanı |
20.03.2010 |
Bebekler duyamadıklarını söyleyemezler UZMANLAR çocukların, işitme kaybı olup olmadığının belirlenmesi için ilk 3 ayda mutlaka doktor kontrolünden geçmesi gerektiğini belirtiyor. Bursa Özel Doruk Hastanesi’nden Kulak Burun Boğaz Uzmanı Dr. Abdullah Günen, çocukların işitme kayıplarının nedenlerinin çeşitli olduğunu söyledi. İşitme kaybının derecesi ne olursa olsun, çocuğun konuşma ve dil öğrenmesini etkilediğine işaret eden Uzman Dr. Günen, işitme kaybının aynı zamanda sosyal ve duygusal sorunlara yol açtığını kaydetti. İşitme kaybı ne kadar az ise konuşmanın o kadar iyi olduğunu anlatan Dr. Günen, 30 desibellik bir işitme kaybının bile çocuğun konuşmayı öğrenmesini olumsuz yönde etkilediğini vurguladı. ‘s,p,t,k,h’ gibi ünsüz harflerin çok düşük şiddette konuşma enerjisi taşıdığını açıklayan Dr. Günen, şu bilgileri verdi: “Konuşmayı ve dili öğrenmiş olan erişkinler dinleme sırasında bu sesleri duyamamaktan oluşan ara boşlukları beyinlerinde tamamlar. Yeni öğrenmekte olan bebeklerin sesleri algılayıp belleklerine kaydedebilmeleri için bütün seslerin açık ve berrak olarak duyulması gereklidir. Frekanslara göre işitme şekli, kaybın sabit veya ilerleyici olması, başlangıç zamanı, tanı zamanı, işitme cihazının uygulama zamanı, verilen eğitimin şekli ve yoğunluğu konuşma ve dilin öğrenilmesinde önem taşır. Çocukta işitme kaybı gizli bir engeldir. Bebekler iyi duyamadıklarını söyleyemezler. 6 haftalıktan itibaren, normal işiten bebekler, insan sesine diğer seslerden daha fazla tepki verirler. 6 aylık bir bebek dili analiz etmeye başlar, onu parçalara böler, daha sonra tekrar birleştirebilmek üzere dili belleğine kaydeder” diye konuştu. Bebeklerde işitme kaybının ilk 3 ay içinde tesbit edilmeye çalışılması gerekliliğini vurgulayan Dr. Abdullah Günen, işitme kaybı açısından risk taşıyan bebeklerin tarama çalışmalarında belirgin işitme kaybı olanların, ortalama yüzde 50’sinin teşhis edilebildiğini söyledi. |
20.03.2010 |
Dünyanın yüksek tansiyonu düşüyor AVRUPA Hipertansiyon Derneği (ESH) Başkanı Prof. Dr. Krzysztof Narkiewicz, dünya genelinde yüksek tansiyonda düşüş olduğunu belirterek, ‘’İnsanlar artık modern hayatın sıkıntılarına ve strese adapte olabiliyor’’ dedi. Yüksek tansiyon konusunun ele alındığı uluslar arası bir toplantı dolayısıyla İstanbul’da bulunan Narkiewicz, büyük tansiyonun kişinin yaşına göre yüksek olmasına halk arasında ‘’yüksek tansiyon’’, tıp dilinde ise ‘’hipertansiyon’’ denildiğini anımsattı. Yüksek tansiyonun genellikle belirti vermediğini, tesadüfen bulunduğunu bildiren Narkiewicz, ‘’Düzensiz yaşam tarzı, aşırı tuz tüketimi, stres de tansiyonu yükselten faktörler arasında. Hastanın hayat tarzını da değiştirme gerekliliği var’’ dedi. Son yıllarda dünya genelinde ortalama rakamlara bakıldığında yüksek kan basıncı değerlerinde, yani yüksek tansiyonda düşüş olduğunu vurgulayan Narkiewicz, insanların artık modern hayatın sıkıntılarına ve strese adapte olabildiğini belirtti.
HİPERTANSİYONUN hâlâ dünya genelinde yeterince tedavi edilemediğini kaydeden Narkiewicz, şu bilgileri verdi: ‘’Hipertansiyon ile mücadelede hekim ve hastanın koordineli çalışması önemli. Piyasada yüksek tansiyon şikâyeti olanların yüzde 90’ına uygun ilâçları bulmak mümkün. Yine de hastalar yeterince tedavi almıyor. Hastaya uygun hipertansiyon ilâcı her zaman doktoru tarafından seçilmelidir. Tansiyon tedavisi sabır gerektiriyor. Bir aylık, iki aylık, üç aylık kısa vadeli çözümler yerine 20-30 yıllık dönemde etkin olacak tedavilere odaklanılmalı. Uzun vadeli tedavi ileride görülebilecek inme, kalp rahatsızlıkları, böbrek yetersizliği risklerini azaltır.’’ Kan basıncında ani iniş çıkışların hastaları korkutabildiğine dikkati çeken Narkiewicz, ‘’Önemli olan hastanın ortalama tansiyonuna bakıp karar verebilmektir. Tansiyon, hava sıcaklığı gibidir. Zaman zaman iniş çıkışları olabilir. Ortalama seyri dikkate almak önem taşır’’ diye konuştu. |
20.03.2010 |