Güncel |
Bakan Babacan: Anayasa er ya da geç değişmeli |
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, mevcut Anayasa’nın birinci sınıf bir demokrasiye yakışmadığını, mutlaka değişmesi gerektiğini defalarca dile getirdiklerini belirtti. Ali Babacan, CNN Türk Televizyonunda, Uluslararası Para Fonuyla (IMF) ilişkiler başta olmak üzere ekonomideki son gelişmeleri değerlendirdi. Babacan, Türkiye’nin içinde bulunduğu aşamada, IMF ile yapılacak bir anlaşmanın getirebileceği kredibilite katkısının çok fazla olmayacağını söyledi. Babacan, Anayasa değişikliğinin bu dönemde yapılıp yapılmayacağı yönündeki soruyu cevaplerke ise mevcut Anayasa’nın birinci sınıf bir demokrasiye yakışmadığını, mutlaka değişmesi gerektiğini defalarca dile getirdiklerini belirtti.Avrupa Konseyi’nin Venedik Komisyonu’nun ülkelerin anayasalarını incelediğini, uluslararası demokratik standartlara uygun olup olmadığına baktığını hatırlatan Babacan, söz konusu komisyonun Türkiye ile ilgili yayınladığı raporda da anayasada belli noktalarda kesinlikle demokratik standartlara uymayan maddelerin olduğunun açıklandığını kaydetti. Dolayısıyla Anayasa’nın er ya da geç değişmesi gerektiğini ifade eden Babacan, bununla ilgili sürdürülen çalışmaların belli aşamaya geldiğinde TBMM’de tartışılacağını söyledi.‘’Bu dönemde Meclis’e gelir mi?’’ şeklindeki soru üzerine Babacan, AK Parti’nin Anayasa’yı tek başına değiştirecek çoğunluğunun olmadığını ancak milletvekili sayılarının 330’un üzerinde olduğunu hatırlattı. Yapılacak gizli oylamada bir sorun olmayacağını düşündüğünü, ancak her gizli oyun bir risk payının bulunduğunu ifade eden Babacan, ‘’Tabii 330’u bulamazsak Anayasa değişmemiş olur. Ancak bu noktada bir sorun yaşanmayacağını düşünüyoruz’’ dedi.
|
18.03.2010 |
AVRUPA TÜRKİYE'NİN TEMİZLENMESİNE YARDIMCI OLUYOR |
Ergenekon iddianamesi ve balyoz eylem planı iddialarının Avrupa ülkelerinde dikkatle izlendiğini anlatan Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu, ''Avrupa, Türkiye'nin tamamen şeffaflaşmasını, demokratikleşmesini ve sivilleşmesini istiyor. Türkiye'de darbe teorileri, komplo teorileri, hükümet devirme girişimleri gibi konuların düşünülmesi bile artık kabullenilemez. Dolayısıyla Avrupa da Türkiye'nin bu temizlenme çabasına destek oluyor” şeklinde konuştu. ÀCİLEN ANAYASA DEĞİŞMELİ, YARGI REFORMU YAPILMALI
AİHM'de, aleyhinde başvuruda bulunulan ülkeler sıralamasında Türkiye'nin Rusya'dan sonra ikinci sırada geldiğini belirten Çavuşoğlu, Türkiye'de yargı reformunun âcil ihtiyaç haline geldiğini söyledi. Çavuşoğlu, ''AİHM'de Türkiye aleyhinde 14 bine yakın dosya var ve Türkiye birçok kez birçok konuda mahkûm edildi. Dolayısıyla bununla ilgili gerekli tedbirleri almak; anayasa ve yasalarda düzenlemeler yapmak gerekiyor” dedi.
AB, demokrasi istiyor
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu, ‘’Avrupa, Türkiye’nin tamamen şeffaflaşmasını, demokratikleşmesini ve sivilleşmesini istiyor’’ dedi.Kazakistan’a resmi bir ziyaret gerçekleştiren Çavuşoğlu, Türk gazetecilere yaptığı açıklamada, ‘’Ergenekon iddianamesi’’, ‘’Balyoz eylem planı iddiaları’’, ‘’Yargı reformu’’, ‘’Anayasa değişikliği’’, ‘’Referandum’’, ‘’Erken seçim’’ gibi konulardaki düşüncelerini açıkladı. Ergenekon iddianamesi ve balyoz eylem planı iddialarının Avrupa ülkelerinde dikkatle izlendiğini anlatan Çavuşoğlu, ‘’Avrupa, Türkiye’nin tamamen şeffaflaşmasını, demokratikleşmesini ve sivilleşmesini istiyor. Türkiye’de artık darbe teorileri, komplo teorileri, hükümet devirme girişimleri gibi konuların düşünülmesi bile artık kabullenilemez. Dolayısıyla Avrupa da Türkiye’nin bu temizlenme çabasına destek oluyor. Ama hepimizin tabii ki arzusu bu sürecin gayet şeffaf olması, hukuka uygun olması. Şu anki süreçte Avrupa’nın pozisyonu bu. Türkiye’nin sivilleşmesini ve demokratikleşmesini destekleyen bir tavır’’ diye konuştu.
“YARGI REFORMU VE YENİ ANAYASAYA İHTİYAÇ VAR” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM), aleyhinde başvuruda bulunulan ülkeler sıralamasında Türkiye’nin Rusya’dan sonra ikinci sırada geldiğini anlatan AKPM Başkanı Çavuşoğlu, Türkiye’de bir yargı reformunun acil ihtiyaç haline geldiğini söyledi. Bu düşüncelerini başkan olmadan önce de başkan seçildikten sonra da tekrarladığını anlatan Çavuşoğlu, ‘’AİHM’de Türkiye aleyhinde 14 bine yakın dosya var ve Türkiye bir çok kez bir çok konuda mahkum edildi. Dolayısıyla bununla ilgili gerekli tedbirleri almak gerekiyor. Yargı reformunu yapmak gerekiyor. Anayasa’da yasalarda düzenlemeler yapmak gerekiyor. Başka mekanizmalar kurmak gerekiyor. Çözüm mahkemeleri gibi kurumlar kurmak gerekiyor. Böylece bu işlerin büyük kısma aslında kolayca çözülebilir. Bunu biliyoruz. Yine Ombudsmanlık meselesini Türkiye’ye getirmek gerekiyor. Yani çok basit küçük adımlarla bile şu anki dosyaların büyük kısmını Türkiye’ye geri gönderebiliriz. Türkiye’nin ciddi bir şekilde yargı reformuna ihtiyacı var. Yeni bir anayasaya ihtiyacı var’’ şeklinde konuştu.
|
18.03.2010 |
Başbakanlıkta anayasa zirvesi |
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, hukukçu bazı bakan ve milletvekilleri ile Anayasa değişikliklerine son şeklini vermek üzere bir araya geldi. Başbakan Erdoğan başkanlığında, Başbakanlık Merkez Bina’da yapılan ve Anayasa değişikliklerinin ele alındığı belirtilen toplantıya, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcıları Cemil Çiçek, Bülent Arınç, Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ, AKP Genel Başkan Yardımcısı Haluk İpek, TBMM Adalet Komisyonu Başkanı ve AKP Ankara Milletvekili Ahmet İyimaya, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı ve AKP İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu, AKP Adana Milletvekili Ömer Çelik katıldı. |
18.03.2010 |
Levent Göktaş ifade verdi |
İkıncı ‘’Ergenekon’’ davasının tutuklu sanıklarından emekli Albay Levent Göktaş, adliyede ifadesinin alınmasının ardından yeniden cezaevine götürüldü. Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesinde yaklaşık bir saat kalan Göktaş, Cumhuriyet Savcısı Kadir Altınışık’a ifade verdikten sonra hakim ve savcıların kullandığı kapıdan dışarı çıkarıldı. Ring aracına bindirilen Göktaş, yeniden Silivri Cezaevine götürüldü.Levent Göktaş’ın avukatı Celal Ülgen, Göktaş’ın hem şüpheli hem de tanık olarak başka bir yerdeki farklı bir soruşturmadan dolayı ifadesinin alındığını söyledi |
18.03.2010 |
İstanbul'da Doğu Türkistan sempozyumu |
Doğu Türkistan’daki (Sincan-Uygur Özerk Bölgesi) sorunlara dikkat çekmek amacıyla çeşitli akademisyen ve sivil toplum kuruluşu temsilcisinin de katılacağı bir sempozyum düzenlenecek. İHH İnsanı Yardım Vakfından yapılan açıklamada, Çin’in özerk bölge ilan ettiği Doğu Türkistan’daki Müslüman Uygur Türklerinin her türlü insan hakları ihlallerine maruz kaldıkları ifade edilerek, geçen yıl Urumçi’de yaşanan olaylarla dünya gündeminin dikkatini çeken Doğu Türkistan’daki sıkıntıların devam ettiği belirtildi. Bu coğrafyada yaşanan baskılara dikkat çekmek için Türkiye’de ilk defa Doğu Türkistan Sempozyumu’nun düzenleneceği belirtilen açıklamada, sempozyuma, katliamların görgü tanıkları ile Türkiye’de ve yurt dışında yaşayan Doğu Türkistan kökenli akademisyenler ve aktivistlerin katılacağı bildirildi.İHH tarafından düzenlendiği belirtilen sempozyumla, Doğu Türkistan’da yaşanan insan hakları ihlalleri, baskılar, işkenceler, gözaltında kaybolmalar, doğum kontrolü, kürtaj, işsizlik, dini ve kültürel yasaklar gibi sorunların dünya kamuoyunun dikkatine sunulacağına yer verilen açıklamada, Zeytinburnu Sanat ve Kültür Merkezi’nde yapılacak ve 20 Mart Cumartesi günü başlayacak olan sempozyumun 2 gün süreceği belirtildi. |
18.03.2010 |
Ermeni açılımında “kovma” noktası |
Hükümetin başlattığı Ermeni açılımı, ABD ve İsveç'te birer oy farkla alınan kararlar gerekçe gösterilerek sekteye uğrarken, Başbakan Erdoğan’ın, Londra’da, İngiltere Başbakanı Brown’a “Türkiye’de kaçak çalışan yüz bin Ermeniyi sınırdışı ederiz” açıklamasıyla olaya yeni bir boyut kazandırdı. Erdoğan’ın açıklaması diplomatik çevrelerde eleştirilirken, AKP’de de sıkıntıya yol açtı. Partinin Dış İlişkiler Başkan Yardımcısı Suat Kınıklıoğlu, Erdoğan’ın sözlerini tevil etmeye çalışırken, ‘’bugünden yarına yapılacak birşeyden bahsedilmediğini, konunun başka mecraya çekilmemesi gerektiğini’’ söyledi. Farklı mecraya çekmeyin
AKP Dış İlişkiler Başkan Yardımcısı Suat Kınıklıoğlu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Türk-Ermeni normalleşmesine zarar veren karar tasarılarının alındığı bir donemde, Türkiye’de yaşayan kaçak Ermenileri hatırlatması konusunun ‘’farklı bir mecraya çekilmesinin doğru olmadığını’’ ifade ederek, ‘’Bugünden yarına yapılacak bir şeyden bahsedilmediğini’’ belirtti. Başbakan Erdoğan’ın İngiltere ziyaretine katılan Kınıklıoğlu, yaptığı yazılı açıklamayla, Erdoğan’ın Türkiye’deki Ermenilere yönelik sözlerine ilişkin açıklık getirdi. Erdoğan’ın, Türkiye’de yaşayan kaçak Ermeni vatandaşlarına gösterilen toleransa vurgu yaptığını dile getiren Kınıklıoğlu, yıllardır Türkiye’de yaşayan ve çeşitli alanlarda çalışan Ermenilere, 2005 yılından bu yana sürdürülen iyiniyet ve normalleşme çabalarının bir yansıması olarak pek dokunulmadığını kaydetti. Kınıklıoğlu, Başbakan Erdoğan’ın, bu durumu, özellikle bugünlerde Türk-Ermeni normalleşmesine zarar veren karar tasarılarının alındığı bir donemde kamuoyuna hatırlatma gereği duyduğunu bildirdi. Suat Kınıklıoğlu, açıklamasında şu ifadelere yer verdi: ‘’Türkiye, göstermiş olduğu alicenaplığının takdir edilmesi bir yana, bir de 1915 olaylarına ilişkin tek yanlı ve adil bir hafızadan yoksun tasarılara maruz kalmaktadır. Sayın Başbakan’ın sözlerinin bu çerçevede değerlendirilmesinin doğru olacağı, bazı yayın organlarında olduğu gibi konunun farklı bir mecraya çekilmesi çabalarının doğru olmadığını ifade etmek isterim. Türkiye geçmişte olduğu gibi bugün de Güney Kafkasya’da bölgesel ve kalıcı istikrar ve barış çabalarına destek vermeye devam edecektir. Ülkemizde bulunan Ermenistan vatandaşlarına ilişkin değerlendirmelerin bu istikamette yapılmasının ve yanlış anlamalara mahal verilmemesinin önemine işaret etmek isterim. Yoksa konuya ilişkin, bugünden yarına yapılacak bir şeyden bahsedilmemektedir.”
|
18.03.2010 |
Akademisyenler hürriyete hasret |
Eğitim-Bir-Sen, üniversitede görev yapan 300 akademisyenle yüz yüze görüşme yaparak karşılaştıkları sorunları tesbit etti. Yedi üniversitede görev yapan 300’ü aşkın öğretim üyesi en çok ‘üniversitelerin antidemokratik ortamından ve farklı fikirlere tahammülsüzlükten’ yakındı. Akademisyenler hürriyete hasret
Memur-Sen Konfederasyonu bünyesinde faaliyet gösteren Eğitim-Bir-Sen’in yaptığı araştırma akademisyenlerin en çok antidemokratik üniversiden yakındığını ortaya koydu. “Eğitim-Öğretim-Bilim Hizmet Kolu Çalışanları, Sorunları ve Çözüm Önerileri Şûrası” kapsamında İzmir, Uşak, Manisa, Aydın, Muğla ve Denizli illerindeki 7 üniversitede yapılan çalışmada oluşturulan komisyon, yaklaşık 15 günde 300’ü aşkın akademisyenle tek tek görüştü. Sıkıntıları yerinde dinleyen komisyon üyeleri, bir rapor hazırladı. Ankara’daki genel şûrâda aktarılan bilgiler, önümüzdeki günlerde kitap haline getirilecek. Öğretim üyeleri en çok ‘üniversitelerin antidemokratik ortamından ve farklı fikirlere tahammülsüzlükten’ yakındı. Akademisyenler üniversitelerdeki sorunları şöyle sıraladı: “Fikirlerin özgürce dile getirilememesi, sendikalaşma oranının yüzde 17’lerde kalması, baskılardan dolayı akademisyenlerin siyasî görüşlerini açıklayamaması, rektörlerin büyük çoğunluğunun tıp fakültelerinden seçilmesi.”
“FARKLI GÖRÜŞÜN KAFASI EZİLİYOR” Rapor hakkında bilgi veren Memur-Sen İzmir İl Başkanı Abdurrahim Şenocak, şunları dile getirdi: “Raporlarda göze çarpan en önemli unsur, üniversitelerin antidemokratik yönetilmesi oldu. Bilgi üretmesi gereken merkezler maalesef bu işlevi yerine getiremiyor, çünkü farklı görüş ortaya çıktığında hemen kafası eziliyor. Mevcut düzeni savunan, yardakçılık yapan ve alkışlayanlar el üstünde tutuluyor.” Bunun en somut delilinin, bütün sendikaların toplamının üniversitelerde yüzde 17 üyesi bulunması olduğunu vurgulayan Şenocak, Millî Eğitim okullarında ise aynı şartlarda yüzde 55 oranında sendikalı öğretmen bulunduğunu kaydetti. Bu durumu üniversitelerdeki baskıya bağlayan Şenocak, üniversitelerde yapı hakkında şu yorumlarda bulundu: “Bu, üniversitelerin ayıbıdır. Bu durum, üniversitelerde demokratikleşme ikliminin çok uygun olmadığını gösteriyor. İnsanlar renksiz görünme çabası içinde. ‘Bizi burada böyle tanırlarsa ileride sıkıntı yaşarız.’ diyorlar. Üniversite yönetimi hakkında bir açıklama yaptıkları takdirde, anında ceza alıyorlar. Halbuki sivil toplum olmadan demokrasi olmaz, demokrasi olmadan da ülkemiz gelişemez. Bunun en güçlü olarak yankılanacağı yerlerin üniversiteler olması gerekirken karşımıza yasakları savunan bir portre çıkıyor.”
ÖĞRETİM ÜYELERİNİN BEKLENTİLERİ
Özgür bir üniversite ortamı isteyen öğretim üyeleri beklentilerini şöyle sıralıyor:
l TUS benzeri sınavlarla geleceğin bilim adamları seçilmeli l YÖK’ten bağımsız özerk üniversiteler kurulmalıdır l Araştırma görevlisi unvanı kaldırılmalı, bunun yerine proje asistanlığı getirilmeli l Her beyinde bir fırtına var, bunun önü açılmalı. l Hiyerarşi yapısı esnetilmeli, demokratik bir yapı oluşturulmalı l Öğrenci birliklerine önem verilmeli, fikirleri hürce ifade edilmelidir l Örgütlenme hakkı, baskılara maruz bırakılmamalı. l Kongre ve Sempozyumlara katılımlarda üniversite malî destek sağlamalıdır. l Bizi engelleyen değil, destek veren yöneticilere ihtiyaç var. l Üniversite senato ve yönetim kurullarının yapısı değiştirilmeli.
|
18.03.2010 |
Erdoğan: Müteahhitlik sektöründe ABD’nin önüne geçtik |
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin müteahhitlik sektörünün 2009 yılında aldığı iş hacmiyle dünyada farklı bir performans yakaladığını belirtereke, ABD’yi geride bıraktığını söyledi. Başbakan Erdoğan, Londra’daki temasları çerçevesinde Derchester Otel’de düzenlenen Türkiye-İngiltere İş Forumu’nda iş adamlarına seslendi. Başbakan Erdoğan, ABD ve Avrupa’da kriz sürecinde çok sayıda banka ve finans şirketi zor günler geçirirken Türkiye’de finansal sistemin krizden neredeyse hiç etkilenmediğini belirterek, ‘’Hiçbir bankamız ve finans kuruluşumuz hiçbir zorluk yaşamadı Müteahhitlik sektöründen örnekler veren Erdoğan, 2009 yılı itibarıyla dünyanın ilk 225 firması içinde, Çin’in 51 firmasıyla birinci sırada, Türkiye’nin ise 31 firmasıyla ikinci sırada yer aldığını anlattı. Erdoğan, ‘’Bu sektörde daha ileri seviyelere birlikte yürüyebiliriz’’ dedi. Türkiye’nin müteahhitlik sektörünün 2009 yılında aldığı iş hacmiyle dünyada farklı bir performans yakaladığını belirten Erdoğan, ‘’Örneğin ABD’yi geride bıraktı. İngiliz firmalarının bu süreç içinde finansal potansiyeli ve mühendislik altyapısı, Türk firmalarının uluslar arası tecrübesi, riskli pazarlardaki başarıları, kaliteli projeleri, dinamik yapısıyla birleştiğinde üçüncü ülke pazarlarında başarılı işler ortaya çıkacaktır diye düşünüyorum’’ diye konuştu.
|
18.03.2010 |
Aytaç Durak kendini ihbar etti |
Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak, kamuoyunda hakkında çıkan iddiaların araştırılması için Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Durak, Adana Adliyesi’ne gelerek rüşvet iddialarına ilişkin kendisi ve MHP Büyükşehir Belediye Meclisi üyesi Mustafa Tuncel hakkında suç duyurusunda bulundu. ‘’Yolsuzlukları gerçekten ortaya çıkarmak isteyen insan elindeki belgeleri açıklar’’ diyen Durak, sözlerini şöyle sürdürdü: ‘’Günlerdir açıklayacağını söylüyor, bilen bildiklerini anlatır. Savcılığa gitmediğinden dolayı ben kendisine bu nedenle görsel ve yazılı basında yer alan bu iddiaların şahsımla ilgili ihbar kabul edilmesini, ivedi olarak soruşturma başlatılmasını, elinde olduğunu iddia ettiği söz konusu kasetin resmiyete konulmasını savcılık makamına arz ve talep ediyorum. Yani kendimi ihbar ediyorum. Sadece Mustafa Tuncel için söylemiyorum. Adana halkının tamamında benimle ilgili bildikleri varsa gelsinler savcılığa başvursunlar.’’ Durak, ‘’MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin partiden istifa etmesi gerektiği’’ yönündeki açıklamalarına ilişkin de, ‘’Parti tüzüğü gereği böyle bir dedikodu çakırsa konunun aydınlanması için bir süre partiden çekilmek gerekiyor. Neyse gereğini yapacağız’’ diye konuştu. |
18.03.2010 |
Kamerun ile de vize kalktı |
Türkiye ile Kamerun karşılıklı olarak vize uygulamasını kaldırdı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, resmî ziyaret gerçekleştirdiği Kamerun’da, Cumhurbaşkanı Paul Biya ile bir araya geldi. Biya tarafından Gül’e Kamerun Devlet Nişanı takdim edildi. Gül ile Biya’nın yaklaşık 1,5 saat süren görüşmesinin ardından iki ülke heyetlerinin katılımıyla Türkiye ile Kamerun arasında resmi pasaportlara karşılıklı vize muafiyeti getiren anlaşma ile tarım alanında teknik, bilimsel ve ekonomik iş birliğini öngören protokol imzalandı. |
18.03.2010 |
Kur’ân sesler CD’de toplanıyor |
Dİyanet İşleri Başkanlığı, aralarında Abdurrahman Gürses, Esad Gerede, Halil İbrahim Çanakkaleli gibi isimlerin de bulunduğu, Türkiye’nin önde gelen hafız va karilerinin okuduğu Kur’ân-ı Kerim ses kayıtlarını bir CD’de topluyor. Özel ve resmî arşivleri taramaya başlayan Diyanet, bir Kur’ân baskıları koleksiyonu oluşturmak için de harekete geçti. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Özafşar, amaçlarının bir Kur’ân müzesi kurmak olduğunu söyledi. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar, yaptığı açıklamada Kur’ân’ın nüzulünün 1400. yılının yaşandığına dikkat çekerek, bu sebeple 2010’un Kur’ân Yılı ilân edildiğini hatırlattı. Yıl boyunca bir dizi faaliyet gerçekleştirileceğini belirten Özafşar, bu çerçevede Türkiye’nin yetiştirdiği önde gelen hafızların ve karilerin okuduğu Kur’ân-ı Kerim ses kayıtlarının CD ortamına aktarılacağını söyledi. Özafşar, “1950’lerden, 1960’lardan kalmış, millete mal olmuş, radyolarda Kur’ân-ı Kerim okumuş, mevlit günlerinde Kur’ân-ı Kerim okumuş, milletimizin teveccühünü kazanmış hocaefendilerin seslerini gelecek kuşaklara aktarmak istiyoruz. Amacımız, bugünkü kuşaklara hatırlatmak, gelecek kuşaklara da hediye olarak bırakmak” diye konuştu. Kur’ân-ı Kerim ses kayıtları ile ilgili özel koleksiyon ve resmî kayıtlar bulunduğuna işaret eden Özafşar, “Yayın dairemiz, bunları değerlendiriyor. TRT’nin kayıtları var, özel kayıtlar da var. Bunların içinden bir seçki yaparak, temsil kabiliyeti yüksek olanları CD’lere toplayacağız. Ayrıca Kur’ân ile ilgili kasideler ve ilâhiler CD’si de olacak” şeklinde konuştu.
HEDEF KUR’ÂN MÜZESİ KURMAK
Geçmİşte yazılmış, yazı ve san'at değeri çok yüksek bir el yazma Kur’ân-ı Kerim’in prestij baskısının da yapılacağını ifade eden Özafşar, “Kur’ân-ı Kerim yazmalarının en zengin örnekleri İstanbul ve Anadolu kütüphanelerinde mevcuttur. Bunların içerisinden, en güzellerinden bir tanesi basılacak” dedi. Buna paralel olarak günümüz hattatlarına Kur’ân-ı Kerim yazdırılacağını da dile getiren Özafşar, “Geçmişte yazılmış Kur’ân-ı Kerimler, bugün nasıl bizim için kıymetli ve değerli ise onları gözümüz gibi koruyorsak; gelecek kuşaklara da bugünkü hattatların yazdığı Kur’ân-ı Kerimleri hediye olarak bırakmak istiyoruz” şeklinde konuştu. Kur'ân baskıları koleksiyonu da oluşturmak için çalışmalara başladıklarını dile getiren Özafşar, “Hedefimizde bir Kur’ân müzesi, Kur’ân yazmaları, baskıları müzesi kurmak var. Bu sene sembolik olarak bunu başlatacağız, ilerde de bir Kur’ân müzesine dönüşmüş olacak.” Özafşar, bu çerçevede Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Kültür ve Turizm Bakanlığı ile işbirliği yapılacağını belirterek, “Taşrada müftülüklerimizde ve Başkanlığımız kütüphanesinde çok güzel yazma eserler var. Çok zengin bir arşivin ortaya çıkacağını düşünüyorum.” diye konuştu. |
18.03.2010 |
Kantinler denetlensin |
Eğİtİm-Bİr-Sen Genel Sekreteri Halil Etyemez, okul kültürünün ayrılmaz bir parçası olan ilköğretim ve ortaöğretim kantinlerinin birçoğunun ‘belirli kişilerin’ kontrolünde olduğunu ifade ederek, “Kantinler, öğrencileri bir tüketim aracı olarak gören ticarethanelere dönüşmüştür” dedi. Kantinlerin, öğrencilerin sağlıksız beslenmesinin özendirildiği mekânlar haline geldiğine dikkat çeken Etyemez, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı bir raporda, özellikle ilköğretim okullarındaki kantinlerin bir tür ‘serbest ticaret bölgesi’ haline dönüştüğünün, bazı okul yönetimlerinin kantinlerde okul kurallarını uygulayamadığını kaydetti. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün gerçekleştirdiği, okullarda kantin çalışanlarının Genel Bilgi Toplama (GBT) sorgulaması sonucu 233 kişinin emniyette kaydının olduğunun ortaya çıktığını hatırlatan Etyemez, şunları söyledi: “Görüyoruz ki, okullarımız, eğitim çalışanları ve öğrenciler açısından hem sağlık yönünden hem de güvenlik yönünden yeterli değildir.” |
18.03.2010 |
86 yaşında böbreğini bağışladı |
Antalya’da, 86 yaşındaki Ayşe Önder, bir böbreğini 56 yaşındaki oğluna verdi. Tıp literatürüne geçen Ayşe Önder, en yaşlı donör ünvanını kazandı. Antalya Özel Medical Park Hastanesi Organ Nakli Merkezi’nde yapılan ameliyatla Türkiye’de bir ilke imza atıldı. Organ Nakli Merkezi Başkanı Prof. Dr. Alper Demirbaş başkanlığındaki ekip tarafından gerçekleştirilen ameliyat Türkiye’de tıp literatürüne geçti. Ankara’da yaşayan işçi emeklisi 56 yaşındaki Mehmet Oğuz, iki yıl önce kronik böbrek yetmezliği teşhisiyle tedavi görerek diyalize girmeye başladı. Oğuz’a yapılan tetkiklerin ardından aileden bir tek 86 yaşındaki anne Ayşe Önder’in böbreğinin uyumlu olduğu belirlendi. Oğluna ikinci kez hayat vermek isteyen Ayşe Önder ameliyata girdi. Prof. Dr. Alper Demirbaş ve ekibi tarafnıdan yapılan ameliyatla anne Önder’den alınan böbrek, oğlu Mehmet Oğuz’a nakledildi. Ameliyattan gülerek çıkan 86 yaşındaki anne ve oğulun sağlık durumlarının iyi olduğu belirlendi. |
18.03.2010 |
Sınavsız üniversite başka bahara kaldı |
YurtdIşIndakİ Türk öğrencilerin, Türkiye’deki üniversitelere sınavsız giriş hakkı kaldırıldı. Yükseköğretim Kurulu(YÖK), lise öğreniminin tamamını yurt dışında tamamlayan Türkiye Cumhuriyeti uyruklu öğrencilerin, yabancı öğrenciler gibi Türkiye'de bir üniversiteye girmesi yönündeki kararını geri çekti. YÖK'ten yapılan yazılı açıklamada, 'Yabancı Uyruklu Öğrenci Kabulü' uygulamasının bırakılarak 'Yurt Dışında Öğrenci Kabulü' uygulamasının başlatılmasına ve bu sisteme ortaöğretiminin tamamını Türkiye ve KKTC hariç yurt dışında tamamlayan TC uyruklu adayların da başvuru yapabilmesine karar verildiği hatırlatıldı. |
18.03.2010 |
Cepte pin kodu tarihe karışacak |
Bİlİm adamlarının geliştirmekte olduğu bir algoritmayla artık insan sesi şifre olarak günlük hayatın her alanında rahatlıkla kullanılabilecek. North Carolina State Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Robert Rodman, Bugüne kadar parmak izi ve retina taraması gibi ileri güvenlik tedbirleri arasında yer alan sesin, geliştirilen yeni algoritmayla çok daha hızlı olarak hayatın içinde yer alacağını belirterek, ‘’Proje tamamlandığında, günlük hayatta PIN kodu gereken her yerde ses kullanılabilecek’’ diyen konuştu. |
18.03.2010 |
En fazla yolsuzluk sağlıkta yapılıyor |
Emnİyet Genel Müdürlüğü, devletin gücü ile kaynaklarını kişisel çıkar ve amaçları için kullanarak yolsuzluk yapanların en fazla sağlık sektöründe yolsuzluk yaptığını tesbit etti. Sağlık alanında en fazla yolsuzluk yapılan iller Şanlıurfa, Şırnak ve Diyarbakır olarak sıralanıyor. 2009 yılında sağlık hizmetlerine yönelik yapılan 61 yolsuzluk operasyonunda 410’u kamu görevlisi toplam bin 238 şüpheli yakalandı. Mahkemece 116’sı kamu görevlisi toplam 283 kişi tutuklandı. 2009 yılı yolsuzluk raporuna göre, Türkiye genelinde 363 olayda 4 bin 580 şüpheli yakalandı. |
18.03.2010 |
Çanakkale’nin unutturulan kahramanı: Cevat Paşa |
Büyük Âkif, “Tarihe tekerrürdür diyorlar, Hiç ibret alınsaydı eder miydi tekerrür” dizeleriyle bizlere tarihin ders almak için okumamız gerektiğini hatırlatır. Ali İhsan Gürbüz ise, “Bilirsen tarihin sana öğüttür./ Ceddin kahramandır, neslin yiğittir. / İspatı Havran’da Koca Seyit’tir” dizeleriyle tarihten ders çıkarmanın önemini vurgular. Gürbüz, “Koca Seyit” başlıklı şiirinde Seyit Çavuş’un tükenen umudu o gün var ettiğini belirterek, “Akıl çözemiyor, ince noktayı/ Neydi kaldıran ki üç yüz okkayı /Savaşa konulan bu son noktayı /Seyretti siperden tozda bir Seyit” dizeleriyle bizlere Koca Seyit’i anlatır. Tarihimizde 18 Mart’ın ayrı bir yeri ve önemi vardır. Zira 18 Mart 1915’te Çanakkale’de büyük bir destan yazıldı. 18 Mart günü bu vatan uğruna binlerce Mehmet’in Çanakkale’de şehadet şerbetini içtiği günlerden bir gündür. 18 Mart günü Gelibolu’da binlerce çiçeğin solduğu, derelerin kanla dolduğu gündür. Düşmanlarımız, yani o zamanki tabiriyle ‘düveli muazzama’ vatanımıza göz koymuşlardı. Türk’ü, Arap’ı, Kürt ‘ü, Çerkez ‘i, Laz’ı, Rum’u, Yahudisi koştu omuz omuza Çanakkale’ye. Düşmanlarımız küstahça girdiler boğaza kendilerinden emin ve düşünmeden. Oysa bu millet yemin etmişti, vatana düşmanı sokmamak için. Mehmetçik tek vücut ve tek yürek düşmana karşı etten duvar oldu, “ Allah Allah!” diyerek.. Osmanlı Ordusu, Çanakkale’de kendisinden ateş gücü bakımından üstün kuvvetlerin denizden ve karadan yaptıkları saldırılara dokuz ay süreyle, ağır kayıplar pahasına mukavemet etmiş ve nihayetinde hak ettiği zaferi kazanmıştı. Bu zaferin en önemli ayağı şüphesiz denizde kazanılan zaferdir. Ancak milletin canını dişine takarak kazandığı bu zafer ve bu büyük zaferin kahramanları unutturulmak isteniyor. Buraya yapılan ziyaretlerde rehberler dikkatleri hep o zaman daha Kurmay Albay rütbesinde bir asker olan Mustafa Kemal Paşa’ya çekiyor. Oysa bu cephede dönemin en büyük generalleri görev yaptı. Osmanlı-Alman ittifakı söz konusu olduğu için cephede bazı noktalarda kumandayı Alman subayları idare ediyordu. İşin bir başka boyutu biz biliyoruz ki Birinci ve İkinci Balkan Savaşlarının acısını derinden hisseden Osmanlı devleti millet ile bütünleşmiş Çanakke’de düşmanın karşısında aşılmaz bir sed haline gelmişti. En büyük generalinden en küçük erine, hatta köylü kadınlar ve çocuklara varıncaya kadar bu cephede savaştı. Bu savaş sebebiyle bazı okullar talebeleri cephede olduğu için mezun veremedi. Milletin vatan savunması için kenetlenmesi neticesinde şüphesiz Allah’ın yardım ve inayeti de geldi. Olağanüstü hadiseler cereyan etti. Yoksa Seyit Çavuş’un 270 okkalık top mermisini tek başına nasıl kaldırdığını düşünebiliriz? Tarihin kayıtlarına geçen bu hadise sadece orada yaşananlardan bir tanesidir. Nitekim savaş bitince aynı Seyit Çavuş aynı ağırlıktaki top mermisini kaldıramamış, bunun üzerine maketiyle o bildik hatıra fotoğrafını çektirmiştir. “Çanakkale’ye hurafe turizmi patladı” başlıklarıyla milletin zihnini bulandırmak isteyenleri anlayabilmek mümkün değil. İşte o zihniyet koskoca bir milletin 7’den 70’e topyekûn gayretiyle kazanılan büyük bir zaferi sanki “kurmay albay rütbesinde bir kumandan kazanmış gibi” göstermek garabetine düşüyor. Böylesine büyük bir zaferi bir kumandana vermek o zaferi ve o komutanı büyütmez, küçültür. İşte adları kasıtlı olarak unutturulan binlerce kahramanımızdan birisi Müstahkem Mevki Kumandanı Cevat Paşa. Bu büyük kumandan Çanakkale kahramanlarından sadece birisi...
GÜÇLER DENGESİ NASILDI? Çanakkale Boğazı’ndaki Osmanlı savunma tertibinin belkemiğini Müstahkem Mevki teşkil ediyordu. 10 Ağustos 1914’te Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevkii Komutanlığı görevine Cevat Bey (Çobanlı) getirildi. Mart 1915 başlarında Çanakkale Müstahkem Mevkii emrinde 27 batarya halinde teşkilâtlanmış çeşitli çapta 104 top ve bir de mayın grubu vardı. Topların bir kısmı savaş gemilerinden çıkarılmış gemi toplarıydı. İtilâf devletleri, Çanakkale harekâtına 12’si İngiliz, 4’ü Fransız olmak üzere 16 Muharebe gemisi, 6 muhrip, 14 mayın arama tarama gemisi ve 1 uçak ana gemisi ayırmışlardı. Ayrıca, 4 hafif kruvazörle 16 muhribin, 5 İngiliz, 2 Fransız denizaltısının, altı deniz uçağı taşıyan uçak ana gemisinin de bu harekâta katılmasını kararlaştırmışlardı. Düşmanın boğaza saldırı hazırlığını yakından takip eden komutanlar sürekli askerleri ve savunma hazırlıklarını teftiş ederler. 17 Mart’a gelindiğinde hazırlıklar büyük ölçüde tamamlanmıştır. Siperler kazılmış, toplar savunma pozisyonunda düşman gemilerinin boğaza girişini beklemeye başlamıştı. Elde bulunan mayınlar boğazın uygun kısımlarına döşenmişti. Düşman mayın avlama gemileri zaman zaman boğaza girip mayın temizleme ve keşif yapmaya başlamıştı. Her iki tarafta da hummalı bir hazırlık vardı. 18 Mart gününden önce İtilâf Devletleri Donanması’nın Boğazlara yönelik ilk hareketi 19 Şubat günü başladı. Boğazların girişindeki müstahkem mevkiler bombardımana tutuldu. Bombardımanlar 25 Şubat’a kadar aralıklı devam etti. Bu bölgedeki Türk savunma bataryaları susturulmuştu. İtilâf Devletleri mayın arama tarama gemilerinin, Boğazların girişindeki bütün mayınları temizlediklerini düşündüklerinden, 18 Mart 1915’ de Müttefik Donanması’nın boğazları zorlayarak geçmesi kararını almışlardı.
MAYIN GRUBUNA GECE TELEFONLA GELEN EMİR Bu arada düşman gemileri boğazı taciz etmeyi sürdürüyordu. Yapılan gözlemlerden çok büyük bir hücum hazırlığı içinde oldukları anlaşılıyordu. 17 Mart gecesi, Çanakkale Müstahkem Mevki Mayın Grubu Komutanlığı’nın telefola arayan Cevat Paşa, Komutan Binbaşı Nazmi Bey'e elde kalan son 26 mayını Boğaza döşeşemeyi emretti. Geceyarısına birkaç dakika kala 280 tonluk Nusret Mayın Gemisi altı subay ve 54 erle denize açıldı. Saat 03.20’de 26 mayın da döşenmişti. Nusret, sahile doğru süzülürken sancaktan belirli aralarla yanıp sönen üç yeşil ve bir kırmızı ışıkla “Operasyon tamam!” mesajını verdi. Cevat Albay da müjdeyi ulaştıran gözcüye, bir mecidiye bahşiş verdi. Artık yarın olacakları beklemekten başka bir şey yoktu. 18 Mart günü İngiliz ve Fransız kuvvetleri, İstanbul’a ulaşmak için son bir girişimde bulunmaya karar verdi. Bütün filoyu gururla boğaza sürdüler. Nelerin olacağını kimse bilmiyordu. Müttefik Donanması’nın mayın arama-tarama gemileri, Türk mayın gemisi Nusret’in 17 Mart’ta döktüğü mayınları fark edememişti. Durgun ve güzel bir havada öğlenden evvel saat 11.30 boğaza giren Müttefik Donanması bu saatten akşama kadar bataryalarımızı bombardıman etti. Müttefik Donanması’ndan ilk isabeti “Gaulois” isimli gemi aldı ve sulara gömüldü. Daha sonra Fransızların Suffren gemisi birkaç isabet aldı. Öğleden sonra ise, Fransız muharebe gemisi Bauvet aldığı isabetlerle birkaç dakikada battı. Bir süre sonra da İngilizlerin İrresistable gemisi etkisiz hale getirildi. Ona yardım için giden Ocean isimli gemi de savaş dışı kaldı. Her iki gemi de, açılan topçu ateşleriyle batırıldı. Osmanlı topçusunun isabetli atışları düşman gemileri üzerinde büyük tahribat yapmış ve mayınlar son darbeyi vurmuştur. Saat 18.00’de Müttefik Donanması’nın Boğazı terk etmesiyle, tarihin bu büyük “Boğaz Muharebesi” Osmanlı ordusu’nun kesin zaferiyle sonuçlandı. Yaklaşık 7 saat devam eden çok şiddetli ateş muharebesi sırasında Müttefik Donanması tonlarca mermi yağdırmıştır. Sadece İngiliz gemileri tarafından toplam 3 bin 344 top mermisi atılmıştır. Bunca ateşe rağmen, Osmanlı kuvvetlerin zayiatı 24 şehit 43 yaralıdır. Dört ağır top harap olmuş, üç top hasara uğramış, bir cephanelik infilâk etmiştir. Müttefik Donanması’na gelince; üç muharebe gemisi (İrresistable, Ocean, Bauvet) batmış, iki muharebe gemisi ve bir muharebe kruvazörü (İnflexible, Gaulois, Suffren) ağır yaralanmıştı. İnsan zayiatı ise, çoğu ölü olmak üzere 800 kişiyi aşmıştır. Bu büyük mağlûbiyet üzerine Müttefikler, Boğazı donanmayla zorlayarak geçme umutlarını tamamen kaybettiler.
CEVAT PAŞA’NIN AĞZINDAN 18 MART GÜNÜ
Teftişe çıktığı zamanlarda komutayı devrettiği Çanakkale Müstahkem Mevkii Kurmay Başkanı Selahattin Adil Bey, Cevat Paşa hakkında 18 Marta kadar yaşadıklarından şöyle bahseder: “Cevat Paşa artık geceleri erken yatıyor sabahları çok erken kalkıyordu. Karargâhta kendi kendimize eğlendiğimiz gecelerde ve biraz da gürültü çıkardığımız bir gecede öfkelenmişti ve azar işitmiştik. Oldukça gergin günler geçiriyorduk.” 18 Mart gününü bizzat Albay Cevat Paşa şöyle anlatmaktadır: “17 Mart’ta kala kala elimizde 26 mayın kalmıştı. Bu mayınları da karanlık limana paralel yerleştirme emrini verdim. Düşman donanması karanlık limanda böyle bir mayın hattının kıyıya paralel olarak bulunmasına ihtimal vermeyerek manevralarını çoğunlukla ateşten bir derece korunmuş olan o alanda yapardı. Yine öyle yaptı. Ve son yirmi altı mayınımızın 18 Mart günü pek büyük yardımını gördük.”
CEVAT ÇOBANLI PAŞA KİMDİR?
Cevat Bey (Çobanlı) 10 Ağustos 1914’te Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevkii Komutanı oldu. Kurmay Albay olan Cevat Bey daha sonra 1. Ferikliğe (Orgeneral) yükseldi. Zaten daha önceden de bu rütbeye yükselmişti. Ama 1909’da Tasfiye-i Rütep Kanunuyla rütbesi yarbaylığa indirilmişti. Çanakkale muharebelerinde Müstahkem Mevkii Komutanı olan Cevat Bey boğazın kıyı savunmasından sorumluydu. Deniz savaşlarındaki yeri tartışmasız olan Cevat Bey, 18 Mart Çanakkale Deniz Savaşındaki başarılarından dolayı 18 Mart Kahramanı ünvanını aldı. Zaferin ertesi günü ise Albay olan Cevat Bey artık Cevat Paşa olmuştur. Çanakkale’de bu üstün başarılarından sonra 18 Mart Kahramanı ünvanı ve Orgeneral ünvanı alan Cevat Paşa 9 Ekim 1915’te 14. Kolordu Komutanı 1916’da 15. Kolordu Komutanı olarak Galiçya Cephesinde bulundu. Daha sonra Filistin Cephesine gönderildi. Bu cephede savaşın kaybedilmesi üzerine İstanbul’a, Genelkurmay karargâhına çağrıldı. Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı sırada Genelkurmay Başkanlığı görevini Fevzi Paşa’nın (Fevzi Çakmak) vekili olarak yürütüyordu. Fevzi Paşa, İngiliz ordusu İstanbul kapısına dayanınca, onları karşılamamak için 20 gün hastalık izni almıştı. Cevat Paşa, 145 Malta Sürgünü’nden biridir. Kayıtlara ‘2773 no’lu sürgün’ diye geçti. 23 Ekim 1921’de imzalanan takas anlaşması ile 15 Ocak 1922’de yurda geri döndü ve hemen Ankara’ya geldi. 9 Şubat 1922’de karargâhı Diyarbakır’da olan El-Cezire bölgesinin komutanlığına atandı. 21 Ekim 1922’de 3. Ordu Müfettişi oldu. 31 Ekim 1922’de bu görevinden istifa ederek Elaziz (Elazığ) Milletvekili oldu. 25 Aralık 1924’de milletvekilliğinden istifa ederek Askerî Şûrâ Üyeliği’ne atandı. Mısır Sorunu ve Irak Sınırı Sorunu sırasında Milletler Cemiyetine Mümessil olarak gönderildi. 1932’de Cenova Silâhları Sınırlandırma Konferansı’na delege olarak gönderildi. 14 Eylül 1935’te Askerî Şûrâ Üyeliği’nden yaş haddinden emekli oldu. İstanbul, Kadıköy’deki evine çekildi. 13 Mart 1938’de 68 yaşında vefat etti. Erenköy Mezarlığı’nda toprağa verildi. Daha sonra Ankara’daki Devlet Mezarlığı’na kemikleri nakledildi.
DENİZDEN UMUDUNU KESEN DÜŞMAN KARAYA YÖNELDİ
18 Mart yenilgisinden sonra müttefikler, karaya asker çıkarmak suretiyle Gelibolu Yarımadasını ele geçirmeye karar verdiler. Bu suretle, Boğazlardaki tahkimatı arkadan vurarak açabileceklerini sanıyorlardı. Müttefik çıkarması 25 Nisan 1915 sabahı başladı. Bundan sonraki günlerde ve aylarda Müttefikler, Çanakkale’deki Osmanlı kuvvetlerini imha ederek Boğazı açmak, Osmanlı askerlerini de Boğazı savunmak ve düşmanı denize dökmek amacıyla gittikçe artan bir gayretle savaştılar. Küçücük bir kara parçası üzerinde tarihin en kanlı muharebeleri cereyan etti. Savaş bir süre sonra bir mevzi harbine dönüştü. Bu sırada, Sırbistan yolu açılıp Almanya’dan ağır silâhlar gelmeye başlamıştı. İşte İngilizler, Osmanlı kuvvetleri önünde duramayacaklarını da anladıklarından işgallerini kaldırarak, müttefik kuvvetlerin tahliyelerine karar verdiler. Böylece, 18 Mart Deniz Zaferi’nden sonra yaklaşık altı aydan fazla sürmüş olan Çanakkale Cephesi’ndeki kara savaşları da Osmanlı Ordusunun zaferiyle sona erdi.
SAVAŞIN BİLİNEN EN ÖNEMLİ SONUÇLARI
Çanakkale Muharebeleri’nin sonuçları ise kısaca şöyledir: 1. Çanakkale geçilememiş ve müttefikler Osmanlı Devleti’ni savaş dışı bırakamamışlardı. Bu durum savaşı en az iki yıl uzatmıştır. 2. Balkan Savaşı esnasında perişan bir vaziyette gördükleri Osmanlı ordusunu küçümseyen, Osmanlıların artık bittiklerini ve yok olacaklarını düşünen müttefikler, beklemedikleri ağır bir yenilgiye uğramışlardı. 3. Vatanımız ve başşehir İstanbul, erken gelecek olan bir istilâ ve işgalden kurtulmuştu. 4. Boğazları geçemeyen müttefikler, Rusya’ya silâh yardımında bulunamadıkları gibi, Rusya’dan sağlayacakları tarım ürünlerini Avrupa’ya götürememişler ve Avrupa’daki açlığı ve sefaleti önleyememişlerdir. 5. 1917’de Rusya’da ihtilâl çıkınca, boğazlar kapalı olduğundan İngiltere ve Fransa müttefikleri Çar’a yardım yapamamışlar ve Çarlık Rusya devleti yıkılmıştır. 6. Büyük ölçüde kendi imkânlarımızla kazandığımız bu zafer, on binlerce kaybımıza sebep olsa da kamuoyumuz ve Türk kuvvetleri için büyük bir moral kaynağı olmuştur.
ŞEHİT SAYISI NE KADAR?
Tarİhİmİzle ilgili bazı yanlış ve eksik bilgilere biraz da abartı eklenince rakamlar birbirine karışıyor. Çanakkale savaşlarında 250 bin şehit verildiği söylenir. Aslında daha az şehit verilmiş olmakla bu büyük zaferin değeri küçülmez. Mübalâğa yapanların niyetleri nedir anlamak mümkün değil. Yaptığımız araştırmalarda çeşitli kaynaklarda farklı rakamlar bulunmakla birlikte Osmanlı ordusunun Çanakkale’de 47 bin ile 55 bin arasında bir şehit verdiği anlaşılıyor. Biz yine abartma tarafından işe yaklaşalım şehit sayısını 55 bin olarak alalım. Yani 55 bin can az mıdır? Osmanlı Genelkurmayı, Çanakkale’deki Türk zayiatını 55.000 şehit, 100.000 yaralı, 10.000 kayıp, 21.000 hastalıktan ölüm, 64.000 hasta olmak üzere 250.000 kişi olarak göstermektedir. Resmî kayıtlar bize bu rakamları gösteriyor. Çanakkale’de İngilizler ise 43.000 ölü, 72.000 yaralı, 90.000 hasta olmak üzere 205 bin; Fransızlar ise toplam 47.000 kişilik zayiat vermişlerdir. Çanakkale Savaşları Türk Milleti’nin tarihine altın harflerle yazılmış büyük bir zaferdir. Bu zafer, en rütbelisinden en kıdemsizine kadar Osmanlı askerinin kanıyla, canıyla kazandığı, her anı kahramanlıklarla dolu abide bir zaferdi. Vatan sevgisinin, iman gücünün çelikleştiği ve adeta etten bir duvar örülerek “Çanakkale Geçilemez” dedirten milletin bir zaferidir.
MUSTAFA GÖKMEN [email protected]
|
18.03.2010 |