11 Mart 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Ölümünün 50. yıldönümünde Said Nursî

YENİ Asya Gazetesi’nden arkadaşlar arayıp hatırlatmasalardı Bediüzzaman Said Nursî’nin ölümünün 50. yılına ulaşıldığını hatırlamayacaktım (23 Mart 1960).

Ben bugün Said Nursî hakkındaki görüşümü yazmak istiyorum. Dedikodu yapmak ile siyaset yapmanın birbirine karıştırıldığı ülkemizde, katıldığım tartışmalardan en fazla kendimin sıkıldığı bir ortamda Said Nursî gibi kim olduğu tam anlaşılmadan ya tabu ya da şeyh muamelesi gören bir insanı kendi açımdan değerlendireceğim. Hem de bunu bu yazının bile siyasete çekileceğini ve bir sürü dayak yiyeceğimi bile bile yapacağım!

«««

(...)

Beni Said Nursî bir mütefekkir (fikir adamı) olarak ilgilendiriyor ve onun 20. yüzyılda bu topraklarda yetişmiş en önemli fikir adamlarından birisi olduğuna inanıyorum.

Said Nursî “din” ile “bilim”in zıt çalışmalar olmadığını, tersine birbirlerini tamamlayan öğretiler/yaklaşımlar olduğunu keşfeden nadir düşünürlerden birisidir.

Ben de kendisi ile aynı kanaatteyim, farkın sadece metodolojide oluştuğu görüşündeyim. Tabii ki bilimsel düşünce metodolojisi ile ilahi düşünce metodolojisi farklı şeylerdir. Genellikle dünyayı din yolu ile kavramak isteyenler bilimsel metodolojiden, bilim metodolojisi ile kavramak isteyenler ise dini metodolojiden uzak kalmışlardır. Hatta, birbirlerini reddetmişlerdir.

Said Nursî’nin önemi bu reddiyenin reddine dayanır!

«««

Dini çalışmalar varlıkların içi (ruhu) ile ilgilenir, bu konuda açıklamalarda bulunurken, adeta varlıkların dışı (mekaniği/fizyolojisi) olduğunu unutmuştur.

Bunun tersi de aynen geçerlidir.

Varoluşu evrime bağlayan yaklaşım varoluşun ilk adımını açıklamayı bilimsel olmayan/hayali bir yaklaşımla (büyük patlayış) yapmış, varoluşu Yaradan’a bağlayan yaklaşım ise milyonlarca yıl sonra bile yaratılan her şeyin bugünkü hali ile yaratıldığı inancı ile evrilmeye sırtını dönmüştür.

Hem bir ilk Yaradan’ın, hem de onun koyduğu yasalar ile evrilmenin (zamanın değişen şartlarına uyarak değişmenin) mümkün olduğunu düşünen felsefi akımlar yok denecek kadar azdır.

«««

Said Nursî’nin fikri dünyası işte bu noktada köprü vazifesi görmektedir.

O, Kur'ân’ın ayetleri kadar fizik, kimya, biyoloji vb. bilimlerin yasalarının da Yaradan’ın eseri olduğu görüşünü, ayrıca bilimin insanların dünyevi refahını temin ettiği gerçeğini kabul etmiştir. Böylelikle, bir din âlimi olmasına rağmen, hem insanların dünyevi ihtiyaçlarının varlığına, hem de bu ihtiyaçları gidermenin yolunun bilimsel çalışmalar olduğuna inanmıştır. Bediüzzaman, kendi deyimi ile, İslam coğrafyasının merkezinde bir üniversite kurarak “din ilimleriyle” “fen bilimleri”nin birlikte okutulmasını daha 1907’de teklif etmiştir...

Müslümanların çağdaş medeniyet seviyesine çıkabilmelerinin tek yolunun fen bilimlerinin öğretilmesi ve öğrenilmesinden geçtiğini 100 sene önce ilan ederek bu toprakların Müslümanları’na yepyeni bir çığır açmıştır.

«««

Dilerim, Said Nursî ölümünün 50. yılında bir mütefekkir olarak da değerlendirilir!

Cüneyt Ülsever Hürriyet, 10.3.2010 **************************************************************************************************

11.03.2010


Dört kurumda büyük sorun var

Türkİye 2010’lu, 2020’li yıllarda çağdaş dünyayla arasındaki refah, demokrasi açığını kapatmak istiyorsa dört önemli kurumunda büyük reformlar yapmak zorunda.

Lafı evelemeye, gevelemeye gerek yok, bu dört önemli kurum ordu, yargı, eğitim ve medya.

Bu dört kurumda büyük, hem de çok büyük sorunlar olduğunu görmemek için kör ya da görevli olmak gerekiyor.

Önemli olan bu kurumların her düzeydeki yöneticilerinin, siyasi iktidarın gerekli cesaret, feraseti gösterip ülkemizin geleceği için artık şart hale gelen dönüşümleri, reformları bu kurumların bünyesinde gerçekleştirmeleri.

1- Ordu hakkında son zamanlarda o kadar çok şey yazıldı ve çizildi ki, yeni bir şey söylemeye bile pek gerek yok; TSK ülkemizde yasal ve anayasal düzeyde bir dizi düzenlemeyle dış denetime kendini adeta tamamen kapatmış bir kurum ve son zamanlarda ortaya çıkan rezaletler, darbe girişimleri, başına buyruk hukuk dışı faaliyetler kanımca hep bu bu dış denetim eksiklik ve zafiyetinin sonuçları. Ordu değil de başka herhangi bir kurum kendini hukuksal olarak bu kadar denetime kapatsa aynı şeylerin o kurumun da başına gelmesi mukadderdir.

Yapılması gereken ivedilikle TSK’nın terfi ve atamalarını (YAŞ) yargı denetimine, mal varlığı ve harcamalarını Sayıştay ve TBMM denetimine, idari sorunlarını DDK denetimine açmak ve askeri yargıyı çağdaş sınırlarına yani disiplin suçları düzeyine çekmektir. Bunlar yapılmaz ise sadece son senelerin darbe heveslisi zavallılarını yargı önüne çıkarmak bir sonuç vermeyecektir. Çağdaş dünyada bu kadar dış denetime kapalı ordu yoktur ve sonuçlar ortadadır.

2- Eğitimle ilgili her Pazar bu sütunda yazı yazdığım için detaylara girmeyeceğim ama dün geceyi çok geç saatlere kadar elime geçen iki lise ders kitabını karıştırarak geçirdim: Milli Güvenlik Bilgisi ve Atatürk İnkılabı Lise 3 ders kitapları (2009). Kitapları okudukça, içlerindeki çağdışı, demokrasi dışı, hukuk dışı anlayışı gördükçe, ne yalan söyleyeyim, tüylerim ürperdi ve üniversitelerde önlerimize gelen çocukların durumunu çok daha iyi anladım. AK Parti döneminde bu kitaplara nasıl müsamaha gösterildi, bu kitaplar çok daha çağdaş yenileriyle neden değiştirilmiyor ya da daha doğrusu, bu dallar çocuklara niye hala ayrı ders olarak öğretiliyor anlamak mümkün değil. Darbeci paşalara “iç tehdit” algı ve yorumları nedeniyle kızıyoruz ama bu kitaplar baştan sona 15-16-17 yaşında çocuklara iç tehdit algısını ve yabancı düşmanlığını aşılıyorlar.

3-Yargı ile de ilgili bu sütunda çok yazdım ama bu kurumun düştüğü içler acısı durum hakim başına düşen dosya sayısından ve maaşların düşüklüğünden (bunlar doğrudur) ziyade yargı kurumunun üretiminin yani başta yüksek yargı olmak üzere verilen kararların çağdaşlıktan kopukluğundan, demode bir ideolojinin yargıdaki mevcut egemenliğinden kaynaklanıyor. Somut kanıt ise yüksek yargı kararlarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi karşısında düştüğü perişan durum yani Strasburg’a taşınan kararların yaklaşık yüzde doksanının AİHM’den, çağdaş yargı anlayışından dönmesinde. Yargının sorunu hakimlerin nasıl atandığında değil, özellikle yüksek yargı kararlarının çağdaş hukuk anlayışından kopukluğunda. Yüksek yargı daha hala Anayasa’nın 90. maddesi son paragrafını düzgün biçimde uygulamamakta ısrarlı.

4- Medya konusunda, şayet Dinç Bilgin’in yani ülkemizin en köklü izmirli patron-gazeteci ailesinin bir ferdinin Taraf gazetesinde Neşe Düzel’e verdiği röportajı okudu iseniz, yeni bir şey söylemeye pek gerek yok. Okumadı iseniz mutlaka internetten bulun okuyun ve böylece bugünün merkez medyasını daha iyi anlayın.

Önümüzdeki on senenin temel gündemi bu dört kurumun çağdaş çizgilere çekilmesidir; bu konuda en büyük yardımcımız da AB tam üyelik süreci olacaktır.

Eser Karakaş Star, 10.3.2010

**************************************************************************************************

11.03.2010


Yassıada’nın 50. yılı

Sİyaset, ordu, üniversite, yargı, bürokrasi alanında bugün yaşadığımız ne kadar sıkıntı varsa tamamının kaynağı olan 27 Mayıs darbesinin ve onun hukuk alanında sergilediği maskaralığın üzerinden yarım asır geçti.

Ümid ederdim ki demokrasi diye yırtınan Ak Parti hükümeti Türkiye’nin yaşadığı büyük siyasi faciayı hatırlasın ve değişim projesinin gerekçesini 27 Mayıs darbesi üzerinden anlatsın... Ama hey’hak!

Kimsenin perakende sorunlardan kafayı kaldırıp geriye baktığı yok; hay- huy arasında bakmaya ne vakit ne niyet var.

Oysa Anayasa meselesi mi dediniz, gidin 27 Mayıs’a. Okuyun ‘özgürlükçü’ diye yere-göğe koyamadığımız 1961 anayasasını, Hâkimiyet-i Milliye dediğimiz, cumhuriyete ilham veren ilkenin nasıl gaspedildiğini, bugün ‘vesayet’ dediğimiz düzenin nasıl inşa edildiğini görün.

Ordu meselesi mi dediniz, bakın 27 Mayıs öncesi ve sonrası neler yaşandığına. Darbenin dönemin siyasi iktidarı yanında orduya, ordunun geleneksel disiplin ve hiyerarşi anlayışına yapıldığını, 1960’ta bir yıllık eğitimle harbokullarından mezun edilen genç subayların zihnine ‘memleket siyasetçilere emanet edilemez’ düşüncesinin o gün yerleştirildiğini görün. Darbeciliğin ulusal teori olarak sunuluşunu, Milli Demokratik Devrim denilerek ordu- üniversite- gençlik üçgeni üzerinde nasıl oynandığını.

27 Mayıs sabahı siyasetçilerin çöp kamyonlarına doldurularak evlerinden toplandığını, tekme-tokat Harp okulu disiplin koğuşuna tıkıldığını, hakaretlere isyan eden İçişleri Bakanı Namık Gedik’in tutulduğu odada ölüme itildiğini, kalanların tükürük yağmuru ve tekme koridorundan geçirilerek İstanbul’a Yassıada’ya gönderildiğini okuyun. İhaneti, gururu, hınçı, ihtirası, isyanı, teslimiyeti.

Yassıada! Siyasete bakan yüzüyle zulüm, inzibata bakan yüzüyle sefillik adası!

Emrine Atatürk’ün Savarona Yatı verilen ada kumandanı Tarık Güryay’ın işkenceden vakit bulduğu saatlerde boğaz gezilerinde, yalı ziyaretlerinde yaşanan rezaletler, Güryay’ın sicili vs. daha yazılmadı. Menderes’in Haydarpaşa Askeri Hastanesi’ne götürüyoruz denilerek idama götürülüşü, idamdan önce ne hukuka ne doktorluk ahlakına sığmayacak şekilde ‘genel muayene’ adı altında aşağılanıp Prof. ünvanlı üç uzman hekimin ‘tıbbi açıdan idamına engel yoktur’ raporuyla İmralı’ya gönderilişinin ve teamüllere aykırı şekilde gün ortasında idam edilişinin öyküsü de.

O mahkemenin başkan ve üyelerini Anayasa Mahkemesi üyesi yaptığımızı unuttuğumuz için şimdi ‘Anayasa Mahkemesi’nin siyasete öfkesi neden’ diye dolanıyoruz. Darbecileri ‘tabii senatör’ yapıp parlamentoya yerleştiren Anayasa’yı ‘en özgürlükçü’ saydığımıza bakmadan ‘Neden her on senede bir askeri müdahale’ diye kafa yorageldiğimiz için, yıllar yılı genelkurmay başkanlarını hülleyle cumhurbaşkanı seçmeyi gelenek haline getirdiğimiz için bugün Stalin’in tavuğu misali cendereden çıkamıyoruz.

Hafızamız kazındı. Ne oldu, neden oldu bilen, merak eden yok. Ne bir müze, ne belgelik, ne roman, ne film. O yüzden ‘1915’te ne oldu, tarihimizle yüzleşelim’ diyen aydınımızın, sanatçımızın, siyasetçimizin aklına 1960’ın tüm belgelerinin elde tanıklarının hala hayatta olduğu gelmiyor. (...) Yani etliye sütlüye dokunmayan, fincancı katırlarını ürkütmeyen pencereden bakıyoruz 27 Mayıs’a. Yakın zamana mesela 28 Şubat’a kadar ordunun komuta kademesini teşkil eden subayların 1960’ta harp okulu talebeleri olarak Yassıada’da görev yapmış olmasının yaşadıklarımız üzerinde hiç mi etkisi olmadı diye bakmak gelmiyor aklımıza...

Avni Özgürel, Radikal, 10.3.2010

11.03.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl