04 Mart 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

İşin özüne inmek

Türkİye son günlerde, hatta son aylarda askerle yatıyor, askerle kalkıyor.

Nokta dergisinin ortaya çıkardığı, darbe günlükleri, Taraf gazetesinin gündeme getirdiği “İrticayla mücadele planı”, Balyoz operasyonu”, Kafes operasyonu”, vs.

Tüm bu konular şu anda yargının önünde ve muhtemelen bir süre sonra bu iddialara ilişkin kesin yargısal hükümler tecelli edecek.

Yargı kararlarının şöyle ya da böyle tecelli etmesi meseleye kalıcı bir çözüm getirecek mi, esas sorun orada.

Ya Taraf gazetesinde yayınlanan tüm iddiaların gerçek olduğu kanıtlanacak, tüm sorumlular cezalandırılacak, TSK içinde bir temizlik yapılacak. Ya da öbür uç alternatif gündeme gelecek, birilerinin iddia ettiği gibi TSK’ya yönelik bir operasyon ortaya çıkarılacak, sorumlular yine cezalandırılacak. Bir yurttaş olarak benim kanaatim Taraf gazetesinde ortaya atılan iddiaların yaklaşık tümünün doğru olduğu yönünde, bunu da geçerken bir not olarak düşelim, ama ortada kesinleşmiş bir yargı kararı yok iken, benimki sadece bir kanaat.

Ama işin sıkıntılı tarafı; TSK içinde derin bir temizlik de yapılsa, TSK’ya karşı operasyon düzenleyenler deşifre de edilse işin özüne inilmemiş olacak.

Ne zaman inileceği de doğrusu belli değil. İşin özü Türkiye’de mevcut, Anayasa’ya, kanunlara, yönetmeliklere yansımış sivil-asker ilişkileri bütününün çağdaş dünyanın kabul ettiği ilişkiler bütününden çok uzak, çok farklı oluşu; bu kopukluk giderilmeden meselenin sadece polisiye, adli yönüyle ilgileniliyor olması, sonuç ne olursa olsun, bana çok anlamlı gelmiyor.

Geçenlerde İstanbul’da gerçekleşen NATO zirvesine Savunma Bakanı ile yanyana ya da o’nun arkasında oturmamak için katılmayan Genelkurmay Başkanı’nın durumu ülkemizdeki sivil-asker ilişkilerinin garabetini en görmek istemeyenlerin dahi gözüne soktu; NATO ülkeleri arasında sadece bizde Genelkurmay Başkanı doğrudan Savunma Bakanı’na bağlı olmadığından hiçbir NATO zirvesine Savunma Bakanı ile Genelkurmay Başkanı birlikte, Genelkurmay Başkanı’nın Savunma Bakanı’nın arkasına ya da yanına oturmaması için, katılamıyorlar. İşin özünü ilgilendiren ilk konu Türkiye’de de, her çağdaş ülkede olduğu gibi, Genelkurmay’ın doğrudan Savunma Bakanlığı’na bağlanması yani devlet protokolünün yeniden gözden geçirilmesi.

Hemen arkasından da doğrudan Anayasa metninde değişiklik gerektiren şu konular geliyor:

Madde 108: Devlet Denetleme Kurulu’nun TSK’yı denetleyememesi

Madde 117: Genelkurmay’ın Başbakanlıkla ilişkisi

Madde118: Milli Güvenlik Kurulu’nun rolü

Madde 125: YAŞ kararlarının yargı denetimi dışında oluşu

Madde 132: Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı yükseköğretim kurumlarının işleyişi

Madde 145: Askeri yargı ya da çift başlı yargı kurumu

Anayasa’daki bu temel maddelere ilaveten hem Anayasa’da hem kanunlarda (mesela İç Hizmet Kanunu made 35) yapılacak başka değişiklikler de var. Bu temel sorunlar çözülmeden darbeciler yargılansa ve mahkum olsalar ya da olmasalar ne değişir?

Eser Karakaş, Star, 3.3.2010

--------------------------------------------------------------------------------------------------

04.03.2010


‘İyi çocuk hukuku’ mu?

Bazen lafı eğip bükmek o konuya haksızlık olur. Doğrudan ‘kitabın ortasından konuşmak’ gerekir. Şimdi öyle bir zamandayız. Komplo belgeleri, darbe planları, cunta faaliyetleri bir bir belgelendi. Canla başla cuntacıları koruyup kollayanları bir kenara bırakırsak toplumun büyük bir kesimi ‘aldatılmışız’ diyor. İşte bu aşamada başta medya olmak üzere herkesin kendine sorması lazım: Darbecilerle miyim değil miyim? Bu aşamada ‘ama’, ‘lakin’ ya da ‘fakat’lı konuşmanın bir anlamı yok. Genelkurmay Karargahı’nda kendi hükümetine ve milletine komplo kuran bir ekip suçüstü yakalandı. Belgeler, deliller ortada. Ülkenin tüm kurumları ‘belge gerçek’ demiş.

O vahim belgede neler olduğunu herkes ezberledi artık. Masum insanların evine bomba koymayı, onları askeri mahkemelerde yargılamayı, Alevi-Sünni gerginliği çıkarmayı planlamış Genelkurmay’da bir ekip. Amaçlarına ulaşmak için sahte ses kayıtlarından tutun da TV dizilerine müdahaleye kadar her şeyi mubah görmüşler.

İşin daha da vahimi iddianameye göre ordu komutanından başsavcıya herkes bu komplonun içinde yer almış. Bu aşamada hiçbir şey olmamış gibi davranmak en az bu planlar kadar korkunç, bu planlar kadar yanlıştır.

Başbuğ’un görev süresinin bitmesine sayılı günler kaldı. Bu açıdan mesele sadece Başbuğ’un sorunu değil. Esas gündem ordunun demokratik sistem içinde durduğu yer. Asker işini yapıp demokrasiyi içselleştirecek mi yoksa toplum mühendisliğine soyunup perde gerisinden ülke yönetmeye mi talip olacak? Bu noktada bir karar verip yeni bir yol haritası çizilemezse biz daha çok Balyoz planlarından bahseder dururuz.

Hatırlayalım, bu plan ortaya çıktığında ‘bu bir kağıt parçasıdır’ diyerek kendini ortaya koymuştu Başbuğ.

Fakat tam tersi oldu. İlk günden askeri savcılık ‘kanaat bildirerek’ iddiaları yalanladı. Mahkeme sürecinde ‘tuhaf görüşmeler’ yaşandı. Albay Çiçek iki kez tutuklandı, mahkeme başkanları değiştirildi, tekrar serbest kaldı. Bu esnada devreye giren ‘sivil subaylar’ ekran ekran dolaşıp Çiçek’i savundu. Sonra devreye ihbarcı subay girdi. Belgeyle birlikte vahim başka belgeler de yolladı. Bu aşamada hatırlatmak lazım, meçhul ihbarcı inanılmaz iddialar sıralamış ve ‘ihtiyaç duyarsanız tanık olmaya hazırım’ demişti. Sahi savcılar bu subayı dinleme ihtiyacı hissettiler mi acaba? Süreçteki tuhaflık bitmiş değil. Bunca delile rağmen askeri savcılık Albay Çiçek’i tutuklama ihtiyacı hissetmedi. Dursun Çiçek çok ağır bir iddia ile yargılanıyor ama görevinin başında. Onu görevinde tutup iş birlikçilerini adalete teslim etmeyenler can acıtan sorulara da hazırlıklı olmak zorundalar. Herkes ‘Generaller tutuklanırken Çiçek’i ayrıcalıklı kılan ne var’ sorusunu sorar. Komplo belgesinin altında imzası olan ‘Çiçek’i korurken aslında üstlerine doğru başka kimleri de koruyorlar’ sorusu ister istemez zihinleri meşgul eder. Ya da bizim bilmediğimiz ‘iyi çocuk hukuku’ mu geçerli? Balyoz’da da olduğu gibi ‘astların tutuklu üstlerin serbest’ kaldığı bir sistem devreye giriyor da haberimiz mi yok? Sahi Çiçek’i bu kadar ayrıcalıklı kılan nedir? O taşı çekince yıkılacak olan ne?

Adem Yavuz Arslan, Bugün, 3.3.2010

04.03.2010


Yargı hep hoyrattı, siz şimdi farkına vardınız

Önce Ergenekon, ardından Balyoz soruşturmaları kamuoyunun önemli bir kesiminde tepki çekti. Tepkilerin bir bölümü, askerin soruşturulmasına yönelik. Ak Parti’nin tamamen ideolojik (dincilik) nedenlerle TSK’yı yıpratmak ve süngüsünü düşürmek için hareket ettiğine, kendinden yana savcı ve polisleri kullanarak bu kampanyayı açtığına inanılıyor. Ancak toplumun büyük bir bölümü, soruşturma sırasında askere ve diğer sanıklara yönelik muameleye tepki duyuyor.

Televizyonlardaki tartışmalara bakın, gazetelerdeki yorumları veya açıklamaları okuyun, hep aynı noktalara dikkat çekiliyor.

“Cinayet sanığı gibi, sabaha karşı evinden alıp götürüyorlar. Davet edemezler miydi?”

“Gösteri yapar gibi gözaltına alıyorlar, basının önünden geçiriyorlar...”

“10 ay içeride tutuyorlar, sonra serbest bırakıyorlar...”

“İnsanlar neyle suçlandıklarını dahi bilmiyorlar...”

“Komplo teorilerinden, soyut hayali senaryolardan, köşe yazıları veya gazete haberlerinden hareket edip dava açıyorlar...” Daha neler neler...

Ancak bu eleştirilerin büyük bölümü yargı mekanizmasının işlemesinden kaynaklanıyor.

Polisin kişileri gözaltına alma yöntemleri, izlediği prosedür, muamele...

Savcının, “delil” diye nitelediği veriler, dosyayı oluşturması, yargıya hazırlama süreci... Yargıcın iş yükü veya olayın genişliği karşısında davayı zorunlu uzatması, istediği belgelere hızla ulaşamaması... Hep aynı yaklaşım, değişen bir şey yok... Bizler, Ergenekon ile başlayan ve Balyoz ile devam eden süreçte yaşanan soruşturma, gözaltı ve tutuklama olaylarından gördüklerimize bakıp, sanki yargı eskiden çok duyarlı, son derece dikkatli ve Avrupalı meslektaşları gibi hareket edermiş de, şimdi değişmiş sanıyoruz. Oysa, tam aksine... Yargı eskiden de, böyle hoyratça hareket ederdi. Sanığın dahi insan hakkı olduğunu umursamazdı. İnsanlar sürüklenerek gözaltına alınır, yine aylarca sorgusuz sualsiz tutulur, yine gazete haber ve yorumlarından veya hayali senaryolardan iddianameler hazırlanırdı. Dün ile bugün arasındaki tek fark nedir bilir misiniz?

Dün yargı büyüklere dokunmazdı.

“Etkinler” suç işleseler dahi onlara farklı muamele yapılırdı. Onlar, yargının ve polisin bir başka yüzünü görürlerdi. Ne olursa, normal vatandaşa olurdu. İtilir kakılır, zamanında dayak yer, suçsuz olmasına rağmen yıllarca hapis yatsa dahi sesini çıkaramazdı.

Bugün eleştirdiğimiz yargının yeni bir yanı yok. İktidardan direktif almalarına veya iktidarın direktifiyle tutum değiştirmeye de ihtiyacı yok.

Yargımız hep aynı.

İşte, şimdi eskiye oranla daha fazla reform çığlıkları atılmasının nedeni de bu... İlk defa yargı sistemimizin ve çağ dışı uygulama yöntemlerinin farkına vardık.

Mehmet Ali Birand, Posta, 3.3.2010

04.03.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl