Güncel |
Askerî vesayet AB’ye engel |
‘Balyoz Planı’ ile ilgili değerlendirmelerin yer aldığı The Economist dergisi, Türk ordusunun uzun yıllar kendisini ülkenin koruyucusu olarak gördüğünü ve bu görevi üstlendiğini ‘Generallerin Türkiye’nin AB sürecinde engel oluşturduğu’ yorumunu yaparak, şu ifadelere yer verdi: “Politikaya müdahale etmekte ısrarlı görünen ve Kıbrıs ile Kürt konularında ağırlığı olan generaller, Türkiye’nin tam bir demokrasiye geçişinin önündeki en büyük engel. Ordunun bir direnme mekanizması olarak hareket ettiği diğer konu ise Türkiye’nin AB üyeliği.” Askerî vesayet AB ve demokrasiye engel
TÜRKİYE gündemini uzun süredir meşgul eden ‘Balyoz Planı’ dünyanın saygın yayın organlarından İngiltere merkezli The Economist dergisinde geniş yer buldu. Beş bin sayfalık Balyoz planına göndermeler yapan dergi, “Fatih Camii’nin bombalanması, Türk-Yunan savaşını başlatmak için bir Türk jetinin düşürülmesi ve böylece oluşan kaos ortamında ordunun iktidarı ele geçirmesi” gibi başlıklara dikkat çekti. Planın tam bir fırtınaya sebep olduğunu yazan The Economist dergisi, Balyoz’un son dönemde ortaya çıkan darbe planlarından sadece biri olduğunu aktardı. Türk ordusunun uzun yıllar kendisini ülkenin koruyucusu olarak gördüğünü ve bu görevi üstlendiğini kaydeden The Economist, her ne kadar son dönemde orduya duyulan güven hızla ve benzeri görülmemiş bir şekilde düşmüş olsa da, ordunun hâlâ Türkiye’de en çok güvenilen kurum olduğunu vurguladı. ‘Generallerin Türkiye’nin AB sürecinde engel oluşturduğu’ yorumunu yapan dergi, şu ifadelere yer verdi: “Politikaya müdahale etmekte ısrarlı görünen ve Kıbrıs ile Kürt konularında ağırlığı olan generaller, Türkiye’nin tam bir demokrasiye geçişinin önündeki en büyük engel. Türkiye’nin mevcut anayasası ordu tarafından 30 yıl önce oluşturuldu. Türkiye’nin yeni bir anayasa acil ihtiyacı var. Ordunun bir direnme mekanizması olarak hareket ettiği diğer konu ise Türkiye’nin AB üyeliği.”
|
13.02.2010 |
NAMAZ KILMAMIZ BİR LEKE GİBİ GÖRÜLÜYORDU |
Yazar ve Edebiyat Araştırmacısı Prof. Dr. İskender Pala, 12 Eylül 1980 darbesinin hemen ardından girdiği TSK’da 1996’da YAŞ kararları ile ihraç edilene dek 15 yılda yaşadıklarını, ‘’Keşke Yaşanmasaydı’’ denilen ‘’ilginç zamanlara’’ dair anılarını bir kitapta topladı. “Bizim ‘suç’umuz namaz kılmamızdı, eşimizin başörtülü olmasıydı” diyen Pala, namaz kılmasının bir ‘leke’ gibi görüldüğünü anlattı. SABAH ALDIĞIM ABDESTLE EVE DÖNDÜM
Kaleme aldığı hatıralarında, namaz kılarken yakalandığını ve bu yüzden de ‘şöhretinin’ kendisinden önce birliklere ulaştığını anlatan Prof. Dr. Pala, şöyle devam etti: “Bir şeyi itiraf edeyim: Ben 15 yıl boyunca sabah evimden çıkarken aldığım abdestle evime geri döndüm. Sırf ortalıklarda abdest almayayım, herkesin gözüne batmasın bu diye. Sırf bunun için öğlenleri yemek yemedim, fazla bir şey içmedim. Sabah aldığım abdestle akşam eve döneyim diye. Dengesiz beslenmeden dolayı kemik erimesi başladı."
MAĞDURLARIN İTİBARLARI İADE EDİLSİN
TSK’dan atılmanın herhangi bir işten atılmaya benzemediğini, TSK’dan atılan insanın, toplum gözünde sanki ‘’şerefinin’’ de elinden gitmiş gibi göründüğünü ifade eden Pala, ‘’Onun için o 1665 insanın derdine bir çözüm bulunsun. İade-i itibar mı edilecek? Hepsi âdil mahkemelerde yargılansınlar. Meselâ beni yargılasınlar” diye konuştu.
Namaz kıldığım için ORDUDAN ATILDIM
YAZAR ve Edebiyat Araştırmacısı Prof. Dr. İskender Pala, 12 Eylül 1980 darbesinin hemen ardından girdiği Türk Silâhlı Kuvvetlerinden (TSK) 1996’da Yüksek Askerî Şûrâ kararları ile ihraç edilene dek 15 yılda yaşadıklarını, ‘’Keşke Yaşanmasaydı’’ denilen ‘’ilginç zamanlara’’ dair anılarını bir kitapta topladı. Deniz Kuvvetlerinde deniz subay edebiyat öğretmeni olarak göreve başlayan, ardından çeşitli görevlere atanan Pala, üniformalı yıllarını anlattığı ‘’İki Darbe Arasında/İlginç Zamanlarda’’ adlı kitabını kaleme almasının nedenlerini anlattı. Pala, TSK’da insanların mücadelesinin, içinden geçilen sürecin fikrine göre evrildiğini söyledi. Rütbe esaslı bir kurum olduğu için rütbe ve kıdem olarak büyük olanın emrettiğini hatırlatan Prof. Dr. Pala, ‘’Dolayısıyla size emreden insandan daha çok şey bilmeniz, daha çok başarılı olmanız, daha iyi bir şey yapmanız, bunların hepsi ‘gözün üstünde kaşın var’ denilebilecek kapılar açar. Bizim gözümüzün üzerindeki kaşımız, namaz kılmamızdı, eşimizin başörtülü olmasıydı. 28 Şubat sürecinde namaz kılan ve eşi başörtülü olan insanların bu göz üstündeki kaşı sanki lekeliymiş gibi görüldü’’ dedi. O süreçte TSK’dan 1665 insanın ihraç edildiğini belirten Pala,”Onların içerisinde kalemle ilişkisi olan benim. Dolayısıyla bunu yazmam sadece kendi hikayemi değil, 1665 hikayeyi de yazmam demekti’’ diye konuştu. Prof. Pala, sözlerini şöyle sürdürdü:’’Birtakım vicdan sahibi insanlar, ‘Orası peygamber ocağı ise öyle bir kurumda böyle işler olmamalıdır’ diyebilmeli. Benimle aynı kaderi paylaşan insanların pek çoğu benim kadar şanslı olmadı. Benim ikinci bir mesleğim vardı ve başka şeyler yaparak hayatımı devam ettirdim ama onların tek meslekleri vardı, meslekleri ellerinden alınınca hiçbir şey yapamaz duruma geldiler. Buldukları işlerden de çıkartıldılar. İçlerinden bu yüke dayanamadığı için intihar edenler oldu.’’ TSK’dan atılmanın herhangi bir işten atılmaya benzemediğini, TSK’dan atılan insanın, toplum gözünde sanki ‘’şerefinin’’ de elinden gitmiş gibi göründüğünü ifade eden Pala, şöyle devam etti: ’’Türk Silâhlı Kuvvetlerinde hiç kimseye ‘Bakın ben namaz kılıyorum’ diye gösteriş için, alelade ortamlarda namaz kılmadım. Namazımı kılmam gerekiyor. Falanca komutanımın isteği doğrultusunda Allah’ın istediğinden vazgeçemem. Dolayısıyla namaz kılarken, kapımı içeriden kilitliyordum. Siz buna gizli gizli diyorsanız, gizli gizli. Öğle vakti mesaimi namaz için harcamadım asla. Bir şeyi itiraf edeyim: Ben 15 yıl boyunca sabah evimden çıkarken aldığım abdestle evime geri döndüm. Sırf ortalıklarda abdest almayayım, herkesin gözüne batmasın bu diye. Sırf bunun için öğlenleri yemek yemedim, fazla bir şey içmedim. Sabah aldığım abdestle akşam eve döneyim diye. Ben 15 yıl boyunca aç ve susuz kalmaya razı oldum.’’ TSK mensuplarının eşleri ve çocukları için de hayatın bir cendere haline gelebildiğine işaret eden Prof. Dr. Pala, şöyle devam etti: ’’Sayın Emine Erdoğan’ın GATA’ya alınmaması ülke gündemini teşkil etti ve Genelkurmay Başkanı ‘Keşke yaşanmasaydı, insanî bir tavır değil’ dedi. Sayın Emine Erdoğan’ın başına gelenin aynısı benim eşimin başına geldi. Bizi bir yerden, başörtüsü olduğu için kovdular.’’
|
13.02.2010 |
Devlet adamı şantaj yapmaz |
Habertürk gazetesinden Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı’ya konuşan Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, röportajın ikinci bölümünde, “Sabrımız taşarsa elimizdekileri açıklarız” dedi. Başbuğ’un bu sözleri şantaj olarak yorumlanarak, devlet adamı vasfıyla uyuşmadığı ifade edildi. Org. İlker Başbuğ, Altaylı’nın “Sabrımızı taşırmayın derken ne kastettiniz” sorusunu şöyle cevapladı: “Biz her şeyimizi hukuk devleti sınırları içinde yaparız. Sabrımızın taşmasından kastım şudur: Biz bütün bu olayların ve yapılanların arka planını biliyoruz. Birileri gerekeni yapar diye susuyoruz. Çünkü devlet adamıyım. Devlet adamı gibi davranmam lâzım...” Devlet adamı şantaj yapmaz
Habertürk gazetesinden Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı’ya konuşan Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, röportajın ikinci bölümünde, “Sabrımız taşarsa elimizdekileri açıklarız” dedi. Başbuğ’un bu sözleri şantaj olarak yorumlanarak, devlet adamı tanımına yakışmadığı ifade edildi. Org. İlker Başbuğ, Altaylı’nın “Sabrımızı taşırmayın derken ne kastettiniz” sorusunu şöyle cevapladı: “Biz her şeyimizi hukuk devleti sınırları içinde yaparız. Sabrımızın taşmasından kastım şudur: Biz bütün bu olayların ve yapılanların arka planını biliyoruz. Birileri gerekeni yapar diye susuyoruz. Çünkü devlet adamıyım. Devlet adamı gibi davranmam lazım. Devlete ve hukuka saygımız var, ama bunun da bir sınırı var. Sınır aşılırsa bildiklerimizi halkla paylaşmaya başlayacağız.” Röportajda, ‘Kendi halkını düşman gören ordu olur mu?’ cümlesi ile alakalı olarak, bu kavramın ‘ithal’ olduğunu ileri sürerek, “Bazı kesimler, dışarıda birileri böyle bir dil geliştiriyor ve bunu Türkiye’ye de getiriyor” şeklinde konuştu. Org. Başbuğ, Altaylı’nın “Sınır aşılınca ne yaparsınız” sorusuna ise, Johns Hopkins Üniversitesi yayını olan ‘Constructing Democratic Governance in Latin America’ kitabından cümlelerle cevar vererek şunları kaydetti: “Bakın çevremizdeki veya Latin Amerika’daki bazı ülkelerde olan olaylara. Hükümet değişikliklerine veya modellerle yapılan oynamalara. Şimdi Türkiye’de bazı kesimler bir ifade kullanıyorlar. ‘Kendi halkını düşman gören ordu olur mu?’” Org. Başbuğ, ayrıca kitapta yer alan “Silâhlı Kuvvetler uzun süreden beri kendi halkını düşman görmeye alışmıştır” cümlesine dikkat çekiyor.
CUMHURBAŞKANI VE BAŞBAKANLA HERŞEYİ PAYLAŞIYORUM “Ben her şeyi hem Cumhurbaşkanı, hem de Başbakan’la paylaşıyorum” diyen Org. Başbuğ, “Dikkate alınmıyor mu?” sorusuna devamla, “Yetkili makamlar şikâyet makamı değildir. Ben şikâyet ediyorum zannetmeyin. Ben sorunları paylaşıyorum. Şunu söyleyebilirim. Devlet bu konuda aynı fikri paylaşıyor” şeklinde cevap verdi. SİYASETE MÜDAHİL DEĞİLİZ Ordudaki bilgi sızmaları ile ilgili olan sorulara da cevap veren Org. Başbuğ, “TSK’ya yönelik en fazla yapılan suçlama, Silâhlı Kuvvetler’in siyasete müdahil hatta dahil olması. Bu mudur durum?” sorusuna ise oldukça ilgi çekici cevabında şunları söyledi: ”Bizim siyasete dahil veya müdahil olma gibi bir durumumuz yok. Olmayız. Bizim dediğimiz şudur: ‘TSK siyasetin içinde olmasın ama kimse de TSK üzerinden siyaset yapmasın.’ Türk Silâhlı Kuvvetleri üzerinden siyaset yapılırsa, bize rağmen sanki TSK siyasetin içindeymiş gibi algılanır.
|
13.02.2010 |
Millî Savunma Komisyonu’nda konuşmalar kayda geçmiyor |
MECLİS içindeki ihtisas komisyonlarından görüşmeleri tutanağa bağlanmayan tek komisyon Millî Savunma Komisyonu. Vatandaşlar komisyonda nelerin konuşulduğunu bilmiyor. Meclis Tutanak Müdürlüğü yetkilileri “Komisyonlar kurulduğunda bize bir yazı gönderirler, tutanak tutulmasını isterler. Savunma Komisyonu’ndan hiç istek gelmedi, biz de tutmadık” diyor. Meclis’in nasıl işleyeceğini belirleyen İç Tüzük’e göre, tutanak tutulmamasını gerektiren tek şart, “görüşmelerin sır olarak saklanmasına söz verildiği” “kapalı oturumlar.” Komisyon tutanaklarıyla ilgili 33. maddedeyse, “Komisyon karar verirse, tam tutanak tutulur” deniyor. Milletvekili danışmanı ve Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nın (TESEV) “Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim” almanağının yazarlarından Nezir Akyeşilmen, tutanakların “daha sonra ortaya çıkabilecek hukukî bir sorunda başvurmak veya araştırmacıların hizmetine sunmak” için önemli olduğunu söylüyor. Ancak, ne bu yapılıyor ne de herhangi bir komisyon üyesi buna itiraz ediyor. Akyeşilmen’e göre, tutanaklar tutulsa ve kamuoyuna açık olsa, bu şeffaflığın göstergesi olacak. Aksi halde, “Karanlıkta kalanın, görüşülenin ne olduğunu bilemiyoruz. En masum şey bile kuşkuya dönüşebiliyor” diyor. “Savunma hariç, bütün ihtisas komisyonlarının tutanaklarına ulaşabiliyoruz” diyen TESEV’in “Güvenlik Sektörü” raporunun yazarı, Bilgi Üniversitesi öğretim elemanı Hale Akay, bu durumun “Savunma konuları her zaman gizlidir, vatandaşa açılmaz” algısının kabulü ve meşrulaştırılması anlamına geldiğini söylüyor. |
13.02.2010 |
EMASYA yerine müşteşarlık kuruluyor |
TBMM Genel Kurulunda, terörle mücadelede ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere, İçişleri Bakanlığına bağlı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı kurulmasını öngören tasarının 1-15. maddelerini kapsayan 1. bölümü kabul edildi. Kabul edilen maddelere göre, terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı kurulacak. Güvenlik kuruluşları ve ilgili kurumlar arasında terörle mücadele alanında gerekli koordinasyonu sağlamak, bu alandaki politika ve uygulamaları değerlendirmek amacıyla Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu kurulacak. Kurul; İçişleri Bakanının başkanlığında, Genelkurmay İkinci Başkanı, Jandarma Genel Komutanı, MİT, Adalet, İçişleri ve Dışişleri Bakanlıkları müsteşarları, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı, Emniyet Genel Müdürü ve Sahil Güvenlik Komutanından oluşacak. Gerektiğinde gündemle ilgili diğer kurum ve kuruluş temsilcileri de toplantıya dâvet edilebilecek. İçişleri Bakanının dâveti üzerine toplanacak Kurulun gündemi, Kurul üyelerinin görüşleri alınarak İçişleri Bakanı tarafından belirlenecek. Müsteşarlık merkez teşkilâtına; müsteşar, 2 müsteşar yardımcısı, 6 daire başkanı olmak üzere 94 kadro ihdas edilecek. Bu kadrolar, hukuk müşaviri, uzman, çözümleyici, programcı, mütercim, veri hazırlama ve kontrol işletmeni, mühendis, istatistikçi, sosyolog, psikolog, antropolog gibi unvanlardan oluşacak. Müsteşarlık, gerekli görülen görevler için hizmet süreleri belirtilmek kaydıyla müsteşarın teklifi ve İçişleri Bakanının onayı ile özel ihtisas ve araştırma komisyonları kurabilecek. |
13.02.2010 |
Bağış: Hoşgörümüz AB ile perçinlenecek |
DEVLET Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, ‘’Demokratik açılım ve Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi kapsamında yüzyıllardan beri bir arada yaşadığımız bu topraklarda karşılıklı anlayış ve hoşgörüyü sürdürmek yönündeki kararlılığımız devam etmektedir ve devam edecektir’’ dedi. Bağış, Feriye Lokantasında, Türkiye’deki dini azınlıkların temsilcileriyle bir araya geldiği yemekli toplantıda yaptığı konuşmaya, güzel Türkiye’nin coğrafyasının, tarihinin, zenginliğinin önemli bir göstergesini oluşturan dâvetlilerle birlikte olmaktan gurur duyduğunu belirterek başladı. Hükümetin önemli hedeflerinden birinin de bütün vatandaşların inanç ve ibadetlerini özgürce sürdürmelerini sağlayacak hoşgörü ortamının daha da güçlendirilmesi olduğunun altını çizen Bağış, ‘’Hem bu hedef doğrultusunda hem de genel olarak toplumumuzun her kesiminin sorun ve ihtiyaçlarının farkında olabilmek ve bu yönde çözüm üretmek için bir diyalog sürecinin gerekliliğine inanmaktayız’’ diye konuştu. AB’ye katılım sürecinin önemli alanlarından olan siyasi kriterler bölümünde atılan adımları gözlemlemek amacıyla oluşturulan ve dört bakanın başkanlığında yürütülen ‘’Reform İzleme Grubu’’nda Adalet, İçişleri ve Dışişleri bakanları ile kendisinin çeşitli vesilelerle Başbakan Erdoğan başkanlığında toplandıklarını kaydeden Bağış, siyasî reformları izleme grubunun alt komisyonunun da oluşturulduğunu söyledi. Bağış, ‘’Bu reformlar çerçevesinde 1996’dan bu yana farklı gruplarla, cemaatlerle, inanç gruplarıyla diyalog kurarak, Türkiye’nin bu kadar zengin bir ülke olmasına katkıda bulunan sizlerin sorunlarını yakından izlemek ve onlar için yeni çözümler üretebilmek için çabalarımızı sürdürüyoruz’’ diye konuştu. |
13.02.2010 |
Danıştay’a akademisyen tepkisi |
DANIŞTAY 8. Dairesi’nin, Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK) üniversiteye girişte farklı katsayı uygulamasını öngören kararının yürütmesini durdurma kararı, Çanakkale ve Elazığ’da protesto edildi. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nden (ÇOMÜ) bir grup öğretim üyesi, ortak basın açıklaması yaptı. Farklı katsayı uygulamasının akademik bir konu olmasına rağmen üniversiteler dışında bir çok kurum ve kuruluşun bu konuda görüş bildirdiği hatırlatılan açıklamada, üniversite mensupları olarak akademik bakış açısının da kamuoyuyla paylaşılması gerekliliğinin görüldüğü bildirildi.Açıklamada, şu görüşlere yer verildi: ’’Tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının kendi istediği alanda eğitim alma hakkı bulunmaktadır ve bu hak Anayasa ile denetim altına alınmıştır. Bu bağlamda kendi eğitim kurumlarında yetişmiş insanların, orta öğretimden yüksek öğretime tam bir eşitlik gözetilerek geçmesini sağlamanın, devletin yasalarla tanımlanmış bir görevi olduğunu düşünmekteyiz. Eğitimi bir fırsat değil hak olarak gören ve bu hakkın da dayanağını hukuktan aldığına inanan bilim insanları olarak, gençlerin eğitim almalarına engel teşkil eden sorunların çözümünün akademik düşünce ortamında ve sorunun paydaşlarının katılımıyla sağlanacağına inanıyoruz.’’ Elazığ İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği üyeleri de, Danıştay’ın farklı katsayıyı durdurma kararını protesto etti. |
13.02.2010 |
Katsayı sadece eğitime değil iş dünyasına da darbe vurdu |
İSTANBUL Ticaret Odası (İTO) Yönetim Kurulu Başkanı Murat Yalçıntaş, Danıştay’ın YÖK’ün son katsayı düzenlemesini iptal etmesine ilişkin, ‘’Bu, sadece eğitime değil iş dünyasına da darbe vurdu’’ dedi. Yalçıntaş, İTO Meclis Toplantısında yaptığı konuşmada, Türkiye’nin en önemli ekonomik konusunun istihdam olduğunu, son ekonomik veriler dikkate alındığında artık krizden çıkışa dair işaretlerin net olarak görüldüğünü söyledi. Bu güzel haberlerin dışında konsantrasyonu, enerjiyi tüketen olaylar da yaşandığını ifade eden Yalçıntaş, Danıştay’ın YÖK’ün son katsayı düzenlemesini iptal kararına değindi. Kararın, sadece eğitim sistemi için değil, ekonomi için sanayimiz için de son derece olumsuz olduğunu kaydeden Yalçıntaş, şunları kaydetti: ‘’Ben görüyorum ki Türk iş âleminin sesini duymak istemeyen kurumlar var. Sanayinin ara eleman ihtiyacı ana ihtiyacıdır. 10 yılık aşkın süredir üniversiteye gidiş yollarının kapanmasının doğurduğu olumsuz sonuçların meslek liseleri üzerinde meydana getirdi tahribatı hepimiz biliyoruz. İTO Başkanı olarak, bir sanayici olarak, beni üzüntüye sevk eden, Danıştay gibi Türkiye’nin en temel kurumlarından bir tanesinin meslek eğitimini zafiyete uğratan uygulamayı düzelten her türlü çözüme kapıyı kapatması... YÖK’ün bu adaletsizliği düzeltmek için attığı adımlar, iki defa iptal edildi. Bu, sadece eğitime değil iş dünyasına da darbe vurdu. Eşit ve adil şekilde gençlere hiçbir kısıtlama olmadan üniversitelerin kapılarını açacak düzenlemeler yapılmalıdır. Eğitim özgürlüğüne yeni engeller üretilmemelidir.’’ |
13.02.2010 |
MHP’den 7 Kasım’da erken seçim teklifi |
MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, "Biz diyoruz ki 2008 yılı kayıp, 2009 küçülme, 2010’dan zaten hayır yok. 2011’e seçimi atmayın diyoruz. 2011’de seçim olunca onu da kaybedecekler” dedi. Vural, konferans vermek üzere geldiği Denizli’de, partisinin Buldan İlçe Başkanlığını ziyaretinde gazetecilere açıklamalarda bulundu. Oktay Vural, 7 Kasım 2010’da erken seçim taleplerini yineleyerek, ‘’Biz diyoruz ki 2008 yılı kayıp, 2009 küçülme, 2010’dan zaten hayır yok. 2011’e seçimi atmayın diyoruz. 2011’de seçim olunca onu da kaybedecekler. O zaman seçimi bir an önce, 7 Kasım 2010’da yapalım ki, milletin 2011 yılını kurtaralım. Yapacakları bir şey yok. Çay, simit hesabıyla ekonomiyi yönetenler, milleti çay simit alamaz hale düşürmüştür. Ekonomi zihniyetlerini değiştirmedikten sonra yapacakları bir şey yok’’ diye konuştu. TBMM’de son haftalarda yaşanan kavgalar ve üslûp konusunda, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a gerekli uyarıları yapmasında büyük fayda gördüklerini söyledi. |
13.02.2010 |
İSTANBUL, DEVLET GİBİ |
Nüfusuyla Yunanistan, Küba, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, İsveç ve Tunus’un da aralarında bulunduğu 118 ülkeyi geride bırakan İstanbul, son 2 yılda nüfusuna 341 bin 322 kişi ekledi. İstanbul’un 2 yıldaki nüfus artış miktarı, ülkedeki 32 ilin nüfusundan daha fazla oldu. İstanbul yıllık nüfus artışıyla nüfusuna her 4 ayda bir Bayburt, 4,5 ayda bir Tunceli, 6 ayda bir Ardahan ve 7 ayda bir Gümüşhane ve Kilis ekliyor. İstanbul, nüfusuyla 118 ülkeyi geride bıraktı
NÜFUSUYLA Yunanistan, Küba, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, İsveç ve Tunus’un da aralarında bulunduğu 118 ülkeyi geride bırakan İstanbul, son 2 yılda nüfusuna 341 bin 322 kişi ekledi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri ve BM Nüfus Fonu’nun 2009 yılı tahminlerinden yaptığı hesaplamalara göre, İstanbul’un 2 yıldaki nüfus artış miktarı, ülkedeki 32 ilin nüfusundan daha fazla oldu. İstanbul yıllık nüfus artışıyla nüfusuna her 4 ayda bir Bayburt, 4,5 ayda bir Tunceli, 6 ayda bir Ardahan ve 7 ayda bir Gümüşhane ve Kilis ekliyor. Ankara ise yıllık 101 bin 863 kişilik artışıyla Tunceli ve Bayburt’un nüfusundan fazla arttı. Oransal olarak bakıldığında ise nüfus artış hızında başı Çankırı çekti. Çankırı’nın 2007-2008 döneminde yüzde 1,20 olan nüfus artış hızı, 2008-2009 döneminde yüzde 5,07’ye yükseldi. Çankırı’nın nüfusu 2007 yılında 174 bin 12 kişi, 2008’de 176 bin 93 kişi ve 2009 yılında ise 185 bin 19 kişi olarak hesaplandı. Nüfus artış hızında en dikkat çekici gelişme ise Bilecik’te yaşandı. Bilecik’in 2007-2008 döneminde yüzde eksi 5,21 olan nüfus artış hızı 2008-2009 döneminde yüzde 4,60’a çıktı. 2007 yılında 203 bin 777 kişinin yaşadığı Bilecik’te nüfus 2008’de 193 bin 169 kişiye geriledi, ancak 2009 yılı itibariyle Bilecik’in nüfusu 202 bin 61 kişiye çıktı. |
13.02.2010 |
BYEGM dış basına ülkemizi tanıtıyor |
Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü (BYEGM) ülkemizin dünya kamuoyuna tanıtımına ve yabancı basın mensuplarının çalışmalarına yardımcı olmaya devam ediyor. Türkiye ve İran arasında medya ilişkileri Ankara’da Basın -Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünde masaya yatırıldı. Türk ve İranlı gazeteciler, Türk medyasında İran’ın ve İran medyasında da Türkiye’nin ele alınışını ve her iki ülke arasında basın- yayın alanında mevcut işbirliği imkânlarının arttırılması konularını ele aldılar. İran’ın önde gelen yayın organlarının temsilcilerinden oluşan 14 kişilik üst düzey basın mensupları, Türkiye’de yerleşik İranlı basın mensupları, Türk medyasından temsilciler ve strateji uzmanları BYEGM Uluslararası Basın Merkezinde bir araya geldiler. Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürü Salih Melek, toplantıda yaptığı konuşmada, İran’ın önde gelen yayın kuruluşlarının temsilcilerini Türkiye’de görmekten duyduğu memnuniyetini ifade ederek, iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesinde medya ve tanıtımın önemli rol oynadığına işaret etti. Melek, Türkiye ile ilgili olarak siyasî, ekonomik, turizm, kültürel vb. alanlarda 2009 yılında dünyada en fazla yayın yapan ülkeler arasında İran’ın 4. sırada yer aldığına dikkat çekti. Çok sayıda yerli ve yabancı basın mensubunun takip ettiği toplantı, Türkiye ve İran arasında basın dâhil her alanda ilişkilerin geliştirilmesi temennisi ile sona erdi. |
13.02.2010 |
Beyşehir Gölü kıyısında silâh kazısı yapıyor |
BEYŞEHİR Gölü’nün kıyısında 3 yerde, ‘’toprağa silâh ve patlayıcı madde gömülü’’ olduğu ihbarı üzerine dün yapılan kazı çalışmaları, bugün sabah saatlerinde yeniden başladı. Alınan bilgiye göre, Beyşehir ilçe merkezine 18 kilometre mesafede göl kıyısındaki Dilayla mevkisi İzciler Tesisleri yakınlarındaki çamlık alanda, Beyşehir Cumhuriyet Başsavcısı İlyas Yavuz’un nezaretinde yapılan kazı çalışmaları bu sabah 08.55 itibariyle yeniden başlatıldı. Jandarma ekiplerinin gözetiminde Beyşehir Belediyesi’ne ait iş makinesi yaklaşık 100 metrelik hatta kazı çalışmalarını sürdürüyor. Önceki gün bölgede 3 ayrı yerde toprağa silah ve mühimmat gömülü olduğu ihbarı üzerine harekete geçen Cumhuriyet Başsavcılığı, Dilayla mevkisinde birbirine yakın 2 ayrı alanda kazı yaptırmış, havanın kararması sebebiyle çalışmalara ara verilmişti. İkinci bölgede kazı çalışmalarının kaldığı yerden devam ettiği, daha sonra çalışmaların ihbar edilen üçüncü noktaya kaydırılacağı belirtildi. |
13.02.2010 |
Maalesef, tv’siz bir hayat düşünemiyoruz |
ANADOLU Üniversitesi (AÜ) İletişim Bilimleri Fakültesince TÜBİTAK desteğiyle Eskişehir’de 550 yoksul arasında yapılan araştırmada, televizyonun eğlencenin, haberin, yakın ve uzak dünyaya ilişkin bilginin temel kaynağı olduğu belirlendi. ‘’Yoksulların Günlük Yaşamında Medya: Eskişehir Bağlamında Bir Alan Araştırması’’ adlı proje, AÜ İletişim Bilimleri Fakültesinden Yrd. Doç. Dr. Hakan Ergül’ün yürütücülüğünde aynı üniversitenin Sosyoloji bölümünden Yrd. Doç. Dr. Emre Gökalp ve İletişim Bilimleri Fakültesinden Doç. Dr. İncilay Cangöz tarafından gerçekleştirildi. Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Ergur da projenin danışmanlığını üstlendi. TÜBİTAK tarafından desteklenen ve yoksul aile bireylerinin günlük hayatlarında medya tüketimine odaklanan projenin, kullanılan etnografik yöntemler açısından Türkiye’de bir ilk olma niteliği taşıdığı bildirildi. Toplam 18 ay süren ve 2009 yılı sonunda tamamlanan çalışma, Eskişehir şehir merkezinde yoksulluğun derin biçimde yaşandığı Yıldıztepe ve Gültepe mahallelerinde gerçekleştirildi. Proje süresince 200’ün üzerindeki yoksul hane üyesi 550 kişiyle anket yapıldı, yüz yüze görüşmeler gerçekleştirildi. 15 hanede de 6 ayı aşkın süre boyunca katılımlı gözlemler gerçekleştirildi. Çalışmaya gönüllü olarak katılanlarda en belirgin ortak özellikleri de yoksulluk.
TELEVİZYONSUZ HAYAT DÜŞÜNÜLEMİYOR
YRD. DOÇ. DR. Hakan Ergül, yoksul hanelerde yeni iletişim teknolojilerine yönelik önemli bir eğilim görülse de televizyonun en çok kullanılan araç olma özelliğini koruduğunu söyledi. ‘’Televizyon, yoksul aileler için eğlencenin, haberin, yakın ve uzak dünyaya ilişkin bilginin, fantastik olanla iletişime geçmenin temel kaynağı durumunda’’ diyen Yrd. Doç. Dr. Ergül, şöyle konuştu: ‘’Bu hanelerde yaşam, uygun bir mutfak, sağlıklı bir soba olmadan da bir şekilde sürerken, televizyonsuz bir hayatın tahayyülü bile son derece güç gözüküyor. Ancak, yoksul bireylerin genel olarak medya özel olarak televizyon aracılığıyla sürekli inşa edilen gerçekliğin kendi gerçekliklerinden farklı olduğuna dair bir kanaate sahip oldukları söylenebilir. Dolayısıyla, medyanın geniş halk kesimlerini uyuttuğuna dair amiyane klişe savın sorgulanması gerekmektedir.’’
DÜŞÜK MALİYET SEBEBİYLE İNTERNET
ARAŞTIRMAYA katılan yoksul hanelerin yüzde 47’sinin modem sahibi olduğunu ve hane üyelerinin yüzde 43’ünün internet kullandığını ifade eden Yrd. Doç. Dr. Ergül, şöyle devam etti: ‘’İnternet, bütün aile üyelerinin bilgiye ve habere ücretsiz ulaşma, iletişim kurma, posta ve mesaj gönderme, iş ve indirim ilânlarını takip etme, film izleme, müzik dinleme, oyun oynama, bilgi edinme gibi gereksinimlerini oldukça düşük bir maliyetle karşılamada kullandıkları bir araç olmuş durumda. Bu nedenle internet, çalışmaya katılan hanelerin yoksul olmalarına karşın değil, neredeyse yoksul oldukları için edindikleri bir iletişim ortamı konumunda. Veriler, bu konuda üretilebilecek makrososyal politikalar için önemli ip uçları da taşıyor.’’
KADINLARIN YÜZDE 58’İ HİÇBİR ZAMAN GAZETE OKUMUYOR
Yrd. Doç. Dr. Ergül, yoksul ailelerde medyanın kültürel tüketiminde cinsiyete göre önemli farklılaşmalar görüldüğünü anlatarak, şöyle devam etti: ‘’Çalışmaya katılan hanelerde kadınların yüzde 58’i hiçbir zaman gazete okumadıklarını belirtirken, kahvehane, iş yeri gibi kimi alanlarda ücret ödemeden gazete okuyabilen erkekler için bu oran yüzde 46. Haber veya tartışma programı gibi kaynağını gerçeklikten alan program türleri erkekler tarafından daha çok tercih edilirken, kadınlar dizi, film gibi kurgusal türleri tercih ediyorlar.”
ÜST GELİR GRUPLARINI HEDEFLEYEN PROGRAM İZLİYORLAR
Yrd. Doç. Dr. Ergül, yoksul ailelerdeki sosyo-kültürel farklılıklara karşın, bu farklılıkların medya tüketimine yansımasının çok düşük olduğunu gözlemlediklerini belirterek, yoksul ailelerin büyük bölümünün, kendi kültürel, etnik, mezhepsel kimliklerini hedefleyen kanal ve program içeriklerinden çok, sosyoekonomik statü göstergeleri açısından üst gelir gruplarını hedefleyen programları izlediklerini bildirdi.
BİR KERE ÇALDIRINCA CAMDAN BAK
KONU cep telefonu olunca yoksulluğun aynı zamanda ‘’kontörsüzlük’’ olarak da tezahür ettiğine işaret eden Yrd. Doç. Dr. Ergül, şunları bildirdi: ‘’Fakat cep telefonları ve evlerdeki arıyan numarayı gösterme özelliğine sahip telefonlar, özel olarak kontörsüzlükle genel olarak da yoksullukla mücadelede çok işlevsel bir biçimde kullanılmaktadır. Bir kere çaldırınca ‘camdan bak’, iki kere çaldırınca ‘buraya gel’ gibi anlamlara gelecek şekilde ve hiç kontör ücreti ödemeden gerçekleşen bu haberleşme biçiminin yoksullukla baş etmede oldukça kayda değer bir strateji olduğu ifade edilebilir.’’ |
13.02.2010 |