Kültür-Sanat |
Dost’a... |
Ah sevgili dost! Ah ki kalbimin çerâğı, günümün şemsi, gecemin kameri olan Efendim’in (asm) topraklarındasın. Ah dost! Bu ne büyük sürûr, ah bu ne füsûn. Kalbimde bin çerağ yanmakta, benliğim o sevgilinin izine gölge. Şemsi oldu günümün, kamer oldu geceme.. Ne nazdâr hem de ne füsûnkâr imiş sevgili (asm)! Şehrine çağırmakta, lâkin ezelden mevûdeyim. Kuyu... Kuyunun içinde mevûde. Kuyudan çıkamaz ki gelsin mev’ude. Dost, efendime selâm et... Ve aleyküm’üsselâm dost! Dost, yaren.. Kalbimizden kavlimize akıttığımız duâları hatırla, unutma! Muhayyilemize kurmuştuk, beraber yüz sürecektik Efendimizin (asm) toprağına. Olmadı, liyâkatim el vermedi, gidemedim. Lâkin şimdi sen o topraklardasın dost, belki de şu acizi de yanında ve aklında taşıyarak. Biliyorum; kalbinde hazan ve sürûr bir arada. Gözyaşı tecessüm etmiş hâlindi utanma, ağla! Göz yaşın düşsün toprağa. Ve şairin dediği gibi olsun, gözünün yaşı gibi gözünden düşsün dünya! Kıymet verme, yağmur tanesini melekler indirdiyse affını ve selâmetini gözünden düşen o yaşlar vesilesiyle melekler getirecektir, biiznillah! Sürûr demiştim, Efendimizin (asm) mirâsıydı tebessüm. Tebessüm et, unutma! Şimdi oradasın, hâlinden, hâletinden bîhaberim. Lâkin öğüdün hâlâ aklımda; merak etme duâ demiştin. Duâlar ediyor, merâkımı ve melâlimi Rabbime hâvâle ediyorum. Bu mektubu o topraklara yollar ve sana ulaşırdım. Yazdıklarımı, harflerimi ve mahreçlerimi münzevî bir çığlık gibi gönderirdim o şanlı beldelere. Lâkin o toprakları görmeyi ve o havaları soluma şerefini postacıya kazandırmak istemiyorum, hüzünlü bir haset bu! Dostum sana hayallerimden bahs açmış ve demiştim ki o topraklarda hâyâl/ ettiğim en büyük şey; kara kaşlı, kara gözlü yâre saatlerce bakmak, onu temâşâ etmek. Şeyler cem olacak, eşya olacak daha fazla konuşursam şey çoğalacak eşya olacak, hüznüm artacak, sükûnum azalacak. Hâyâ edip, susturuyorum hâyâlimi. Hüzn-ü zan edip cezbesine tâkât getirmeye çalışıyorum bu hasrete... Dost, karıncalanıyor zihnim. Karınca... karınca... karınca, kararınca, karınca Kâbe'ye varınca... Sahi karınca bile olamadım ki. Bile’si ne? Karınca, “Kâbe’ye ulaşamasam bile yolunda ölürüm” dememiş miydi? Dost güvercinleri salıyorum şehrimden, şehrine... Ha, sahi güvercin... Ne demiştim, güvercin. Efendime (asm) yârenlik eden güvercin.. Dost ne müşkil soru bak dinle, çendan daha evvel de sormuştum, lâkin bir kere daha dinle; “gidiyorlar ya dönerken kalplerini orada bırakıp âhuzâr mı dönüyorlar?” Dönenleri gördüm dostum, dönen mahzûn kalpleri. Dönünce oraya dönmeyi isteyen Rabbimin 7 defa döndürdüğü kalpleri. Gül-nihâlim de gitmişti, döndüğünde kalbi hüzne müşfik idi, mahzûn idi. Dönenler nasıl dönüyordu, gidenler nasıl gidiyordu, aklım almıyor dost! Bu nasıl liyâkat dost, bu nasıl liyâkatsizlik... Aradığın huzurdu, sabret demiştim, sabrettin. Sabretti dost’um, sabrettin dostum. Sabreden derviş, melâmet hırkasını giyindi, Kâbe’de kabına girdi. Muradına erdi derviş.. Dost, duânı talep etmiyor değilim. Lâkin duânda yer alınca, diğer kullar nasibsiz kalacaksa istemem, -ki günahım denizlerin köpüğünü- dahi geçmişken. Yine de elifi elif gibi dik tut Rabbim dersen, nedâmet duymam bilirim! “Ya vedûd aşkına dilenciyim” diyerek kapıdan girdin biliyordum, dost. Orada bayram, burada içine dünyanın bütün çocuklarının sürûrun doldurulduğu bir bayramdan daha bayram olacak. O’nu göremezsen, önünde yürüdüğünü hissedemezsen üzülme. Dediğim gibi bayramlıklarını giyinmiş ve temiz kokunu sürünmüş olduğun hâlde karşında âdetâ o varmışçasına boynunu bük, yetimliğini hissettir, ben de senin varlığından yetimim Efendim de(asm). Duyulmazları duyurur Rabbim, duyulmazları duyacaktır Efendim(asm). Bir bismi ile başla önce. Sonra mim gelir zaten. Muhammed, mim’in en çok yakıştığı isim değil miydi zaten? Mescid-i Nebevi’de adım atışını hâyâl ediyorum, hâyâ ediyorum sonra, sonra yine susuyorum dost. Hira’da “ikra” diyorsun, “Cibril nerede hani?” deme. Cibril mü’minin ruhuna “ikra” demiyor mu dost! Uhud’da ağlayacaksın, duramayacak yine ağlayacaksın. Ağla, çeşm-i giryan seni yaşatır can.. Dost en azından firâkın eleminden yanmış olarak, hasretin doruğunda o şehirden çıkarken benim için de duâ et. Rabbim elif de gelsin de. Duâ et ki bir meczup gibi bir mecnun gibi geleyim o şehre. Bir dilenci olayım meselâ. Medine fukarası tabirinin en çok yakıştığı ben olayım. Dileneyim, dilleneyim. “Ya vedûd bende aşkına dilenciyim, bende affına, rızana, fazlına müheyyâ olmalıyım” diyeyim. Geleyim kabıma gireyim. Günahlarımın kirli kanını döküp orada öleyim. Ne çok konuştum ve yine ne çok sustun dost. Ne hâyâl kurdum dost. Gidenlere, kalbini orada bırakıp âhuzâr dönenlere, liyâkatlilere, can’a, ruha ve Efendim Hz. Muhammed’e (asm) selâm ile.. Ve aleyküm’üsselâm can! Umre ziyâretini yapmakta olan can’a.. |
ELİF RUHEFZÂ ALTUNER 05.12.2009 |
‘GÜZEL BİR SÖZ DE BİR SADAKADIR’* |
Güzeller güzelinden gelene bak, Bak ki, güzellik ancak böyle olacak.
Usûlü ve üslûbu ile yolumuzda Rehber, Bütün sözleri, hakikatten bir haber.
Güzel ticaret yapın diyor, Söz Sultânı, Boşa geçirmeyin, sermayeniz olan ânı.
Kazancın çoğu, unutmayın, ayrıntıda gizli, Hayır yolunda, küçük-büyük, olmaz belli.
Veren el olmaksa niyetiniz, üzülmeyin, ‘Elimde yok iken nasıl?’ Hiç demeyin.
Vermek istiyorsanız, ruha gıda verin, Güzel bir söz ile kalpleri sevindirin.
Güzellik; hayırdır, haktır, hakikattir, Hayır olmayacaksa, susmanız ayn-ı hikmettir.
Evet, ne güzel diyor Peygamber: ‘Allah güzeldir, güzeli sever.’
SİNAN SÜVER
* Buharî’de geçen Ebu Hureyre rivayetli Hadis-i Şeriften mülhem bir şiirdir. |
05.12.2009 |
Sudan çiçek böcek muhabbeti |
(Ayrılığı yakalayabilseydik ona çektirdiği acıyı tattırırdık.) İbn Arabi
Aşağılara bakmayın sakın fildişi kulenizden, başınız döner düşersiniz! O kadar yükseklerdesiniz ki dostlarım.
Say ki yazın kuruyan bir cılız deredir su. Bazen çıkar meleklerle gökyüzüne... İner kahırla yeryüzüne sel olur silip süpürür yeryüzünü öfkeyle... Yalnız şehit mezarlarına dokunmaz...
O kadar yükseklerdesiniz ki dostlarım Yeryüzüne bakmayın sakın. Siz seçkin, asil, sevgili kullarısınız Allah’ın.
Suya bakmayın sakın hele de gözlerine, Yağar gece gündüz üstünüze üstünüze
Aşağılara bakmayın dostlarım sakın ha... Öyle olursa üzerinize sıçramaz kanalizasyon aksa da. Sizin ayakkabılarınız çamur nedir bilmez. Toprağı ıslatan suyun suçudur bu.
Su toprağa karışır bilinmez çiçek olur Belki de bir diken Batar ayağınıza dostlarım Kanatır... Yeryüzünde yürümeyin hiç Bulutların üzeri sizin için biçilmiş kaftan...
Su değil bazen kahır ölüm yağar damlalar Su değil âfet...
Çölde kalsaydınız değerini bilirdiniz Ve bu kadar hor kullanıp harcamazdınız.
Sakın ha inmeyin bulutların üzerinden yeryüzüne... Ayaklarınız değmesin suya Olur ya üşürsünüz karda kışta...
Su gibi aziz ol denilir ya Su gibi rezil, rüsvay, madara, kepaze ol denmez nedense...
Sakın ha suya dokunma sulanırsın, bulanırsın.
Siz susuz da yaşarsınız dostlarım, Yeşerecek, yeşertecek ne bir ağaca, ne bir meyveye, ne de bir bitkiye ihtiyacınız var... Çok yücesiniz dostlarım çok yüce
Su gibi aziz ol derler de Su gibi yerlerde sürün, çiğnesinler seni demezler nedense...
Sert kayalardan fışkıran sular sizin gözlerinize haram olmuş. Uçmaya o kadar alışmışsınız ki sakın inmeyin yeryüzüne...
Hem uçmak için birçok madde ve sebep varken suyu ne yapacaksınız. Uçun dostlarım uçun. Yeryüzü pek tekin bir yer değil...
Saf suyu ne yapacaksınız ki Envai türde tatlandırılmış, leblebi olmuş nohutlar gibi içecekler varken
Dostlarım sakın aşağılara bakmayın. Aman ha inmeyin.
Su ah şu su ah.
Birden şu şarkı geldi aklıma: Mısırı kuruttun mi, ambarda duruttun mi, baban çarık giyerdi bunları unuttun mi?
Ah dostlarım çok yükseklerdesiniz Gözlerinizi görmem mümkün değil Hele ki tv icad oldu mertlik bozuldu...
Herkesin gözü sizdeyken, Sizin için göğe merdiven dayarken Siz suyun sırrını çözeceksiniz Ana! Ba ba ba ba Olacak iş değil!
Su gibi aziz olun dostlarım. Ve unutmayın ki kirlendiyse su ellerinizi yıkadığınız içindir.
Göklere çıksa da buhar olup su. İner rahmet rahmet yeryüzüne, Bir meleğin kanadına tutunup Bazen rahmet bazen âfet Mikâil bilir dostum, Mikâil bilir Mikâil’den önce Allah bilir
Su gibi hayat, su gibi aziz olun dostlarım, Su gibi mütevazi Vebali hissesi olanlara kahır ve âfet
Ve toprağa düşer bir gün su damlası. Mezarda büyür bir zambak olur unutulmuş. Kışın donar, yazın buharlaşır Yeri gelir kahreder feleğe, yeri gelir şükreder, Ama daha çok şükreder....
Su gibi temiz olun dostlarım, su gibi can rahimlerde, Su gibi kalmayacak sizlere de. Hep gitti gelenler de İster ayak ister baş olsun, Gündür gelir geçer de Deler de geçer.
SEMRA ULAŞ |
05.12.2009 |