19 Ekim 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

İnsanların anlayıp kavrayacakları dilden konuşun. Onların Allah ve Resûlünü yalanlamalarını ister misiniz?

Câmiü’s-Sağîr, No: 2303

19.10.2009


İslâmiyet, sulh-u umumîyi temin edecek

Biliniz ki: Bizim muradımız, medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki, ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip, taklit edip malımızı harap ettiler. Ve dini rüşvet verip dünyayı da kazanamadılar. Medeniyetin günahları iyiliklerine galebe edip seyyiatı hasenatına racih gelmekle, beşer iki harb-i umumî ile iki dehşetli tokat yiyip o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip öyle bir kustu ki, yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşaallah, istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek.

Evet, Avrupa’nın medeniyeti fazilet ve hüda üstüne tesis edilmediğinden, belki heves ve hevâ, rekabet ve tahakküm üzerine bina edildiğinden, şimdiye kadar medeniyetin seyyiâtı hasenatına galebe edip ihtilâlci komitelerle kurtlaşmış bir ağaç hükmüne girdiği cihetle, Asya medeniyetinin galebesine kuvvetli bir medar, bir delil hükmündedir. Ve az vakitte galebe edecektir.

Acaba istikbale karşı ehl-i iman ve İslâm için böyle maddî ve mânevî terakkiyata vesile ve kuvvetli, sarsılmaz esbab varken ve demiryolu gibi istikbal saadetine yol açıldığı halde, nasıl meyus olup ye’se düşüyorsunuz ve âlem-i İslâmın kuvve-i mâneviyesini de kırıyorsunuz? Ve yeis ve ümitsizlikle zannediyorsunuz ki, “Dünya herkese ve ecnebilere terakki dünyasıdır. Fakat, yalnız biçare ehl-i İslâm için tedennî dünyası oldu” diye pek yanlış bir hatâya düşüyorsunuz.

Mâdem meylülistikmal (tekâmül meyli) kâinatta fıtrat-ı beşeriyede fıtraten derc edilmiş. Elbette, beşerin zulüm ve hatasıyla başına çabuk bir kıyamet kopmazsa, istikbalde hak ve hakikat, âlem-i İslâmda nev-î beşerin eski hatîatına kefaret olacak bir saadet-i dünyevîyeyi de gösterecek İnşaallah.

Evet, bakınız, zaman hatt-ı müstakim üzerine hareket etmiyor ki, mebde ve müntehâsı birbirinden uzaklaşsın. Belki küre-i arzın hareketi gibi bir daire içinde dönüyor. Bazan terakki içinde yaz ve bahar mevsimi gösterir. Bazan tedennî içinde kış ve fırtına mevsimini gösterir. Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, nev-î beşerin dahi bir sabahı, bir baharı olacak İnşaallah. Hakikat-i İslâmiyenin güneşiyle, sulh-u umumî dairesinde hakikî medeniyeti görmeyi rahmet-i İlâhiyeden bekleyebilirsiniz.

Dersin başında, bir buçuk bürhanı dâvâmıza şahit göstereceğiz demiştik. Şimdi bir bürhan mücmelen bitti. O dâvânın yarı bürhanı da şudur ki:

Fenlerin casus gibi tetkikatıyla ve hadsiz tecrübelerle sabit olmuş ki, kâinatın nizamında galib-i mutlak ve maksud-u bizzat ve Sâni-i Zülcelâlin hakikî maksatları, hayır ve hüsün ve güzellik ve mükemmeliyettir. Çünkü kâinata ait fenlerden her bir fen, küllî kaideleriyle bahsettiği nev ve taifede öyle bir intizam ve mükemmeliyet gösteriyor ki, ondan daha mükemmel, akıl bulamıyor. Meselâ, tıbba ait teşrih-i beden-i insanî fenni ve kozmoğrafyaya tabi manzume-i şemsiye fenni, nebatât ve hayvanâta ait fenler gibi bütün fenlerin her birisi, küllî kaideleriyle o bahsettiği kısımda Sâni-i Zülcelâlin o nev’îdeki nizamında mu’cizât-ı kudretini ve hikmetini ve “O herşeyi en güzel şekilde yarattı” (Secde Sûresi, 32:7) hakikatini gösteriyor.

Hutbe-i Şamiye, s. 41-44

LÜGATÇE:

mehasin: İyilikler, güzellikler.

racih: Üstün.

ye’s: Ümitsizlik.

tedennî: Gerileme.

tekâmül: Olgunlaşma, mükemmelleşme.

hatt-ı müstakim: Doğru çizgi, doğru yol.

mebde: Başlangıç.

müntehâ: Son.

sulh-u umumî: Genel barış, dünya barışı.

mücmelen: Kısa ve özlü bir şekilde.

teşrih-i beden-i insanî: Bir insan cesedini parçalara ayırarak inceleme, otopsi.

manzume-i şemsiye: Güneş sistemi.

Bediuzzaman Said Nursi

19.10.2009


Değişen devirler

Devir değiştikçe ba’zı fikirler de değişir. İnsanların duruma göre hareket etme kâbiliyetleri vardır. Ancak, bu değişikliklerin tâ temele kadar sirâyet edebilmesi; düşüncenin aslını, kökünü etkileyebilmesi nâdirdir. Hele, bu fikir bir inanç hâline gelmişse, onun gelip geçici hâdiseler dolayısıyla değişeceğini sanmak hatâ olur. Çünki, insanlar inançlarına–bâtıl da olsa–sıkı sıkıya bağlılık göstermektedirler. Yalnız, inandığı husûsların gerçek olmadığı veyâ umulan netîceyi vermediği apaçık belli olduktan sonradır ki, o îmân hâline gelmiş olan düşünce terk edilebilir. Tabiî, bu arada iş inada binerek, bile bile lâdes şeklini almamışsa…

Yeryüzünde yüzyıllar süren savaşların, zulümlerin, huzûrsuzlukların vicdânları yaralaması sonucunda insanlarda hak ve hakîkati arama; kendi inanç ve fikirlerini sorgulama lüzûmu ortaya çıkmaktadır. Bu durum, pek çok kişinin düşüncelerini değiştirmesine yol açmaktadır. Özellikle, beşerin idâresi noktasında, siyâset-i âlem konusunda bir çok düşünce sisteminin alt üst olduğu müşâhede olunmaktadır.

Komünizm, sosyalizm, kapitalizm, liberalizm, faşizm gibi İslâm dışı düşüncenin ürünü olan bir çok görüş ve felsefe sarsıntı geçiriyor. Ama, bu işi bir îmân hâline getirip, bütün düşüncelerini din dışı felsefe üzerine kuran nice düşünce adamının hâlâ içine düştükleri bataklıktan kurtulamadıkları görülüyor. Fikrî esâsları bâtıl üzerine kurulmuş olduğundan, hakkı kabûl etmekte zorlanıyorlar. Dolayısıyla hak ve hakîkat bütün çıplaklığı ile gözlerinin önüne serildiği halde görmüyorlar. Bakar görmez durumuna düştüklerinin de farkında olmuyorlar.

Ülkemizde gazete sütûnlarında fikirlerini serdetmeye devâm eden bir çok yazarın, hâlâ eski düşüncelerinin esâretinden kurtulamadıklarını görüyoruz. Noksanlığın, uygulamalardan ileri geldiğini savunduklarını okuyoruz. Ellerindeki kaynakların her çeşidinin, değişik topluluklarca uzun yıllar boyu tatbîk edildikleri ve ictimâî saâdeti sağlamaktan âciz kaldığı anlaşıldığı halde, dönüp dönüp yine aynı yere geliyorlar. Hatâyı bir bahâneye yükleyerek, fikirlerinin beşeriyet için tek kurtuluş çâresi olduğunu tekrarlayıp duruyorlar.

Temelde her türlü semâvî düşünceyi reddetmeleri sebebiyle, dînî fikirlerden nebeân eden hiçbir akımı kaale almıyorlar. Onlara göre, düşünmesini bilenler yalnız maddeci feylesoflardır. Kâinâtı yoktan var eden bir Hâlık’a, vahye dayalı naklî haberlere, âhirete ve görmedikleri ma’nevî âlemlere inananların, akla uygun davranmadıklarını; o sebeple de bu sınıftakilerin düşünce ve sözlerinin bir değerinin olmadığını iddiâ ediyorlar. Halbuki, kendilerinin ve düşünce sistemlerinin beşere verebileceği hiçbir fayda olmadığını körler de gördü. Asırlarca, kendi milletlerinden, kendi ırklarından milyonlarca insanı bâtıl düşünceleri uğrunda telef ettiler. Va’dettikleri saâdeti bir türlü te’mîn edemediler. Beşeriyet târîhinde uzun süren, zulmetli, zulümlü, korkunç dönemleri kan ve gözyaşı ile yazdılar.

Denebilir ki, dînler ve özellikle İslâm târîhinde de böyle kanlı ve zâlimâne sahîfeler yok mudur? Maalesef, insanın zulmü her devirde süregelmiştir. Ancak, iş dikkatle incelendiğinde, bu zulümlerin sâiki hak bir dîn ve müstakîm bir inanç değil; o perde arkasında dünyâyı elde etme kavgasıdır. İlâhî dinler, beşerin saâdetini sağlamak için, insanların fıtratlarındaki sınırsız kuvvetlere hudûd ta’yîn etmiştir. Bu sınırları aşanların dünyâda adâlet eliyle cezâlandırılmasını emretmiştir. Fakat, imtihân sırrı ile bu adâletin her zaman sağlanması mümkün olmazsa bile, kötülerin bir gün mutlaka müstehakını bulacağı; âhirette en küçük bir hareketin karşılığının kesinlikle görüleceği va’d olunmuştur. İlâhî kânûnlara göre, en ufak bir ferdin hakkı, bütün insanlığın hukûku gibi kudsîdir, dokunulmazdır. Bütüne veyâ çoğunluğa faydası olacak diye şahsın veya azlığın haklarına el uzatılamaz. Hakkın büyüğü, küçüğü tefrîk edilmez. Ahlâkî değerleri hiçe sayarak dünyâ îmâr edilmez. Bir işin vesîleleri de netîcesi gibi helâl ve meşrû olmak zorundadır. Kötülüğe basarak iyiliğe yükselinemez.

Bu çalkantılar içerisinde, semâvî dînlere inanan insanların da sarsıntı geçirdikleri bir vâkıadır. Bilhassa, târîh içindeki eski şevket ve medeniyetlerini yitiren Müslümanların şaşkınlıkları neredeyse iki asırdır devâm etmektedir. Suçu kendilerinde arayacaklarına, mensûb oldukları semâvî dînde aramaya meyil göstermektedirler. Tam ma’nâsıyla hastalığı teşhîs edemediklerinden, tedâvî için gerekli hazırlığa da bir türlü el atamamaktadırlar. Doğru teşhîs ve te’sîrli tedâvî tarzı, Risâle-i Nûr Külliyâtında tafsîlâtıyla kayıtlıdır.

Ey nefsim! Deme, “Zaman değişmiş, asır başkalaşmış; herkes dünyâya dalmış, hayâta perestiş eder, derd-i maîşetle sarhoştur.” Çünkü, ölüm değişmiyor; firâk bekâya kalbolup, başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-i insânî değişmiyor; ziyâdeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür’at peydâ ediyor.

EKREM KILIÇ

19.10.2009


Tûl-i emel ve tevehhüm-ü ebediyet

Ynsanda tûl-i emelin menşeî olan tevehhüm-ü ebediyet arzusu vardır. Tûl-i emel bitmeyen arzu ve istekler, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya dalmak, dünyayı öncelemek ve düşünmektir. Tevehhüm-ü ebediyet arzusu ise, dünyada ebedî ve sonsuz yaşama zannıdır.

Bu sebeple Bediüzzaman Mesnevî-i Nûriye’de “Tahammülünden âciz, tâkatinden hariç olduğun tûl-i emel yükünü yüklenme” 1 demiştir. Çünkü bu yük, ağır bedeli olan bir yüktür.

Tûl-i emel, şeytanın bir telkini ve desisesidir. Şeytan bu arzuyu çok rahat kullanmaktadır. Hiç ölmeyecekmiş gibi uzun yaşama arzusunun dünyada tezahür edeceğine dâir bir aldanmadır. Bir yanılma ve kırılmadır. Nefsin vazîfeden kaçma taktiklerinden birisidir.

Tûl-i emele meftun ve istirahat döşeğindeki bir tembelden devamlı şu serzenişler işitilir: “Evet, gayet zengin ve işsiz, istirahat döşeğinde her şeyi mükemmel bir efendiden sor, ‘Ne haldesin?’ Elbette, ‘Aman vakit geçmiyor; gel bir şeş beş oynayalım. Veyahut vakti geçirmek için bir eğlence bulalım’ gibi müteellimâne sözleri ondan işiteceksin. Veyahut tûl-i emelden gelen, ‘Bu şeyim eksik; keşke şu işi yapsaydım’ gibi şekvâları işiteceksin.” 2 Böylece nefis bütün ömrünü ve zamanını dünyada kalacak gibi geçirmeye çalışmaktadır.

Aynı zamanda ihlâsı zedeleyen ve insanı dünyaya ve riyâya sevk eden en tesirli müteharriklerin başında da tûl-i emel gelir. İhlâs Risâlesi’nde bunu Bediüzzaman şöyle ifade etmektedir: “Evet, ihlâsı zedeleyen ve riyâya ve dünyaya sevk eden tûl-i emel olduğu gibi,…” 3 Böylece dünya sevgisi ve insanı gösterişe sevk eden tesirli bir etkenin de tûl-i emel olduğu anlaşılmaktadır.

Bediüzzaman, “tûl-i emelin menşeî olan tevehhüm-ü ebediyet” 4 tesbitini yapmıştır. Tevehhüm-ü ebediyet, ebedî ve sonsuz yaşama arzusu ve zannıdır. İnsanın fıtratına derc edilen ebedî yaşama arzusunu nefis, tevehhüm-ü ebediyet ile dünyada yaşamak istemektedir. Böylece ölümü kendine almayarak ebedî olarak dünyada yaşayacak ve kalacak vehmi ile tûl-i emele menşelik yapmaktadır. Tûl-i emel, dayanağını tevehhüm-ü ebediyetten almakta ve fıtratta var olan ebedî yaşama arzusunu fânî ve geçici olan dünya hayatında isteyerek gaflet etmektedir. Böylece nefis deve kuşu gibi başını kuma sokmakta ve gaflet toprağı altında kendisini aldatmakta ve zarar üstüne zarar etmektedir.

Yirmi Birinci Söz, Birinci İkaz’da tevehhüm-ü ebediyet ile ilgili şu önemli tesbitler yapılmıştır. “Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedî midir? Hiç kat’î senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın? Sana usanç veren, tevehhüm-ü ebediyettir. Keyif için, ebedî dünyada kalacak gibi nazlanıyorsun. Eğer anlasaydın ki ömrün azdır, hem faydasız gidiyor; elbette onun yirmi dörtten birisini, hakikî bir hayat-ı ebediyenin saadetine medar olacak bir güzel ve hoş ve rahat ve rahmet bir hizmete sarf etmek, usanmak şöyle dursun, belki ciddî bir iştiyak ve hoş bir zevki tahrike sebep olur.” 5 Böylece Risâle-i Nûrlarda tevehhüm-ü ebediyet için en tesirli ders ve ikaz verilmiş olmaktadır.

Tûl-i emeli hiç ölmeyecek gibi dünyaya dalmak ve düşünmek olarak tarif ettik. Risâle-i Nûrlarda bu mânâda Bediüzzaman çok etkileyici ve tesirli ifadelerle şu tesbitleri de yapmaktadır. Birlikte tâkip edelim:

“Ey gafil Said! Bil ki, galat-ı his (his yanılması, yanlış duygu) nev’înden, gayet muvakkat dünyayı lâyemut (ölümsüz) ve daimî görüyorsun. Etrafına ve dünyaya baktığın zaman bir derece sabit ve müstemir gördüğünden, fâni nefsini de o nazarla sabit telâkki ettiğinden, yalnız kıyametin kopacağından dehşet alıyorsun. Güya kıyametin kopmasına kadar yaşayacaksın gibi, yalnız ondan korkuyorsun.

“Aklını başına al. Sen ve hususî dünyan, daimî zeval ve fenâ darbesine mâruzsunuz. Senin bu galat-ı hissin ve mağlâtan (yanıltmak için yanlışı doğru göstermen) şu misâle benzer ki: Bir adam, elinde olan aynasını bir hane veya bir şehre veya bir bahçeye karşı tutsa, misalî bir hane, bir şehir, bir bahçe, o aynada görünür. Ednâ bir hareket ve küçük bir tagayyür (değişme, bozulma) aynanın başına gelse, o misalî hane ve şehir ve bahçede hercümerc (darmadağınıklık) ve karışıklık düşer. Hariçteki hakikî hane, şehir ve bahçenin devam ve bekası sana fayda vermez. Çünkü, senin elindeki aynadaki hane ve sana ait şehir ve bahçe, yalnız aynanın verdiği mikyas ve mizanladır. Senin hayatın ve ömrün aynadır. Senin dünyanın direği ve aynası ve merkezi, senin ömrün ve hayatındır. Her dakikada o hane ve şehir ve bahçenin ölmesi mümkün ve harap olması muhtemel olduğundan, her dakika senin başına yıkılacak ve senin kıyametin kopacak bir vaziyettedir. Madem öyledir, sen bu hayatına ve dünyana, çekemedikleri ve kaldıramadıkları yükleri yükletme.” 6

İşte Bediüzzaman bizlere bu mânâda çok güzel ikaz dersleri sunmaktadır. Tûl-i emelin menşeî olan tevehhüm-ü ebediyeti kıran ve izâle eden, ayrıca riyâdan nefret verip ihlâsı kazandıran ise râbıta-i mevttir (ölümü düşünmek). Râbıta-i mevt mevzûsu ise, ayrı işlenmesi gereken bir konudur.

Dipnotlar:

1- Mesnevî-i Nûriye, 2006, s. 190.

2- Lem’alar, 2005, s. 492.

3- Lem’alar, 2005, s. 396.

4- Lem’alar, 2005, s. 396.

5- Sözler, 2004, s. 425.

6- Lem’alar, 2005, s. 289.

[email protected]

BAKİ ÇİMİÇ

19.10.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.