Kültür-Sanat |
İftar çadırı |
Dönüp bakıyordu durmadan. Gözleri arkadaşını arıyordu. Nerede kalmıştı. İftar çadırı dolmak üzereydi. Yetişememesinden korktu. Genç kız bir yandan girişe bakıyor, bir yandan etrafına. İlk kez iftar çadırına gelmişti. Her şey yeniydi onun için. Onun haricinde herkes iftar çadırına daha önce gelmiş gibiydi. Kimse onun gibi meraklı bakmıyordu etrafa. Görevlilerin koşturması, girişteki kalabalık, sıraya girmek. İlk kez şahit olmuştu. Artık çadır tamamen dolmuştu. Arkadaşını içeriye alabilecek miydi? Yemek almak için sıraya girdi. Yine dönüp dönüp bakıyordu girişe. Meraklanmaya başladı. Yavaş yavaş karanlık kendini göstermeye başlıyordu. Az öncesine kadar yüzünde parlayan güneş gitmişti. Telefonu çaldı. Gürültüden tam konuşamadı. Sadece “beni bekle” dedi. Genç kız yemeğini masaya bıraktıktan sonra hemen girişe koştu. Güvenlik kapıyı tutmuş kimsenin içeriye girmesine izin vermiyordu. Arkadaşı da kalabalığın içindeydi. Arkadaşını içeriye almaları için rica etti görevlilere. Ricası hiçbir şeye yaramadı. Daha sonra onları alacaklardı. Çaresiz masasına geri döndü. Canı çok sıkılmıştı. Biraz daha erken gelseydi şimdi onunla bu masada iftarını açacaktı. Girişteki arkadaşına üzüldüğü gibi giremeyen diğer insanlara da üzüldü. Onlara bakmak istemese de gayriihtiyarî dönüp bakıyordu. Ezanın okunmasına on beş dakika vardı. Hemen yerinden kalktı. Yine girişte bekleyenlerin yanına gitti. Arkadaşına el işareti yapıp kalabalıktan ayrılmasını istedi. Biraz kenarda konuşmaya başladılar. Aralarında tel vardı. Onun içeriye girmemesine üzüldüğünü söyledi. Arkadaşı ona yemek getirmesini söyledi. Genç kız bir an durdu, yapabilir miydi? Ya ona izin vermezseler. Ne olursa olsun denemeliydi. Yemek dağıtılan yere gitti. Yemek almayı başarmıştı. Yavaş yavaş masaların aralarından geçti. Yemek tepsisini tellerin üzerinden arkadaşına uzattı. Onu gören görevliler ses çıkarmadı. Çok sevinmişti. Az önceki üzüntüsü gitmişti. Arkadaşı karşıdaki banka oturup ezanın okunmasını bekledi. Tam yerine dönmek için adımını atmıştı ki bir bayan “ne olur Allah rızası için bana da yemek getirsene” dedi yalvaran bir sesle. Genç kız biraz tereddütten sonra “tamam deneyeceğim” dedi. Yine yemek dağıtılan yere gitti. Ona vermezler diye endişeye kapıldı. Endişesi boşuna idi. Yemek alabilmişti. Bayana yemeği uzatırken arkadaşına sevindiği kadar sevindi. Ezan okunmuş, oruçlar açılmıştı. Arkadaşı dışarıda, kendi içeride iftarını açmıştı. Girişte bekleyenler daha oruçlarını açamamıştı. Lokmalar zoraki boğazından geçiyordu. İftar çadırından çıktıktan sonra arkadaşının yanına gitti. Yemeğini yeni bitirmiş onu bekliyordu. Bu hale güldüler. Aynı anda fakat farklı yerde iftar açmış olduklarından. Akşam namazını eda ettikten sonra camiden çıktılar. Yürümeye başladılar. Bir yandan da konuşuyorlardı. Bir banka yaklaştılar. Tam oturmak için geçmiştiler ki diğer bankta oturan biri ona tebessüm etti. Dikkatli bakınca yemek verdiği bayan olduğunu gördü. O da selâm verdi. Bayan, ona yemek verdiği için yeniden teşekkür etti. Ramazan üzerine arkadaşıyla konuşmaya dalmışlardı ki genç kız lâflarının arasında çok susadığını söyledi. Öyle ki sudan başka bir şey düşünmüyordu. O sırada yan bankta oturan bayan pet şişesini çantasından çıkartıp genç kıza uzattı. İlk önce kabul etmek istemedi. Israr edince suyu alıp içti. Arkadaşı “Allah yaptığın iyiliğe karşılık verdi” dedi. Anlayamadı ilk önce. Konuşmasının devamını bekledi. “Sen bu bayana yemek verdin. O da sana su. Camiye gittik. Caminin arka tarafında biraz yürüdük. Sonra bu banka geldik. Aradan epey zaman geçti. Karşılaşmayabilirdiniz. Ama karşılaştınız. Kesinlikle tesadüf olamaz.” Genç kız suyunu içtikten sonra önce gökyüzüne sonra yere baktı. Şükretmenin tam vaktiydi. |
FADİME KAYA 05.09.2009 |
Şair sükûtta |
Yapraklar sarı, güller solgun Bülbül yuvasından çıkmaz olmuş. Lâlenin boynu bükük, menekşe yasta… Otlar kuru, ağaçlar suskun Ceylan yuvasından çıkmaz olmuş. Taşların gözü yaşlı, dağlar figanda… Çiçekler gamlı, papatya üzgün Kelebek kozasından çıkmaz olmuş. Bahçeler elemli, kırlar hicranda… Sarmaşık yalnız, zeytin dalı küskün Güvercin yuvasından çıkmaz olmuş. Masum çaresiz, mazlûm ahında… Sular nazlı, derya durgun Gemi limandan çıkmaz olmuş. Pınarlar kesik, dereler kurumakta… Yollar tıkalı, atlar yorgun Yolcu handan çıkmaz olmuş. Kervanlar perişan, develer feryatta… Kılıçlar paslı, paşalar bezgin Akıncı kaleden çıkmaz olmuş. Surlar yıkık, sancaklar alabora… Âşıklar dertli, Mecnun mahzun Leyla evinden çıkmaz olmuş. Kayaların bağrı yanık, çöller haykırışta … Kuğular lal, Kafdağı kırgın Zümrüdüanka ormandan çıkmaz olmuş. Masallar sahipsiz, şair sükûtta… |
HAKİ HAMİTOĞLU 05.09.2009 |
Uyan |
I var mıdır kalp acısından, aklı kusur olmayan dünyalık ihtiras için, fani saçın yolmayan al/dan yanak gül/den dudak, varsa yoksa ne yazar aşk şarabı yudumlayıp, meşk küfesi dolmayan.
II Hakkı baki gören gözler, kadir-i mutlak ayan Firdevs pınarından güller, yüreği sevgi sayan kervanların mal ilen mülk, kalsa dursa ne yazar umutların hiç sönmesin, kalmayasın yayan.
III sınavımız var âlemde, neden yok ki hiç duyan var mıdır yürek pasını, Kur’ân nuruyla yuyan dirhem katre zevk ve sefa, olsa sürse ne yazar fenafillaha ulaşıp kadir-i Mevlâ’ya uyan.
IV sevgiyi şiar edinir, güzelliği arayan şendir âlem-i faniyi, sonsuzluğa adayan prangalarda can beden, doğsa ölse ne yazar şafaklara yağar rahmet, dayan can evim dayan.
V meftun ol Rab kapısına, kalbe merhamet koyan tamah gösterme âleme, ülfet edip doyan ömür billah dileklerin, dolsa tutsa ne yazar ölmeden öldür nefsini, hikmet-i hilkate boyan.
VI kudret-i ebediyedir, yaşatılan cereyan kanaat melekî huydur, budur şümul-i beyan dünya dar bir ticaretgâh, alsa satsa ne yazar levh-i mahfuzda yazılmış, gerisi boş hezeyan. |
İLKAY COŞKUN 05.09.2009 |