Lahika |
Âyet-i Kerime Meâli Hayatı veren de, ölümü veren de Odur. Geceyle gündüzü değiştirmek de Onun eseridir. Hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız? Mü'minûn Sûresi: 80 |
03.08.2009 |
Gayemiz: İman-ı tahkîkî ile biçareleri kurtarmak
Hürriyetin en geniş suretini veren cumhuriyet hükumetinde herbir hürriyetten men edilmekle beraber, düşmanlarım, benim aleyhime her cihetle serbest olarak beni eziyorlar. Hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikr-i ilmiyeyi temin eden cumhuriyet hükumeti, ya beni tam himaye edip, garazkar, evhamlı düşmanlarımı sustursun veyahut bana, düşmanlarım gibi hürriyet-i kalem verip, müdafaatıma yasak demesin. Çünkü, resmen, perde altında her muhabereden men im için postahanelere gizli emir verilmiş. Su ve ekmeğimi getiren birtek çocuktan başka kimseyle beni görüştürmemek için tenbihat verildiği bir zamanda, eskiden beri benim muarızlarım fırsat bulup, tam Mahkeme-i Temyizin beraatimizi tasdik ederek, mahkemedeki ehl-i vukufun tahsin ettikleri kitaplarımı almayı beklerken, o düşmanlarım, hiç münasebetim olmayan bir-iki mahrem risalelerimi verdirip, sonra meslekçe benim aleyhimde bir-iki ehl-i vukufun eline geçirip, aleyhimde fena bir rapor hazırladıklarını işittim. Daha sabır ve tahammülüm kalmadı. Ben hükumet-i cumhuriyenin bütün erkanlarına, belki dünyaya ilan ediyorum ki: Kur’ân-ı Hakimin sırr-ı hakikatiyle ve i’cazının tılsımıyla, benim ve Risale-i Nur’un programımız ve mesleğimiz ve bilfiil semeresini gördüğümüz ve çalıştığımız ve gaye-i hareketimiz ve hedefimiz, ölümün idam-ı ebedisinden iman-ı tahkiki ile bîçareleri kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarşilikten muhafaza etmektir. İşte Risale-i Nur, üç ehl-i vukuf heyetinin ve üç mahkemenin incelemesinden geçtiği halde, bu iki vazife-i kudsiyeden başka, kasdi olarak dünyaya, idareye, asayişe dokunacak ciheti olmadığına, yirmi senelik hayatım ve yüz otuz Risale-i Nur, meydanda, cerh edilmez bir hüccettir. Evet, mahkemece dava ettiğim ve benimle münasebettar bütün dostlarımın tasdiki altında, yirmi seneden beri hiç müracaat etmeyen ve on seneden beri hükümetin erkanlarını—birkaçı müstesna olarak—bilmeyen ve dört seneden beri Dünya Harbinden ve hadisatından hiç haber almayan ve merak etmeyen bu biçare mazlum Said, hiç imkânı var mı ki, ehl-i siyasetle uğraşsın ve idareye ilişsin ve asayişin ihlaline meyli bulunsun? Eğer zerre miktar bulunsaydı, “Karşımda kimler var, dünyada neler oluyor, bana kim yardım edecek?” diye soruşturacaktı, merak edecekti, karışacaktı, hilelerle büyüklere hulul edecekti. En elim cüz’î bir hadise şudur ki: “Bir tecrid-i mutlak içinde, her muhabereden kesilmiş vaziyetimden kurtulmak için hapse girmeye bir bahane bulunuz ki beni hapse alsınlar, bu azaptan kurtulayım” diye bazı dostlarıma bir gizli mektup elden göndermiştim. Ta, benim hayatımın sermayesi ve neticesi ve gayet ziynetli bir surette tezyin edilmiş Risale-i Nur’dan, Denizli’de mahkemede bulunan kitaplarıma yakın olayım ve teslim almaya çalışayım. Maatteessüf, aleyhime olan oradaki ehl-i vukuftan birtek adam beni müdafaa ederken, o dahi mektubumu görüp, hapse girmem için aleyhime hüküm vermeye mecbur olmuş. Beni hapislere sokan muarızlarımın bir bahaneleri de—o mahkemede ondan beraat kazandığım—”tarikatçılık”tır. Halbuki, Risâle-i Nur’da daima dava edip demişim: “Zaman tarikat zamanı değil, belki imanı kurtarmak zamanıdır. Tarikatsiz Cennete gidenler çoktur, imansız Cennete giden yoktur” diye bütün kuvvetimizle imana çalışmışız. Ben hocayım, şeyh değilim. Dünyada bir hanem yok ki, nerede tekkem olacak? Bu yirmi sene zarfında, bir tek adam yok ki, çıksın desin: “Bana tarikat dersi vermiş.” Ve mahkemeler ve zabıtalar bulmamışlar. Yalnız eskiden yazdığım tarikatlerin hakikatlerini ilmen beyan eden Telvihat Risâlesi var ki, bir ders-i hakikattir ve yüksek bir ders-i ilmidir, tarikat dersi değildir. Hürriyet-i vicdanı esas tutan hükumet-i cumhuriyenin, elbette bu milletin milyarlar ecdadının ruhları bağlandığı bir hakikate ve onun yolunda dünyaya meydan okudukları ve iman-ı tahkikiyi galibane felsefeye karşı ispat eden bir eseri ve hadimlerini himaye etmek, ehemmiyetli bir vazifesidir. Yoksa, o zayıf hadimin ellerini bağlayıp, binler düşmanlarını ona saldırtmaya, hiçbir vecihle o cumhuriyetin düsturları müsaade etmez. Cumhuriyet beni dinleyecek diye şekvamı yazdım. Evet, “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” (Âl-i İmran Suresi: 173.) derim.
Emirdağ Lâhikası, s. 28 |
Bediuzzaman Said Nursi 03.08.2009 |
Mukadderat gecesine hazır mıyız?
“Allahım! Azâbından affına, gazabından rızana sığınıyorum. Sen’den yine Sana iltica ediyorum. Seni gereği gibi hamd etmekten âcizim. Sen seni sena ettiğin gibi ulusun.” 5 Ağustos 2009 Çarşamba günü idrak edeceğimiz gece; İslâmın mukaddes gecelerinden birisi ve Kamerî aylardan Şaban ayının 15. gecesi olan Berat Gecesi yani mağfiret gecesidir. Bu gecenin kutsiyetini izah etmeden önce berat kelimesinin anlamını vermek daha doğru olur. Berat; borçtan, isnat olunan bir suçtan ve bir hastalıktan kurtulmak demektir. Aynı zamanda devlet büyükleri tarafından verilen fermanlara da berat ismi verilir. Verilen vergiler karşılığında alınan makbuzlara da berat denir. Müslümanlar da, Allah’a gönül verenlerde bu gece bir çok günahlardan arınmış ve yüzleri ak olarak Allah’ın kurtuluş beratını almış olurlar. Berat gecesinin asıl kutsiyeti bizleri nefis muhasebesine davet etmektir. Müslümanlar bu gecelerde iç âlemine dönerek işlediği hayır ve şerrin muhasebesini yaparak ebedi yolculuğa hazırlanmalıdırlar. Nasıl ki; günlük hayatımızda bir tüccar geçen yılın sonunda, yeni yılın başında ticarî hayatının bir muhasebesini yapar elde edilen sonuçlara göre kârda veya zararda olduğu anlaşılırsa eğer kârda ise, aynı usullerle ticaretini devam ettirir. Eğer zararda ise, zarar ettiği yanlışları belirler ve onların telafisi için çalışırsa o insan ticaretinde başarılı olur. Aynen bunun gibi Berat Gecesinde de bir Mü’min bir yıllık hayatının muhasebesini yapmalıdır. Elde edilen sonuçlara göre hareket ederse o zaman kârlı bir hayatı elde etmiş olur. Bu geceye kutsiyet veren olay, Dühân suresinde (44/3) Kur’ân’ın “mübarek bir gecede” indirildiği ifade edilmiş olmasıdır. Kur’ân-ı Kerim’in iki türlü indirilişi söz konusudur. Birisi; Levhi Mahfuzdan dünya semasına toptan, ikincisi, oradan da Kadir Gecesinde de Peygamberimize peyder pey indirilmesidir. Berat gecesinde birinci hadisenin cereyan etmesidir.1 Berat gecesinin diğer gecelerden biraz daha farklı bir şekilde geçirilmesi, bu gecede daha fazla ibadet edilmedi Hz. Peygamber’in (a.s.): “Allah (rahmetiyle) Şaban ayının on beşinci gecesi dünya semasında tecelli eder ve Kelb kabilesi koyunlarının kılları sayısından daha fazla kişiyi bağışlar”2 buyurmuştur. Bir başka hadiste de Peygamberimiz (a.s.m.): “Şabanın ortasında gece ibadet ediniz. Allah o gece güneşin batmasıyla dünya semasında tecelli eder. Ve fecir doğana kadar, ‘Yok mu Benden af isteyen onu af edeyim, yok mu Benden rızık isteyen ona rızık vereyim, yok mu bir musibete uğrayan ona afiyet vereyim, yok mu şöyle, yok mu böyle! der’”3 buyurmuştur. Bu gecenin kutsiyeti noktasında Hz. Peygamberimizin bir durumunu Hz. Aişe (r.a.) şöyle naklediyor: Hz. Peygamber, Berat gecesinde yatağına giriyor, sonra tekrar giyiniyor ve Medine kabristanlığına gidiyor. Orada mü’minler için dua ettikten sonra tekrar Hz. Aişe’nin yanına döndüğünde; “Ya Aişe! Bana Cibril geldi ve bu gece Şaban’ın on beşinci gecesidir. Cenab-ı Hak bu gecede kendisinden başkasının bilmeyeceği kadar kullarını cehennemden uzak eder, fakat bu gece; Allah’a eş koşanların, kin ve düşmanlık besleyenlerin, sıla-ı rahmi terk edenlerin, ebeveyne isyan edenlerin, hayat ve ihtişamlarına mağrur olanların ve içki düşkünlerinin yüzüne bakmayacaktır”4 buyuruyor. Bundan sonra Hz. Peygamberimiz Hz. Aişe’den ibadet etmek için izin istiyor ve namaz kılıyor. Namaz kılarken uzun müddet secdede kalıyor o kadar ki, Hz. Aişe Peygamberimizin ruhunu teslim etti zannediyor. Hz. Peygamberimiz secdede şöyle dua ediyordu: “Allahım! Azâbından affına, gazabından rızana sığınıyorum. Sen’den yine Sana iltica ediyorum. Seni gereği gibi hamd etmekten âcizim. Sen seni sena ettiğin gibi ulusun.”5 Hz. Aişe, Hz. Peygambere secdede iken yaptığı duayı hatırlatınca; Ya Aişe! Onları öğrendin mi? Evet Ya Resülellah! O halde bunları hem öğren hem de başkalarına öğret. Çünkü bana bu duayı Cebrail (a.s.) öğretti. buyurmuştur. Bir kısım alimlerin, kıblenin Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’dan Mekke’deki Kâbe istikametine çevrilmesinin hicretin ikinci yılında Berat gecesinde vuku bulduğunu kabul etmeleri de geceye ayrı değer kazandırmaktadır. 6 Berat gecesi, Bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin programı nev’inden olması cihetiyle, Leyle-i Kadrin kutsiyetindedir. Herbir hasenenin Leyle-i Kadirde otuz bin olduğu gibi, bu Leyle-i Beratta herbir amel-i salihin ve herbir harf-i Kur’ân’ın sevabı yirmi bine çıkar. Sair vakitte on ise, şuhûr-u selâsede yüze ve bine çıkar. Ve bu kutsî leyâli-i meşhurede on binler, yirmi bin veya otuz binlere çıkar. Bu geceler elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için, elden geldiği kadar Kur’ân’la ve istiğfar ve salâvatla meşgul olmak büyük bir kârdır.7 Bu gecede memur meleklere insanların bir yıl içerisinde işleyecekleri fiillerle ilgili dosyaların tevdi edileceği “Katımızdan bir emirle her hikmetli işe o gecede hükmedilir”8 âyeti ile buna işaret edilmektedir. Rızıklarla ilgili dosya Mikail (a.s.)’e, Harplere, depremlere, sâikalara ve çöküntülere ait olaylarla ilgili dosya Cebrail’e (a.s.), Vefat edeceklerle ilgili dosya Azrail’e (a.s.), Diğer işlerle ilgili dosya İsrafil’e (a.s.) verileceği, hatta rızıklar, eceller, zenginlik, fakirlik, doğum ve ölümler hep bu gecede takdir edilir. O yılın hacıları dahi bu gecede kaydedilir. Herkesin ve her şeyin o sene içerisindeki mukadderatı tespit edilir. Hatta sokakta yürüyen insanın ve doğacak neslin bile.9 Denildi ki: “Berâet” gecesine has beş haslet vardır: 1. Her mühim iş o gece tefrik edilir. 2. O geceki ibâdetin fazîleti büyüktür. 3. Rahmet-i İlâhiye feyezân eder. 4. Mağfiret gecesidir. 5. O gece Resûlullah’a (aleyhissalâtu vesselâm) şefaat hakkının tamamı verilmiştir. Çünkü Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm) Şa’ban’ın 13. gecesi ümmeti hakkında şefâat istemiş, bu şefâatin üçte biri verilmiş, 14. gecesi yine istemiş, üçte biri daha verilmiş, 15. gecesi talep etmiş, bu gece şefaatin tamamı ihsan buyurulmuştur. Bu şefaatten mahrum olanlar Allah’tan, devenin ürküp kaçtığı gibi kaçanlardır. Âdat-ı İlâhiyedendir ki bu gece “zemzem” kuyusunun suyu artar. Şaban’ın gecesinin yarısına “Mübârek, Berâet, Sâk (berâet, ferman), Rahmet” isimleri verilmiştir. (Şeyhzâde, Râzi, Ebussuud). Bu gelen gece olan Leyle-i Berat, bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin programı nev’inden olması cihetiyle, Leyle-i Kadrin kudsiyetindedir. Herbir hasenenin Leyle-i Kadirde otuz bin olduğu gibi, bu Leyle-i Beratta herbir amel-i salihin ve herbir harf-i Kur’ân’ın sevabı yirmi bine çıkar. Sair vakitte on ise, şuhûr-u selâsede yüze ve bine çıkar. Ve bu kudsî leyâli-i meşhurede on binler, yirmi bin veya otuz binlere çıkar. Bu geceler elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için, elden geldiği kadar Kur’ân’la ve istiğfar ve salâvatla meşgul olmak büyük bir kârdır. Şualar. S: 533.
1 Elmalılı, c.5, s.4293-4285. 2 Tirmizi, “savm”, 39. 3 İbn Mace, “İkame”, 191. 4 et-Terğib ve’t- Terhib; c.2, s.118. İbn Mâce, c.1, h:1390. 5 et-Terğib ve’t-Terhib, c.2, s.242. 6 İslâm Ansiklopedisi, c.5, s.475. 7 Nursi, Said; Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-1994, s.433. 8 Dühân Suresi, 44/4. 9 Safvet’ü-Tefâsir, c.3, s.171. |
HALİL ELİTOK 03.08.2009 |
Nurları hayatımıza yansıtmak
Toplum olarak siyasetle kalkıp siyasetle oturan bir duruma geldik. Kahvehanelerde, dost meclislerinde, misafirliklerde üç beş kişi bir araya gelir gelmez siyasî tartışmalara girmekten haz alıyoruz. Meselâ, mutlulukların paylaşıldığı düğünlerde, acıların paylaşılması gereken taziye evlerinde bile siyaset konuşulduğuna sıkça şahit olmaktayız. Peki, siyaseti konuşuyoruz da ne oluyor? Nefsimizi tatmin etmekten başka yaptığımız bir iş olmayız. Ayrıca, nerede siyaset konuşuluyorsa mutlaka orda bir tartışma ve gerginlik ortaya çıkmaktadır. Haliyle karşılıklı saygı, sevgi ortadan kalkıyor, ruhlar kararıyor ve insanlar birden asabileşiyor. Acizane kendi hayatımdan misal verecek olursam, ne zaman birileriyle bir araya gelsem, iman ve Kur’ân’dan bahisler konuştuğumda muhatabımca büyük bir kabul görüyor ve dikkatle dinleniliyor. Birileri sohbete siyaseti karıştırdığı zaman ortamın havası birden bozuluyor, kargaşa başlıyor. Bu durum gösteriyor ki, toplumun iman ve Kur’ân hakikatlerine daha çok ihtiyacı bulunmaktadır. ”Elimizde Nur var, siyaset topuzu yok. Yüz elimiz de olsa ancak nurlara kafi gelir” diyen Üstad Bediüzzaman Hazretlerine hak vermemek mümkün mü? 70 yıl önce ikinci dünya savaşının sebeb ve sonuçlarının halk arasında hararetle tartışıldığı günlerde, cami cemaatinin bile namazı bırakıp radyo başına koşarken, Üstad Bediüzzaman, bu konuda bakınız ne diyor: “Evet, bu zamandaki siyaset, kalbleri ifsad edip, asabi ruhları azab içinde bırakır. Selâmet-i kalb ve istirahat-ı ruh istiyen adam, siyaseti bırakmalı. Evet şimdi, Küre-i Arz’da herkes; ya kalben, ya ruhen, ya aklen, ya bedenen gelen musibetten hisedarlıktan azap çekiyor; perişandır. Bilhassa ehl-i dalalet ve ehl-i gaflet, merhamet-i umumiye-i İlahiyyeden ve hikmet-i Sübhaniyeden habersiz olduğundan; rikkat-i cinsiye sebebiyle nev’-i beşerle alakadar olduğundan, kendi eleminden başka, nev-i beşerin şimdiki elim ve dehşetli elemleri ile dahi müteellim olup azab çekiyor. Çünkü, lüzumsuz ve malâyani bir surette, vazife-i hakikiyelerini ve elzem işlerini bırakıp, afakî ve siyasî boğuşmalara ve kainatın hadiselerini merakla dinleyerek, karışarak, ruhlarını sersem, akıllarını geveze etmişler. ‘Zarara razı olana merhamet edilmez’ kaide-i esasiyesiyle, şefkat hakkını ve merhamet liyakatını kendilerinden selbetmiştir. Onlara acınmaz ve şefkat edilmez. Ve lüzumsuz, başlarına belâ getiriyorlar. Ben tahmin ediyorum ki, bütün Küre-i Arz’ın bu yangınında ve fırtınalarında selamet-i kalbini ve istirahat-ı ruhunu muhafaza eden ve kurtaran, yalnız hakiki ehl-i iman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunun için de en ziyade kendini kurtaranlar Risale-i Nur dairesine sadakatle girenlerdir.” (B.Said Nursi Tarihçe-i hayat S: 499 ) Günümüzün insanlarına hitap ediyormuş gibi bugünkü hastalıklarımıza parmak basan aziz Üstad Nur içinde yatsın. Bizlere düşen, imani ve Kur’anî hakikatleri ihtiva eden Risale-i Nurları okuyup hayatımıza yansıtmak olmalıdır diye düşünüyorum. |
İBRAHİM SAYAN 03.08.2009 |
Bir Müslüman, hem enbiyâyı, hem Rabbini, hem bütün kemâlâtı Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm vâsıtasıyla biliyor. Onun terbiyesini bırakan ve zincirinden çıkan, daha hiçbir peygamberi (as) tanımaz. Ve Allah'ı da tanımaz ve ruhunda, kemâlâtı muhâfaza edecek hiçbir esâsâtı bilemez.
Bediüzzaman, Sözler, s. 132 |
03.08.2009 |