Görüş |
ÖMÜR DEDİĞİN ŞEY
1918 yılında doğdum, yaklaşık asırlık bir insanım. Çok şeyler gördüm, duydum, yaşadım, çok etkilendiğim; üzüldüğüm, sevindiğim olaylar oldu. Şimdi geri dönüp baktığım zaman geçen zamanı bir pencereden bakıp çekilmek kadar hızlı geçen bir an kadar yaşadığımı düşünüyorum... Çok kıtlıklar, yokluklar, sıkıntılar yaşadık. Evimizin inşaatında çalıştırdığımız bir işçinin, annemin hazırladığı etli bulgur pilavını yedikten sonra söylediği sözünü hiç unutmadım: “Allah’a şükür ilk defa karnım doydu” demişti. Yine imece usûlü komşumuzun tarlasına orakla ekin biçmek için yardıma gelen komşu köylü bir kadının: İlk defa patlıcan yemeği yiyorum, dediğini duymuştum. Çay şekeri almaya herkesin gücü yetmezdi, bir okka çay şekeri otuz kuruştu, bir işçi, iş bulup çalışırsa yevmiyesi onbeş kuruştu. O kadar fakr-u zaruret vardı ki şu anda çöpe atılan giyecekler o zamanda olsaydı bayramlık olarak kapışılırdı. Yol vergisini devlete para bulup ödeyemeyenler devletin emrinde, istediği yerde, yarı aç, yarı tok çalıştırılırdı. Bütün bunlara rağmen insanlar arasında sevgi, saygı, dayanışma, muhabbet vardı. İnsanların sağlığı, mutluluğu yerindeydi. Yerinde olmayan şeylerde vardı. İnsanların Kur’ân-ı Kerim okuması yasaktı. Köyümüzün çocukları camide okumak için toplandıklarında bir kişi köyün yüksek bir yerinden yolları gözetirdi. Uzaktan bir atlı gelirken hemen acele köyün hocasına haber uçurulurdu. O da çocukları acele evlerine gönderirdi. Yıllarca Türkçe ezan dinledik üzülerek. Bizim köye komşu olan Hallaçlar Köyünde Müezzin Molla Ahmet Efendi, yanlışlıkla dil alışkanlığı olarak ezanı Arapça -aslına uygun yarıya kadar- okumuş, sonra hatırlamış Türkçe “Tanrı Uludur” diye okumuş, ancak Hallaç Köyüne atı ile gelmiş olan Banaz Nahiye Müdürü duymuş ve duruma elkoymuş. Yaşlı Molla Ahmet‘i atının önünde koşup-kovalayarak Banaz’a götürürken Hamam Boğazı denilen yerde nefesten boğularak ölmüştür. Bu olay 1940’larda oldu. Uzun yıllar orada tek bir kabir vardı, yol kenarında. Şimdi bilmiyorum o kabir ne oldu? Köyden bazı kişileri eğitmenlik için 2-3 ay okuma-yazma kursuna götürürlerdi. Gelince 29 harfi öğrendiyse çat-pat okuyabiliyorsa, okulda eğitmenlik, öğretmenlik yapıyorlardı. Ancak onlar bir konuda çok titizlerdi. Köyde kesinlikle çocuklara Kur’ân-ı Kerim okutturmazlardı. “Çocukların zihni karışıyor” derlerdi. Benim babam Kur’ân okumayı bilirdi. Bana, fırsat buldukça okutmaya çalışırdı. Elif cüzünü bitirdim babam vefat etti, 80 yaşımda Kur’ân okumayı kitaptan kendiliğimden öğrendim. Şimdi Allah nasip etti okuyorum. Bu kadar yaşamasaydım okuma bilmeden ölüp gidecektim. 1950’den sonra hayatımız iyiye doğru değişmeye başladı. Rahmetli Menderes iktidara gelince Demokrat Parti, topraksızları topraklandırma kanunu çıkardı. Kütahya’nın Serkisaray Köyünde bizlere Hazineden on yıl ödemeli toprak dağıttı. 10 liraya 120 dönüm toprak aldım, yılda bir lira ödemeli. Artık toprağımız, koyunlarımız, tiftik keçilerimiz çok olmaya başladı. Kıtlık yıllarımız hızla geride kalıyordu. Kur’ân okumak, ezan okumak serbest oldu. Allah demek suç olmaktan çıktı. İnsanlar inançlarından dolayı olanca baskı, zulüm, tehdit, yıldırma, korkutma gayretleri sona erdi. Kimse tekme-tokat dövülüp kovulmadı. Daha doğrusu neşemiz, moralimiz düzelmeye başlamıştı. O yıllarda koyun güderken ney çalmayı öğrendim, aşk, sevgi neyin sesine karıştı ve türkü olarak döküldü dudaklarımdan. Bu türkü Serkisaray Köyünün dağlarının ve ormanlarının mahsulüdür:
Sarı çiğdeminen sarılan dağlar Kırmızı gülünen açılan bağlar Bülbülün gönlünü gonca gül eyler Ya benim gönlümü vay kimler eyler? *** Uçurdum palazı konduramadım Konduğu daldan indiremedim Bir elimde kâğıt bir elimde divit Şu gönlümün yasını dindiremedim.
Şu anda doksanbir yaşında delikanlıyım. Sağlığım, şuurum yerinde. Rahatça yürür, gezer dolaşırım. Gözlüksüz yazıları okuyabilirim. Bu sağlığı veren Allah’a şükür ediyorum. Allah devlete zeval vermesin. Şimdi her şey sun’î, hormonlu, ilâçlı. Genç nesillerde hastalık çok. Sözüme başlarken söylediğim sözümü tekrar ediyorum hayat pencereden bakıp geçmek kadardır. Ne demişler: Nehirler aktı geçti- Kurudu vakti geçti- Nice Han, nice sultan -Tahtı bırakıp geçti. Dünya bir penceredir - Her gelen baktı geçti. Huzurevi’nin ön tarafında yemyeşil bahçenin ortasında üzüm asmalarının kapladığı kamelyanın altında her zaman yapılan çay sohbetlerinde yaşlı Osman Olçun’un anlattıklarını aynen aktardık sizlere. Bu sohbetler genelde bahçe suladıktan sonra ya da bir iş bittikten sonra yaşlıların alıngan, hassas ve çocuk hükmünde olan ruhları hatıralarla ve esprilerle rahatlatmak için yapılır. O anda bilge kişiler konuşur, anlatır, şaka yaparlar. Ağaçlarda serçelerin ötüştüğü, yeşillikleri sulayan fıskıyelerin çalıştığı Temmuz sıcağında, salkım söğüdü ve üzüm asmalarının en koyu gölgesinde bizlere de sadece canlı tarihi dinlemek düşüyor.
|
MUZAFFER KARAHİSAR 03.08.2009 |