01 Ağustos 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Sizi yaratan Biziz; öldükten sonra dirilteceğimize hâlâ inanmayacak mısınız?

Vâkıa Sûresi, 57

01.08.2009


Kemâlât treninin yolunu da yapınız

S uâl: “Tarif ettiğin Meşrûtiyetin ne miktarı bize gelmiş ve niçin bütün gelmiyor?”

Cevap: Ancak on kısımdan bir kısmı size gelebilmiş. Zîrâ sizin şu vahşetengiz, cehâletperver, husumetefzâ olan sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehâlet ejderhasından, husûmet kurtlarından bîçare Meşrûtiyet korkar, kolaylıkla gelmeye cesâret edemez. Eğer siz tenbel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, tenbellik etseniz, yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz. Zîrâ sizinle İstanbul arasındaki mesâfe bir aylıktır; fakat sizinle ehl-i Meşrûtiyet arasındaki mesâfe bin aydan fazladır. Zîrâ eski zamanın adamlarına benzersiniz. O nâzik Meşrûtiyet, İstanbul havâlisindeki yılanlardan kurtulsa, şu uzun mesâfeden geçmekle, cehâlet gibi müthiş bataklığı, fakr gibi mütevahhiş kıraçları, husûmet gibi gâyet keyşer dağları katetmekle beraber, eşkiyaya rast gelecektir.

Ezcümle, bâzı cezâ-i sezâsını hazmetmeyen, bir kısım da başkasının etini yemekten dişi çıkarılan ve bâzı bir meşhur bektâşi gibi mânâ verenler, yol üzerine çıkıp, gasp ve gâret ediyorlar. Daha onların öte tarafında da bir kısım gevezeler vardır; bâzı bahane ile, parça parça etmek istiyorlar.

Öyle ise, ona bir yol veyahut bir balon yapınız.

Suâl: “Biz me’yus olduk; daha ne vakit bize gelecektir?”

Cevap: Yeis, aczden gelir. Yeis, mâni-i herkemâldir. Hamiyet ise, şiddet-i mevânia karşı şiddetle metânet etmektir. Halbuki şu zaman, mümteniât-ı âdiyeyi mümkün derecesine indiriyor. Çabuk yeise inkılâp eden hamiyet, hamiyet değildir. Ben, sizi tenbellikten kurtarmak için, kabahatlerinizi gösteririm. Ona çabuk gelmek istiyorsanız, işte mârifet ve fazîletten demiryolunu yapınız; tâ ki, meşrûtiyet, medeniyet denilen şimendifer-i kemâlâta binip ve terakkiyât tohumlarını bindirerek, kısa bir zamanda mânilerden kurtulup geçerek size selâm etsin. Siz ne kadar yolu acele ile yapsanız, o da o derece acele ile gelecektir.

Suâl: “İnşaallah, tâliimiz varsa biz de göreceğiz. Bize tevekkül kâfi değil midir?”

Cevap: Bîçare tâliinize siz de yardım etmelisiniz. Bağdat tarrarları gibi olmayınız. Sizin atâlet bahanesi olan şu teşebbüssüz tevekkülünüz, nizâm-ı esbâbı reddettiğinden, kâinatı tanzîm eden meşîete karşı temerrüd demektir. Şu tevekkül döner, nefsini nakzeder.

Suâl: “Şimdi fenalığı da görüyoruz, iyiliği de görüyoruz. Meşrûtiyetin âsârı hangisi, ötekisinin âsârı hangisidir?”

Cevap: Ne kadar iyilik var, meşrûtiyetin ziyâsındandır; ne kadar fenalık var, ya eski istibdâdın zulmetinden, yahut meşrûtiyet nâmıyla yeni bir istibdâdın zulmündendir. Geri kaldı; tâ tâziyeden sonra vedâ edip, pederini takip etsin. Fakat, emîn olunuz, ziyâ galebe çalacaktır.

Münâzarât, s. 29, (yeni tanzim, s. 67-72)

LÜGATÇE:

âsâr: Eserler.

cehâletperver: Cehaleti koruyan, yetiştiren.

cezâ-i sezâ: Hak edilen ceza.

gâret: Yağmalama, talan etme.

husumetefzâ: Düşmanlık saçan, kin besleyen.

kemalat: Olgunluklar, mükemmellikler, faziletler.

mâni-i herkemâl: Her kemâl ve ilerlemenin engeli.

mârifet: Bilgi, bilme.

mümteniât-ı âdiye: Adi ve imkânsız şeyler.

nizâm-ı esbâb: Sebeplerin nizamı, düzeni.

şiddet-i mevâni: Engellerin şiddeti.

şimendifer-i kemâlât: Kemâlât treni, faziletler treni.

tarrar: Yankesici.

temerrüd: İnat etme, karşı koyma

terakkiyât: İlerlemeler, gelişmeler, yükselmeler.

yeis: Ümitsizlik.

Bediuzzaman Said Nursi

01.08.2009


Sen, ‘ben’ dâvâsından vazgeç

Hey o gafletli bakışıyla mevcudâtı vazifesiz gören, onların yaptıkları faaliyetleri ülfet perdesi altında gören aciz, fakir, âsî insan!

Ey binbir nimet içinde yüzen, ama şükred/e/meyen asi genç!

Ey kendisine an bean sunulan hayat ve hava nimetinden habersiz, sigara dumanıyla Allah’ın verdiği o güzel vücuda zarar veren beyefendi!

Ve yine dar sokaklarda rızkını aramak için gezen ve asıl rızkın Allah’tan (cc) geldiğine inanan o kedileri kovalayan afacan çocuklar!

Ve yine bize kendini tanıttırmak isteyen faal ve kudretli Zatın harika işleri içinde, çiçeklerin, ağaçların, derelerin yanıbaşında piknik yaptıktan sonra; Rabbine olan şükrünü unutan ve o güzel kırlardan ayrıldıktan sonra maddî manevî kirini etrafa saçan nimeti gör/e/meyen(nankör)ler!

Evet size sesleniyorum: Kusuruma bakmayın, biraz sivri konuşuyorum. Sizin yapmış olduğunuzun, benim yaptığımdan çok daha büyük bir kusur olduğunu hatırlatmak istiyorum.

Diyorum ki siz karışmasanız şu güzelim kâinat ne güzel olacak? Siz işlerin içine nefsîliğinizi, şer anlamında benliğinizi katmasanız, kâinat ne kadar temiz, pak ve yaşanır olacak, kalacak.

Meselâ çiçekler ve ağaçlar ve bütün bitkiler Rabbinden gönderilen birer mektup olmanın şevkiyle daima Rabbini tanıtmanın huzurunu yaşayacak.

Nimetler asıl nimet sahibinden münim-i hakikiden haber veren birer telefon teli gibi işleyecek. Sonrasında herbir lezzeti şu andan alıp baki anlara taşayan bir tesbih çıkacak ortaya. Lezzetler bakileşecek. Nimetler ziyadeleşecek.

Siz karışmasanız havamız hep temiz kalacak, şairin dediği gibi ‘hava bedava su bedava’ kalacak. Hava zerreleri hayırlı işlere vesile olmanın lezzetini yaşayacak. İnsanlar daha çok yaşayacak. Babasının sigara dumanından ölmesinden ağlayan çocuklar, İnşaallah ağlamayacak. Küresel ısınmalar olmayacak. Küresel bir rahmet olan hava, şerli şeyleri üzerinden atmanın ferahlığını yaşayacak.

O dar sokaklara serpilmiş o geniş rızıklarını arayan kediler, çöp kutusundaki rızıklarını kaygısız rahatça yiyecek.

Ve en önemlisi belki de bu; şükür için verilen her bir nimet, ne için gönderilmişlerse dünyaya öyle muamele görecek. Şükürsüzlükle nimetlere hakaret edilmeyecek, nimet hor görülmeyecek, aşağılanmayacak nimet, vazifesizlikle suçlanmayacak.

Evet diyorum ki insan şu kâinatın işine karışmasa, Allah’a itaat eden koca kütleler gibi bizim ‘insancık’ ta Rabbine itaat etse, nefsinin kötü istek ve arzularından sıyrılsa, kâinatla beraber kendi vazifelerinin olduğunu bilse dünya ne güzel bir mekân olacak?

Ah şükretmeyen, nimetleri israf ederek, nimete ve sahibine hürmet etmeyen insan! Sen ‘ben’ dâvâsından vazgeçsen kâinat ne güzel olacak. Sen vazifeni yapsan, kâinat hep güzel kalacak! Güzellik baki kalacak!

CİHAN CAMBAZ

01.08.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.