“Tarihin yeniden inşa edildiği bir dönemden geçerken, yeni bir dünyanın kurulabilmesi için bir medeniyet atılımına ihtiyaç var. Bediüzzaman sadece İslâm dünyasının değil, bütün insanlığın içinden geçtiği krizin aşılmasında öncü bir isimdir. O, krizin aşılmasında, imanın ihyasına dayalı bir denge, düzen ve barışı eksene alan bir medeniyet projesi öneriyor.”
NEFSİ TAHRİK, RUHU İHMAL
“Kapitalist sistem, insanı arzularının esiri haline getirmiştir. Kapitalist bir tüketici nefsinin hoşuna giden şeyleri yaparak daha çok keyif almayı nihaî bir gaye görür. Kapitalizm, insanın nefsanî arzularını tahrik için her yolu denerken, ruhanî ihtiyaçlarını inkâr veya ihmal etmiştir.”
KRİZİN ODAĞI DÜNYEVîLEŞME
“Krizi doğuran Batı medeniyetinin fantaziyeleri insanımızı esir almış durumdadır. Dünya hayatının merkeze konduğu, hayatın bir eğlence olarak görüldüğü anlayış krizin merkezini oluşturmaktadır. Dünyevîleşme hastalığı insanlık için bir düşüştür. Bunun tedavi edilmesi gerekir.”
ÇÖZÜM İMAN VE AHLÂK
“Krizin asıl sebebi, dünyayı ahirete tercih etmektir. Çözüm, iman altyapısını sağlamlaştırarak, Kur’ân ve sünnete dayalı evrensel ahlâkî değerleri yeniden ihya edip, güven ve sorumluluk bilincini geliştirmekle mümkündür. İnanç altyapısı sağlam olan, iktisat ve kanaatle yaşamayı bilir.”
Krizin çaresi Risale-i Nur’da
IV. Ulusal Risale-i Nur Kongresi’inde masa
çalışmalarında öne çıkan tesbitler şöyle:
BATI MEDENİYETİNİ BU NOKTAYA
"İSRAF EKONOMİSİ" GETİRDİ
I. Masa (Din ve iktisat)
Küresel kriz, bir ekonomik kriz olmakla birlikte, aslında bu krizin temellerinde dine bağlı ahlâkı dışlayan; Said Nursî’nin mimsiz ve sadece dünyevî bir amaç güttüğünden “tek gözlü deha” olarak nitelendirdiği Batı Uygarlığının prensipleri vardır.
Said Nursî’nin tesbitleriyle zarurî olmayan ihtiyaçlar zarurî gibi gösterilmektedir. Bu da ekonomik olarak başkasına zarar vermek anlamına gelir. Reklâmcılığın, insanlarda sahte bir ihtiyaç meydana getirdiği hatırlanacak olursa, insanların gerekli gereksiz tüketime teşvik edildiği görülür. Buradan da anlaşılmaktadır ki, bugün, ekonomisi çökme emareleri gösteren Batı medeniyetini bu noktaya getiren sebeplerden birisi de “israf ekonomisi”dir. İsraf ekonomisinin tüketime teşvik ettiği insanlar, zarurî olmayan ihtiyaçlarını karşılayabilmek için hırs ile nasıl olursa olsun, helâl haram ayırımı yapmadan para kazanmaya çalışmaktadırlar. Bu da insanları başkalarının haklarını gasp etmeye, zulmetmeye sevk etmektedir. Bankacılık ve finans sektörünün üzerine oturduğu faiz, Nursî’nin ifadesiyle, insanlığın sosyal hayatını sarsan, çalışmayı sermaye ile çarpıştırıp, fukarayı zenginle çatışmaya sokan “muzaaf ribadır”, yani kat kat faizdir. Bediüzzaman faizin tenbelliğe sevk ettiğini, insanın çalışma aşk ve şevkini söndürdüğünü dile getirir. Ona göre faizle çalışan bankaların faydaları, insanlığın en fena, en kötü kısmı olan zalimlere, sefihleredir. Ayrıca, Said Nursî bankacılık sisteminin İslâm dünyasına mutlak zarar olduğu tesbitini de yapmaktadır. Gerçekten de Bediüzzaman, faizcilikle bankacılık, “sen çalış, ben yiyeyim” prensibiyle çalıştığından, halkı, kine, hasede, çatışmaya sevk etmiş, insanlığın rahatını birkaç asırdır ortadan kaldırmıştır. Çünkü faiz, zenginler ile fakirler arasındaki dengeyi zenginler lehinde bozmaktadır.
Küresel Krize Risâle-i Nur’un İslâmın ışığında sunduğu çözüm yolları Küresel krizin esas temelinde var olan Batı medeniyetinin temellerini oluşturan dinsiz felsefenin prensipleri yerine, hakkı, Allah rızasını, yardımlaşmayı, nefsin arzularının tecavüzlerine set çekmeyi amaç edinen Kur’ân’ın prensiplerinin toplumlarda yerleştirilmesi gerekmektedir.
Said Nursî bu gibi Kur’ânî prensiplerin, insanlar arasındaki birlik ve beraberliğe, dayanışmaya, yardımlaşmaya, kardeşlik ve sevgiye, sonuçta iki dünya mutluluğu elde etmeye yol açacağını dile getirir. Buna ,”insanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır” prensibini de ilâve etmek gerektirir. Görüldüğü gibi Kur’ân’ın ortaya koyduğu bu prensipler, çatışmayı, tecavüzü, kamplaşmayı, düşmanlığı, kini değil, birlik ve beraberliği, kardeşliği, yardımlaşmayı netice verecek ilkelerdir. Bu ilkeleri prensip edinen kişiler, üretirken, ihtiyaca göre üretmeyi, tüketirken de ihtiyaca göre tüketmeyi amaç edinir. Daha çok para kazanma hırsına sahip olmaz. Aynı zamanda israfın haram olduğunu bilir, israf ekonomisine göre hareket etmez. Kendisini ve insanları üretim ve tüketime göre değerlendirme yanlışlığından kurtulur.
Said Nursî, kapitalist sistemin faiz yoluyla insanları mutsuz hale getirdiği gerçeğinden hareket ederek, sadece Müslümanların değil, insanlığın da krizlerden kurtulması için faizin yasaklanmasını önerir.
KRİZİ, AHLÂK VE İNSANDAN
AYRI DÜŞÜNEMEYİZ
II. Masa (Toplum, Ahlâk ve İktisat)
Said Nursî’nin kullandığı iktisat kavramı bilimsel anlamda kullanılan ekonomi ve iktisat kavramlarından farklı alanlara işaret etmektedir. Bediüzzaman’a göre insanın zorunlu ihtiyaçları, üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Modern ekonomi daha çok üretmek, tüketmek üzerine kuruludur. Daha çok tüketmek üzerine kurulu bir ekonomi anlayışı gayr-i ahlâkî sonuçları da beraberinde getirmektedir. Bediüzzaman’ın belirlediği zeminin ilk ayağı, insanın ihtiyacı kadar üretmesi üzerine kuruludur. Bediüzzaman, sonsuz ihtiyacata medar olan ve arzuları alemin dört bir yanına dağılmış olan insanı ele alırken onu ahlâkî bir özne olarak düşünmüştür.
Kriz olgusunu ahlâk ve insandan ayrı düşünmek mümkün değildir. İnsanlık tarihi boyunca yaşanagelen bu tür krizleri insan azgınlığının, onun değer tanımazlığının, öldürücü hırsının ve sınır tanımaz hazcılığının bir neticesi olarak değerlendirmek mümkündür. İnsanlık ortak aklı kullanarak bu krizi çözmelidir. Buradaki akıl, ahlâkî olanı seçme yetisidir. Rasyon değildir. Vicdanı seçen, vicdana dayanan kalbî akıldır. Bu hususta Bediüzzaman’ın kuvve-i akliye tanımı ön plana çıkarılabilir. Kuvve-i akliye zararı ve menfaati tefrik edecek şekilde aklı kullanmaktır. Bunun da yolu, ifrat ve tefritten kaçınmak, sünnet-i seniyeye uygun hareket etmektir.
Özü itibariyle Kapitalizm ve Marksizm gibi beşeri sistemlerin insanlığı özlediği huzura kavuşturamayacağı açıkça ortaya çıkmıştır.
Esasen İslâm, krizlerin oluşmasını önleyen bir takım tedbirler getirmiştir. Meselâ, sıkıntıya düşen komşuya yardımın tavsiye edilmesi, “Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne”yıkıcı zihniyetini ortadan kaldıran zekâtın emredilmesi, “sen çalış ben yiyeyim” anlayışını yok eden faiz yasağının getirilmesi bunlardan bazılarıdır.
Netice itibariyle Bediüzzaman, malın ve servetin Allah tarafından verilmiş bir emanet olarak telâkki edildiği, ekonomik gücün (sermayenin) belirli ellerde toplanmasının engellenip biriken sermayenin herkesin refahına hizmet edecek şekilde adaletli dağılımının sağlandığı, çalışmanın dünyevi saadet vesilesi olup tembelliğin işsizliğe isşizliğin de ıztıraba medar olduğu, zekâtın verilmesi ve faize engel konulması ile sömürünün engellenmesi yoluyla sosyal tabakalaşmanın önlenip kardeşlik ruhunun öne çıkarıldığı, bencilliğin yerine diğergamlığın, kişilerde hırsa mukabil kanaatin hazza mukabil iman saadetinin, tüketim toplumu yerine ubudiyet ve şükür toplumunun öne çıkarıldığı, arzular yerine fıtrî ihtiyaçların esas alındığı, helâl ve haram hassasiyetlerinin gözetildiği, israfın yasaklandığı, sanayi ve teknolojinin İlayı kelimatullahın bir vesilesi olarak görülüp bunların ahlâkî ilkeler çerçevesinde, fakirliğin izalesi yolunda, insanlığın hayrına olarak kullanıldığı, ailenin dünya saadetinin medarı olarak kabul edildiği, zulüm ve haksızlığın ortadan kaldırıldığı, hayalî ve sanal unsurlarla insanların uyuşturulmadığı, ebedî hayatın varlığını önceleyen, hayatın gayesini Allaha kulluk olarak kabul eden bir iktisat görüşünü öngörmektedir.
HIRS, KASIRGAYI KAÇINILMAZ KILDI
III. Masa (Siyaset, İdeolojiler ve İktisat)
n Oy hırsıyla hareket eden siyasîler, kâr hırsıyla hareket kapitalist girişimciler ve zevk hırsıyla hareket eden tüketiciler kasırgayı kaçınılmaz yaptılar. Bediüzzaman’a göre, bir sistemin ömrü fıtrat kanunlarına uygunluğuyla paraleldir. Kapitalizmin günümüze değin kısmî başarısı fıtrî kanunlara kısmen uygun olmasındandır. Sosyalizm, insanın sosyal bir varlık olduğu ve toplumsal menfaatlerin bireysel menfaatlerin üstünde olduğu görüşünü esas alır. Dolayısıyla, bireyi toplum için fedakârlığa dâvet eder. Ancak, bu fedakârlığı yapacak yüce değerleri telkin etmez. Hatta, onları din kaynaklı olduğu için tahrip eder. Bu anlamda, sosyalizm insanın ben merkezli fıtratını inkâr ettiği için başarılı olamamıştır. Kapitalizm ise, bu fıtratı tahrik edip, kullandığı için başarılı olmuştur.
n Piyasalarda yaşanan “finansal/ekonomik kasırga” değil, bireysel ve sosyal alanda yaşanan “mutsuzluk kasırgası” kapitalizmin sonunu getirecek veya ıslâha mecbur edecektir. Kapitalist sistem, insanı arzularının (veya İslâmî terminolojide nefsinin) esiri haline getirmiştir. Kapitalist bir tüketici nefsinin hoşuna giden şeyleri yaparak daha çok keyif almayı nihai bir gaye görür.
n Bediüzzaman’a göre, kapitalist ideolojinin öngördüğü “sefih medeniyet” insanı nefis ve enaniyetten ibaret biliyor. İnsanın nefsini her çeşit hayvanî lezzetlerle tatmin edip, ihsan edilen edilen hediyeleri gasbederek enaniyetli yapıyor. Oysa, Kur’ân’ın öngördüğü “fazilet medeniyeti” insanı nefsin esaretinden kurtarıp, bütün istidatlarını inkişaf ettirerek “insan-ı kâmil” derecesine çıkarmaya çalışır. Genç, yaşlı, sıhhatlı, hasta, zengin ve fakir, herkesi ve herkesimi hakikî saadete ulaştırır.
n Bediüzzaman’a göre insanı mutlu kılmanın yolu onu tanımaktan geçer. Bunun için, Bediüzzaman, potansiyelini değerlendirmesi, hakikatı bulması ve huzura ermesi için eserlerinde insanı kendini tanımaya ve iç âlemini keşfetmeye dâvet eder.
Bediüzzaman’a göre, insanın kalben tatmin olması, Kur’ân’ın da ifade ettiği gibi, ancak Allah’ı bulmak, bilmek ve sevmekle mümkün olur. Bediüzzaman’a göre, insanın fıtrî yeteneklerine bir sınırlama konulmadığından herbirisinin ifrat, tefrit ve vasat mertebesi bulunur. İnsan kendisine verilen bu üç temel yeteneği “orta yol” (vasat) da kullandığında saadeti yakalar. Zaten Kur`ân gibi semavî mesajlar, haksızlık, zulüm ve sefahete neden olacak bu temel yetenekleri vasata çekmek için gönderilmiştir.
İKTİSAT PRENSİBİNİ UYGULAMALIYIZ
IV. Masa (Felsefe, Medeniyet ve İktisat)
Bediüzzaman krizin aşılmasında medeniyet fikrine dayalı bir denge düzen ve barışı eksene alan bir medeniyet projesi öneriyor. Bediüzzaman’ın medeniyet anlayışı, Kur’ânı esas almaktadır. Bundan dolayı eserlerinin pek çok yerinde Kur’ân medeniyeti kavramını kullanmaktadır. Bediüzzaman’ın Kur’ân medeniyetini coğrafyadan bağımsız bir medeniyet anlayışı olarak ele almak yanlış değildir. Yani peygamber çizgisini esas almış, Mekke'yi Kıble edinen bir medeniyettir. Aslında bu kriz varlığı yanlış algılamanın bir krizidir. Yaratılan her şeyin yaratıcı ile irtibatı kurulması gerekmektedir. Bu da bir bakış açısı meselesidir. Müslümanların zenginleşmesi üzerinde de durmak gerekir. Yeni bir medeniyet inşasında zenginleşen Müslümanların değerlerden uzaklaşarak israf ve sefahata yönelmesi krize zemin hazırlamaktadır.
Ehli iman bu konuda vasat olan tercih ederek Hz. Peygamberin yolunu örnek almalıdır. Bu konuda abdeste alırken iktisat prensibini uygulayan İslâm peygamberinden alınacak önemli mesajlar var. Bugün Hz. Peygamberin yaşama biçimini bugüne taşımalıyız.
İSLAM, ÇEVREYE KARŞI DUYARLI
V. Masa (Çevre ve İktisat)
Çevre konusu 60’lı yıllarda dünya kamuoyunun gündemine girmiştir. Bugün bütün çevre kirliliği ve ekolojik dengenin bozulmasının ana sebeplerinden birisi de insanın gerçek ihtiyacından fazla tüketimidir. İslâm düşüncesinde çevre sorunlarına karşı duyarlılığın sebebi, onun verdiği mesajlardan kaynaklanmaktadır. Bu noktaya dikkat çeken Bediüzzaman da, kâinatı ve onun bir parçası olan içinde yaşadığımız çevreyi kirletmenin ve zarar vermenin, Yaratıcımızı bize tarif eden önemli bir öğreticiden mahrum kalındığına dikkat çekmektedir. Kur’ân, kâinattan bahsederken, onun “Müslüman” olduğunu ve Allah’a teslim olduğunu da vurgulamaktadır. “Göklerdeki ve yerdeki herkes, ister istemez ona boyun eğmişken ve ona döndürülüp götürülecekken, onlar Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar?” âyetine dayanarak varlıkları, yaratılış açısından kutsal görme düşüncesi, çevreciliğin metafizik temelini oluşturmaktadır. Bu düşünceyle hareket eden inançlı insan çevreyi sahip çıkılması gereken bir yaşama alanı olarak görmektedir.
Bu noktaya dikkat çeken Bediüzzaman, çevreyi ve içinde yaşayan varlıkları, Allah’ın güzel isimlerinin nakışlarının işlendiği, san'atının güzelliklerinin sergilendiği bir model olarak tanımlamaktadır. Kur’ân’dan aldığı dersle, bütün varlık âlemiyle insanı buluşturan ve onlar arasında bir bağ kuran Said Nursî, inancın bütün eşya arasında bir birliktelik oluşturduğuna dikkat çekmektedir.
Küresel çevre problemlerini yalnızca bir sanayileşme ve teknoloji problemi olarak görmek, buzdağının sadece görünen yüzünü ifade etmek gibidir. Çevre problemlerini sadece teknik bir mesele gören anlayışa “sığ çevrecilik” denilmektedir. Bu anlayış, yüzeysel, maddî ve insan-çevre ekseninde olaylara baktığı için çözüm olmakta yetersiz kalmıştır. Problemi, insan-çevre-Yaratıcı ekseninde daha derinlemesine ve ahlâkî referansları dikkate alarak çözmeye çalışmaya ise, “derin çevrecilik” denilmektedir. Derin çevrecilik bakışı, küresel çevre problemlerinin gerçek sebeplerinin, ahlâkî ve zihinsel problemlerden ve kirlenmelerden kaynaklandığına dikkat çekmektedir. Bu yeni anlayış insanın çevresiyle ve Yaratıcısıyla olan ilişkisini tekrar gözden geçirmesini ve yeniden anlamlandırmasını gerekli kılmaktadır.
Bugüne kadar uygulanan hayatın yalnızca maddî cephesini ele alan çevreci ve iktisadî anlayışlar, uygulamalarıyla, toplumları gerçek anlamda huzura kavuşturamamıştır. Artık, insanlık ciddî ve radikal bir karar vererek, çevresiyle dengeli bir iletişim kurmak zorundadır.
|