"Gerçekten" haber verir 27 Aralık 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

Asker sorunu ile Özkök Paşa örneği!

Türkiye, ‘asker sorunu’nu çözebilecek mi? Türkiye’de asker, ‘silahlı bir parti’ gibi davranmaktan vazgeçebilecek mi?

‘Devlet içinde devlet’ gibi hareket etmeye son verebilecek mi? Halkın oylarıyla iş başına gelen ‘sivil otorite’ye, yani ‘seçilmiş hükümet’e günün birinde gerçekten tabi olabilecek mi asker?

Sorular şöyle devam edebilir:

‘Asker sorunu’nu çözmek için gereken siyasal kararlılık bizim siyaset meydanımızda ne zaman sahneye çıkabilecek? Askerin ‘kırmızı çizgileri’nin üstüne çarpı işareti koyabilecek kadar demokrasi kültürüne sahip siyasetçiler de bu ülkede iktidara gelebilecek mi?

Bir Yunanistan’daki, bir İspanya’daki, bir Portekiz’deki gibi bizim siyaset sınıfımız da, asker-politika ilişkilerini demokrasi içindeki yerine oturtacak siyasal irade ve cesareti günün birinde gösterebilecek mi?

Böyle siyasetçilerimiz olacak mı?

Böyle siyasetçilerimize demokrasi ve hukuk devleti adına sonuna kadar destek veren medyamız, iş dünyamız, akademik dünyamız olabilecek mi? Türkiye’nin ‘asker sorunu’yla ilgili bu soruları dün not ederken, Radikal’in manşetinde eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök’ün Murat Yetkin’e açıklamalarını okuyordum.

Şu satırların altını çizdim:

“Ettiğim yemine sadık kalarak siyaseti Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sokmamaya gayret ettim. Kanunların yapmamamı söylediklerini yapmadım, ama yap dediklerini hakkıyla yapmaya çalıştım.

Ne yaman ironidir ki, hükümetle alenen kavga etmediğim için benimle kavga edenler, demokrat olduğum için beni kınayanlar oldu. Koruma kollama görevimi kapalı kapılar ardında saygın bir şekilde tartışıp, bu görevi, muhataplarımı ikna yoluyla gerçekleştirmemden memnun kalmayanlar oldu. 28 Şubat o günün koşullarının gerektirdiği zorunlu bir hareket tarzıydı. Asla suçlamam. Üstelik o kadroların ders alabilecekleri geçmişte bir 28 Şubat deneyimi yoktu.

Ama benim vardı.

Ben iyi niyetlerle ne yapıldığını, kimleri göndermekle kimlerin yollarının asfaltlandığını gördüm. Evvelki olayları incelediğimde asker elinin dokunmasının siyasetçiler için ne kadar ‘hayırlara vesile’ olduğunu öğrendim.

Bu nedenle benim tarzım farklı oldu.

Ben ulusun bütün dinamiklerinin harekete geçmesinin ve yapılacak işin, yapması gerekenler tarafından yapılmasının daha doğru olacağını değerlendirerek hareket ettim. Demokrasinin erdemine, onun zor, ama çok güvenli bir yol olduğuna daima inandım.”

Özkök Paşa’nın sözleri önemli.

Özellikle, “Demokrasinin erdemine, onun zor, ama çok güvenli bir yol olduğuna inandım” cümlesinin altını kalın kalın çizmekte yarar var.

Hilmi Özkök Paşa, böyle düşündüğü içindir ki, birinci sınıf demokrasiden hazzetmeyen asker-sivil bazı odakların hışmını üzerine çekti.

Yıpratılmak istendi.

Altı oyulmak istendi.

1960’daki 27 Mayıs darbesinde, Demokrat Parti iktidarıyla birlikte devrilip hapse atılan Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdulhun Paşa örnekleriyle kendisine gözdağı verilmek istendi.

“Genç subaylar rahatsız!” manşetleriyle üzerine gidildi.

‘Dincilik’le suçlandı.

‘AKP işbirlikçisi’ diye yaftalandı.

Peki ama neden?..

Çünkü ‘darbe’ye karşıydı.

‘Muhtıra’ya karşıydı.

Yeni bir 28 Şubat’a karşıydı.

İşte bu yüzdendir ki, Genelkurmay Başkanı olarak altındaki Kuvvet Komutanlarıyla, Karacı Aytaç Yalman Paşa, Havacı İbrahim Fırtına Paşa, Denizci Özden Örnek Paşa ve Jandarma Komutanı Şener Eruygur Paşa’yla anlaşamadı, çatıştı.

Ama yılmadı.

Tertiplere sonuna kadar direndi.

Demokrasiye inandığı içindir ki darbeye de, muhtıraya da, yeni bir 28 Şubat’a da geçit vermedi Özkök Paşa...

Bir ucu Ergenekon’a açılan bu darbe tertiplerinin bütün hikayesi, Özden Örnek Paşa’nın 2003-2004 yıllarını kapsayan ve değerli meslektaşım Alper Görmüş’ün Nokta dergisinde yayımlayarak bir demokrasi görevi yaptığı günlüklerinde aydınlanmıştır.

Özkök Paşa görevini yaptı.

Demokrasiye, hukuka sadık kaldı.

Tarih onu öyle yazacak.

Ancak, 2003-2004 yılının darbe tertiplerini üreten o malum yapı ve zihniyet yerli yerinde duruyor. Avrupa’daki kadar demokrasiyle, hukuk devletiyle bağdaşmayan o yapı ve zihniyet değişmedikçe, asker-politika ilişkisi açısından taşlar yerli yerine oturamaz bu ülkede.

Ve Özden Örnek Paşa günlüklerindeki ‘tertipler’in hesabı demokrasi ve hukuk adına sorulmadıkça, siyasetçiler ve TBMM bu açıdan kendi hukuklarına sahip çıkabilecek siyasal kararlılığı göstermedikçe ‘asker sorunu’ çözülmez bu ülkede... Ama tabii ‘asker sorunu’ aynı zamanda bir ‘sivil sorunu’dur.

Yıl sonu dileğime gelince:

Hilmi Özkök Paşa gibi askerlerle, demokrasi kültürünü gerçekten özümsemiş siyasetçilerin, halkın oyuna saygılı bir parlamentonun bir gün elele vererek, bu ülkede demokratik hukuk devletinin kapısını ardına kadar açmaları...

Çok şey mi istiyorum?..

Milliyet, 26 Aralık 2008

Hasan Cemal

27.12.2008


Erdoğan’ı bu kadar güçlendiren 28 Şubat süreci mi oldu?

Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök’ün dün Radikal’de yer alan değerlendirmesi Türk siyaset gündeminde hep yer tutmuş olan asker-sivil ilişkileri tartışmasına yeni pencereler açtı.

Bu açılımların başında 28 Şubat süreciyle son bulan Refahyol koalisyonundan AK Parti tek parti hükümetleri arasındaki ilişkiye, askeri bünyeden daha önce tanık olmadığımız bir bakış bulunuyor. Buna göre, Özkök her ne kadar 28 Şubat sürecini ‘zorunlu bir hareket tarzı’ olarak nitelese de, Erbakan’ın zorla bertaraf edilmesinin aynı çizgiden gelen Erdoğan’ın güçlenerek tek başına iktidar olmasına yol açtığına inanmaktadır. Özkök bunları 28 Şubat sürecinde orgeneral rütbesiyle (İzmir’deki NATO Müttefik Kuvvetler Komutanı ve Genelkurmay İkinci Başkanı olarak) sorumluluk sahibi bir emekli subay olarak söylemektedir. (Zaten bu nedenle Özkök, -dünkü yazının bir yerinde yalnışlıkla yer aldığı şekilde ‘28 Şubatçılar’ ifadesini değil, ‘28 Şubattakiler’ ifadesini tercih ediyor.)

Doğrusu, Özkök bu sözleri bizim yorumladığımız şekliyle söylememektedir. O zaman sözlerini hatırlayarak üzerinden gitmekte yarar var.

Özkök dünkü Radikal’de şöyle diyordu: “Ben iyi niyetlerle ne yapıldığını, kimleri göndermekle kimlerin yollarının asfaltlandığını gördüm. Evvelki olayları incelediğimde asker elinin dokunmasının siyasetçiler için ne kadar ‘hayırlara vesile’ olduğunu öğrendim. Bu nedenle benim tarzım farklı oldu.”

Burada Özkök’e göre ‘iyi niyetlerle yapılan’, 28 Şubat harekâtıdır. Harekât, emir komuta

zinciri içinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı tarafından yürütülmüştür. Amacı, özellikle ‘Kanlı mı olacak, kansız mı?’ sözüyle içeride ve dışarıda büyük tedirginliğe neden olan Başbakan Necmettin Erbakan’ın elinden hükümetin alınmasıdır.

Bu noktada ‘Kimlerin gönderilmekle’ ifadesiyle Erbakan’ın (ve onun DYP’li koalisyon ortağı Tansu Çiller’in) gönderilmesinin kast edildiği açıktır. Bu harekât, daha önce iki kez askeri müdahaleyle Başbakanlıktan olmuş Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in işi yeni bir darbe riskine maruz bırakmamak için yaptığı manevralar sayesinde ‘barışçı yöntemlerle’ başarıya ulaşmıştır; Demirel hâlâ havada yakıt ikmali bekleyen Erbakan’ın elinden istifa mektubunu adeta kaparak yeni hükümeti ANAP’lı Mesut Yılmaz’a vermiştir.

Ama Özkök’ün ifadesindeki ‘kimlerin yollarının asfaltlandığı’ ifadesiyle kastedilenin Yılmaz olduğunu söylemek zor.

Bu adresi bulmak için devamındaki cümleyi tahlil etmek zorundayız. Özkök, ‘evvelki olayları incelediğimde’ derken acaba yalnızca 28 Şubat’ta Erbakan’ın bertaraf edilmesini mi kastediyor? Yoksa daha gerilere giderek, Demirel’i hükümetten ayrılmaya zorlayan 12 Mart 1971 darbesinin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur aracılığıyla Erbakan’ın İsviçre’den dönüşünü sağlayarak Demirel’in oylarını bölmesi ve tek parti hükümeti kurmasına engel olunmasını da kast ediyor mu? Bu tam açık değil.

Ama açık olan ‘asker elinin dokunmasının’ hangi siyasetçilere ‘hayırlara vesile’ olduğudur. Özkök’ün bize yazılı olarak gönderdiği cevap metninde bu ‘hayırlara vesile’ ifadesini kendisinin tırnak içine aldığı, ona özel bir vurgu atfettiğini belirtmek zorundayım. Bu ifade, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın siyasetteki adeta alameti fârikası, tescilli markasıdır.

İşte bu nedenle Özkök’ün 28 Şubat’ta siyasetin zorlanmasının ters teptiğini ve Erbakan çizgisinden çıkan Erdoğan’ın olağan akışına bırakılsa alabileceğinden çok daha fazla oyla tek başına iktidara geldiğine inandığını söylemek mümkün. Özkök gibi 28 Şubat’ta sorumluluk sahibi bir subay açısından bunu bir özeleştiri saymak da mümkün. Zaten ‘28 Şubat’tan ders çıkardım’ diyerek bunu kendisi de söylemiş oluyor.

Özkök, ‘28 Şubattakiler gibi davranmamakla’ suçlanmış olmasından da bahsediyor. Bununla sadece ‘aslan terbiyecileri’ diye müstehzi baktığı askere dışarıdan akıl vermeye çalışan kalem ve siyaset erbabını mı kast ediyor? Yoksa AK Parti döneminde de ordu içinde 28 Şubat benzeri bir harekâta geçme tartışması yapıldı mı? Özkök’ün doğrusu bu konuda açıkça kullandığı bir ifade yok. Ama Özkök’ün bize geçmişten bildirdikleri ışığında, Özden Örnek günlüklerinden Ergenekon davasına uzanan bir mantık zinciri kurmak mümkün. Ona yerimiz kalmadı, ama devam edeceğiz.

Radikal, 26 Aralık 2008

Murat Yetkin

27.12.2008


AK Parti’ye başvurular neden az?

Yerel seçime şunun şurasında üç ay gibi bir süre kaldı. Ama başta AK Parti olmak üzere hiçbir parti önemli adaylarını açıklamadı.

En ilginci, ana muhalefet partisi CHP’nin seçime 6 ay kala adaylarını açıklayacağını söylemesiydi.

Anlaşılan partiler aday bulmakta hayli zorlanıyor. Zaten bugüne kadar kamuoyunu etkileyen, “İşte aday dediğin böyle olur”

dedirtecek bir isim de ortaya çıkmadı.

Bu gerçek en çarpıcı biçimde İstanbul’da ve İstanbul AK Parti’de gözleniyor.

İstanbul’un 39 ilçesi var ve bugüne kadar yapılan başvurular parti tabanında tam anlamıyla hayal kırıklığı yarattı. Deneyimli siyasetçiler bu durumu “şaşkınlık verici” olarak niteliyor. Düşünsenize söz konusu olan bir “dünya kenti” İstanbul ve iktidar partisi AK Parti.

Dışarıdan bakanlar İstanbul’un ilçeleri için akın akın adaylık başvuru olduğunu sanır. Oysa gerçek böyle değil. Belediye başkanlığı için de, meclis üyelikleri için de beklenin çok altında bir başvuru var.

Bir AK Partili şöyle diyor:

“Dikkat ettiyseniz başvuru tarihini bu nedenle uzattılar. Başvuru sayıları çok az. Özellikle belediye meclis üyelikleri için sayı 1015’i geçmiyor. Eskiden 100’ü geçerdi.”

Gerçekten ilginç bir durum...

AK Parti’nin İstanbul başvuruları listesi elimde. Tablo parlak değil. Düşünsenize geçen seçimlerde Ümraniye’de 18 aday adayı varken, bugün başvuru sayısı sadece iki. Bir de mevcut belediye başkanı. Çatalca’da ise sadece bir başvuru var. O da şu andaki belediye başkanı. Yine ilginçtir en yoğun başvuru 16 kişiyle Maltepe’de gerçekleşiyor. Onu 15 kişiyle yeni ilçelerden Sancaktepe, 13 kişiyle Ataşehir, 10 kişiyle Çekmeköy ve 12 kişiyle Fatih izliyor. Beyoğlu gibi önemli bir ilçede aday adayı sayısı 2, Pendik’te ise sadece 3.

Meclis üyeliklerinde ise bir ilçenin çıkaracağı toplam meclis üyesi sayısına ulaşan ilçe yok gibi. Peki, başvurulardaki azlığın nedeni ne?

Bir AK Partili uzman şöyle diyor:

“Birincisi mevcut başkanlarla kimse çalışmak istemiyor. Çünkü onların kendi listeleri olacak diye bekleniyor. İkincisi ise İstanbul’da hep şöyle bir şey dolaşıyor: Başbakan’ın cebinde bir liste var, bunu bir tek Kadir Bey kısmen biliyor. Bu liste dışındakilerin aday olması hikâye... ‘Boşuna uğraşmayın’ deniliyor. Herkesi ezdiler, kim adaylık fikrini açıklasa, ‘Ya git işine kardeşim, orada daha güçlü adaylar var’ deniliyor. İnsanların morali bozuluyor. Bizimle dalga geçerler diye düşünüyorlar.”

Toplum mühendisliği nasıl toplumu dar bir kalıba sokarak boğuyorsa, siyaset mühendisliği de böyle kısırlaştırıyor...

Sonuca pek de şaşırmamak gerekiyor.

Siyaset, özgür yapılmadığı sürece bunun değişeceği de yok.Aynı şeyi diğer partilerde de görmek mümkün.

Sabah, 26 Aralık 2008

Mahmut Övür

27.12.2008


Yargısız demokrasi olmaz, ama...

Bürokratik oligarşinin kendi içindeki iktidar mücadelesi iyice ortaya çıktı.

Özellikle son bir iki yıldır hukuka değil siyasete endeksli ideolojik kararlara imza atan ‘yüksek yargı’ şimdi de kendi aralarında verdikleri ‘iktidar ve yetki mücadelesi’yle gündemde. Hukuku deforme eden sözde ‘yüksek yargıçlar’ ülkenin çivisini iyice çıkartırken kendi hâl-i pür melallerini de sergiliyorlar.

Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yüksek Seçim Kurulu... Devletin tepesi birbirine girdi. Temel kıstas hukuk değil iktidar olunca böyle oluyor.

Sadece yüksek mahkemeler değil AYM’nin kendisi de ikiye bölünmüş durumda. AYM Başkanı Haşim Kılıç’ın Danıştay’ı Anayasa’yı ihlal etmekle suçlayan açıklamasına AYM Başkan Vekili Osman Paksüt kamuoyu önünde katılmadığını söylüyor.

Danıştay ve YSK’yı ‘Anayasa’yı ihlal’le suçlayan kurumun daha üç beş ay önce kendisinin bizzat Anayasa’nın temelleri hilafına kararlar aldığını kimse unutmadı tabii. AYM’nin 367, anayasa değişikliği ve AKP kapatma davası kararlarının hukuk ve etik dışı bir zeminde alındığı, bu kararlara yazılan ‘gerekçeler’in basbayağı siyasî bir mantığa ve hesaba dayandığı ortadayken ‘yüksek yargı’dan kimse hukukun üstünlüğünden söz etmesin. ‘Yüce Mahkeme’ son bir yıldır varlığını ve meşruiyetini kendi elleriyle sorgulanır hale getirdi. Şimdi de Danıştay ve YSK ciddiye almıyormuş AYM’yi. Hiç şaşırmadım. Hukuku bir defa rafa kaldırdığınızda artık onu yeniden elinize alıp uygulamanız mümkün olmuyor, çünkü hukuk istisna kaldırmıyor.

Belediyelerle ilgili mevcut tartışmaya dönersek... Meclis’in, nüfusu iki binin altına düşen belde belediyelerinin kapatılmasına ilişkin çıkardığı yasanın hiçbir hükmü yok. Yasanın bir kısmını Anayasa Mahkemesi iptal etti, geri kalanını da Danıştay ve Yüksek Seçim Kurulu. Böylece 742 belde belediyesi nüfus sayımına itiraz davası açtığında kapanmayacak, mart seçimlerine girebilecek. Nüfus tashihine ilişkin davaların sonuçları kuşkusuz seçimlerin sonrasına kalacağından halkın beş yıl için seçtiği yeni belediye yönetimleri de bir dönem daha görevlerine devam edecekler. Mesele, bazı belde belediyelerin kapatılması meselesi değil; bu ülkeyi kimin yönettiği meselesi. Anayasa Mahkemesi Meclis’in yerine geçip karar vermeye kalkıyor, Danıştay da Anayasa Mahkemesi’nin... Bu arada olan demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine oluyor. Yerel seçimlere giderken bir yandan da seçmen kütüklerine ilişkin belirsizlik ve kafa karışıklığı var.

Ortaya çıkan tablo ürkütücü; devletin bürokratik aygıtları, en başta da yargı, demokratik ve adil bir seçim mekanizmasının işlemesini sağlayacak bir hazırlık ve organizasyon yapmaktan aciz görünüyor. Yargısız demokrasi olmayacağı gibi, demokratik seçimler de olmaz. Hatırlanacaktır 1945 seçimlerinde iktidardaki CHP’nin sandıklara adeta el koymasının ve oyları kendisinin saymasının ardından Demokrat Parti’nin 1950 seçimlerine kadar temel siyasi talebi ‘hakim gözetimi altında seçim’ olmuştu. Yargı denetimindeki ilk seçimde de CHP iktidarını devirmeyi başarmıştı. Şimdilerde seçim sürecinin yönetilmesinde ve seçimlerin adil yapılmasında yargının sorumluluklarını yapamamaya başlaması demokrasi açısından bir geriye dönüşe tekabül eder. Bürokratik oligarşinin tepesindeki bu tür kavgalar yüzünden memleket şaibesiz, tartışmasız seçim yapamayacak mı? Bürokrasinin kendi arasında ve seçilmişlerle giriştiği iktidar ve yetki kavgasından bu ülkenin demokrasi ve hukuk rejimini kurtarmak gerek. Bütün bu olup bitenler mevcut yüksek yargı siteminin miadını doldurduğunun kesin bir göstergesi. Artık yargı reformu kaçınılmaz. Yargının adeta bir ‘kast sistemi’ içinde bir iktidar odağına dönüşmesi, kendinde toplumu ve siyaseti tanzim etme hakkı görmesi ve kapalı sisteminde, bütün arızalarıyla hep ‘kendini’ yeniden üretiyor olması kabul edilemez.

Yargısız demokrasi olmaz, ama böyle yargıyla da demokrasi zor.

Zaman, 26 Aralık 2008

İhsan Dağı

27.12.2008


Yargılaştıramadıklarımızdan mısınız?

Dünün en önemli haberi neydi? Tartışmasız ‘asgari ücret’in yeniden belirlenmesi.

Milyonlarca insanı ilgilendiren karar öğleden sonra alındı. Asgari ücret, 16 yaşından büyükler için 1 Ocak’tan itibaren net 527,13 YTL oldu.

Belirlenemeyen ise hem kurumlararası, hem de kurum içi olmak üzere yargıdaki kargaşaydı...

Sabahtan beri ne olup bittiğini öğrenmeye çalışmaktan harap olmuş bir halde yazının başına oturduğumda...

Türkiye’nin döküldüğüne kanaatim tamdı...

Cevap veremediğim soru ise şuydu:

Tel tel mi dökülüyordu, pul pul mu?

* * *

İki binin altında nüfusa sahip olan beldelerde...

Belediyecilik açısından hizmetlerin verilmesinin ne teorik ne de pratik planda mümkün olmadığını düşünen hükümet...

Belde belediyelerini kapattı...

Belde belediyelerinin kapanmasını öngören kanun 22 Mart’ta Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmişti. Anayasa Mahkemesi, düzenlemeyle ilgili kararında bu tarihe kadar dava açmış belde belediyelerinin seçime girebilmesine imkân tanıdı. Ancak Danıştay 8. Dairesi, yasanın yürürlük tarihinin Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararının yayımlandığı 6 Aralık olduğuna hükmetti. Ayrıca dava açma süresinin gerekçeli kararın Resmî Gazete’de yayımı tarihinden itibaren başladığını ve 60 gün olduğunu iddia etti.

Bu karara uyan Yüksek Seçim Kurulu (YSK) da 6 Şubat 2009’a kadar dava açacak belde belediyelerinin yerel seçime gireceğini açıkladı.

* * *

Danıştay’ın bu tasarrufu hükümetin de tepkisini çekti. Danıştay kararının hukukî yönünü irdeleyen Erdoğan, kuvvetler ayrılığını hatırlattı.

Düzenlemenin TBMM tarafından yapıldığına dikkat çeken Erdoğan, bu konudaki tasarruf yetkisinin sadece Anayasa Mahkemesi’ne ait olduğunu söyledi.

Başbakan, Danıştay’ı üstü kapalı bir şekilde yetkisini aşmakla suçlarken, ‘Türkiye’de ikinci bir Anayasa Mahkemesi daha çıktı’ dedi.

Tek kaybedenin söz konusu beldeler olduğunu anlatan Başbakan: ‘Önemli olan oraya hizmeti verecek olan kurumdur. O kurumun gücü var mı yok mu? O kurumun gücü yoksa oraya hizmet gitmez. ‘Ama efendim burası belde, mahalle veya köy değil’. Mahalle olup hizmet giderse o mu daha iyi, belde olup da orası çok ilkel bir şekilde kalırsa o mu iyi? Bana göre öbürü daha iyi. Bunları görmek lazım’ diye konuştu. Tam yazıyı bağlarken, bu kez de Danıştay, hem başbakana hem de Anayasa Mahkemesi Başkanı’na sert bir yanıt verdi.

* * *

Danıştay 8. Dairesi’nin kapatılan bir beldeye yerel seçime girme vizesi vermesinin ardından Yüksek Seçim Kurulu’nun da bu hakkı tüm beldelere vermesi, Anayasa Mahkemesi’nin eleştirisine yol açtı... Mahkeme Başkanvekili Osman Ali Feyyaz Paksüt de...

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın yaptığı yazılı açıklamadan haberi olmadığını ve bu görüşe katılmadığını açıkladı...

Haşim Kılıç da sabah saatlerinde Paksüt’e cevap verdi:

‘O zaten muhalifti karşı oy kullanmıştı. Haberinin olmaması normal. Ben üyelerin desteğiyle bu açıklamayı yaptım...’

* * *

Hemen ardından 8 mahkeme üyesi de bir açıklama yaparak, ‘Kılıç’ı yalanladılar’ ve ‘Anayasa Mahkemesi Başkanlığı tarafından, ‘kapatılan belediyelerin dava açma süresine ilişkin’ dün yapılan açıklamanın, Anayasa Mahkemesi’nin görüşünü yansıtmadığını’ söylediler.

Böylece tarihinde ilk kez 11 asil ve 4 yedek üyenin bulunduğu Anayasa Mahkemesi kamuoyunun önünde ikiye bölünmüş oldu.

Anayasa Mahkemesi ile Yüksek Seçim Kurulu arasında böyle bir yetki kavgası oldu mu, onu ise hatırlamıyorum...

* * *

‘Bu olayın sorumluluğu başkana aittir. Eğer böyle hazin bir durum varsa elbette ki başkan mesuldür. Üyelerle konuşması gerekirdi. Ondan sonra açıklamayı yapmalıydı...’ diyenler de var...

‘Haşim Kılıç’ın açıklamaları boşa düşmüş ya da matematiksel bir hata varmış gibi bir algıya sebep olan haberle, Haşim Kılıç’ın açıklamaları arasında bir çelişki olmadığı görülüyor’ diyenler de...

Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin İç Tüzüğü’nün 32. maddesine göre Başkan’ın açıklama yetkisi olduğunu hatırlatanlar da...

* * *

Ben bir vatandaş olarak, günün sonunda saç başa birbirine girmiş, çamur içinde yuvarlanan yargısal bir devlet resmi görüyorum...

Yeni asgari ücretle de hayatlarında fazla bir değişiklik olmayacak olan milyonlar ise, zaten yaşamın çok zor şartlarıyla saç başa olduklarından, muhtemelen Ankara’daki bu yargısal devlet resmine hiç mi hiç aldırmamışlardır...

Beldeler mahalle de olsa...

Beldeler belde de kalsa, onların yaşam şartları pek değişmiyor çünkü...

Star, 26 Aralık 2008

Mehmet Altan

27.12.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır