İngiltere de, Kur’ân’ın hakikatlerine sarılacak
İngiliz devletinin payitahtında, hatipleri kürsülerinde “Artık İngiltere’nin İslâmiyeti kabul etmesi lâzımdır” diyerek bağırdıklarını ve beşeriyetin bütün hakiki ihtiyacatını câmî olan Furkan-ı Hakim’in âyetlerini birer birer okuyup tefsir ve beyan ettiklerini, en son gazetede arkadaşların okuduklarını işitiyoruz diye o kardeşimizin bu havadisine bin elhamdülillah deriz.
Evet o devletin hem dünyası, hem saltanatı, hem saadeti onunla kurtulabilir.
Emirdağ Lâhikası, s. 214, (yeni tanzim, s. 423)
Elbette nev-î beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya mânevî bir kıyâmet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’ân’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın Din-i Hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi, rûy-i zeminin geniş kıtaları ve büyük hükümetleri, Kur’ân-ı Mû’cizü’l-Beyânı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün rûh u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü, bu hakikat noktasında, kat'iyen Kur’ân’ın misli yoktur ve olamaz; ve hiçbir şey bu mu’cize-i ekberin yerini tutamaz.
Sözler, s. 140, (yeni tanzim, s. 251)
***
İngiltere’nin en meşhur ve en büyük müverrihlerinden Edward Gibbon (Edvord Gibon) “Roma İmparatorluğunun İnhitat ve Sukûtu” adlı eserinde şöyle diyor:
Ganj Nehri ile Bahr-i Muhît-i Atlasî (Atlas Okyanusu) arasındaki memleketler, Kur’ân’ı bir kânun-u esâsî ve teşriî hayatın rûhu olarak tanımışlardır. Kur’ân’ın nazarında, satvetli bir hükümdarla, zavallı bir fakir arasında fark yoktur. Kur’ân, bu gibi esaslar üzerinde öyle bir teşrî vücuda getirmiştir ki, dünyada bir nazîri yoktur. Müslümanlığın esâsâtı, teslisiyet ve Allah’ın tecessüdiyetini ve vahdet-i vücud akîdesini reddetmektedir. Bu mutasavıfâne akîdeler üç kuvvetli ulûhiyetin mevcudiyetini ve Mesih’in Allah’ın oğlu (hâşâ) olduğunu öğretmektedir. Fakat bu akîdeler, ancak mutaassıp Hıristiyanları tatmin edebilir. Halbuki, Kur’ân, bu gibi karışıklıklardan, iphamlardan âzâdedir. Kur’ân, Allah’ın birliğine en kuvvetli delildir. Feylesofâne bir dimâğa mâlik olan bir muvahhid, İslâmiyetin nokta-i nazarını kabul etmekte hiç tereddüt etmez. Müslümanlık, belki bugünkü inkişâf-ı fikrimizin seviyesinden daha yüksek bir dindir.
İşârâtü’l-İ’câz, s. 265, (yeni tanzim, s. 435)
***
Kur’ân âyetlerini nüzûl tarihine göre tercüme eden ve tertip eden İngiltere’nin en mutaassıp papazlarından Rodwell (Radvel), şu hakîkatleri îtiraf ediyor:
Kur’ân, Arabistan’ın basit bedevîlerini öyle bir istihâleye uğratmıştır ki, bunların âdetâ meşhur olduklarını zannedersiniz. Hıristiyanların telâkkisine göre Kur’ân’ın nâzil olmuş bir kitap olduğunu söyleyecek olsak bile, Kur’ân, putperestliği imhâ, Allah’ın vahdâniyet akîdesini tesis, cinlere, perilere, taşlara ibâdeti ilgâ, çocukları diri diri gömmek gibi vahşî âdetleri izâle, bütün hurâfeleri istisâl, taaddüd-ü zevcâtı tahdit ile, bütün Araplar için İlâhî lütuf ve nîmet olmuştur. Kur’ân, bütün kâinatı yaratan, gizli ve âşikâr herşeyi bilen, kadîr-i mutlak sıfatıyla Zât-ı Kibriyâyı takdîs ve tebcîl ettiğinden, her sitâyişe şâyândır. Kur’ân’ın ifadesi vecîz ve mücmel olmakla beraber, en derin hakîkati, en kuvvetli ve mülhem hikmeti takrir eden elfaz ile söylemiştir. Kur’ân, devamlı memleketler değilse de, muzaffer cumhuriyetler vücuda getirmeye hâdim olacak esasları muhtevî olduğunu ispat etmiştir. Kur’ân’ın esaslarıyladır ki, fakr ve sefâletleri ancak cehâletleriyle kâbil-i kıyas olan, susuz ve çıplak bir yarımadanın sekenesi, yeni bir dînin, harâretli ve samîmi sâlikleri olmuşlar, devletler kurmuşlar, şehirler inşâ etmişlerdir. Filhakîka, Müslümanların heybetidir ki, Fesdad, Bağdad, Kurtuba, Delhi bütün Hıristiyan Avrupa’yı titreten bir azamet ve haşmet ihrâz etmişlerdir.
İşârâtü’l-İ’câz, s. 269, (yeni tanzim, s. 442)
|
Muhteşem saray
Şu muhteşem saraya eyle nazar,
Uçsuz bucaksız, sonsuza uzar,
Bu kâinat kitabını yazan yazar,
Alış veriş yeridir der, yap pazar,
Ne harika bir âlem ki direksiz,
Döner boşlukta yelkensiz küreksiz,
Yol alır gider fezada gayet sessiz,
Olur mu insan bunca gamsız yüreksiz?
Yıldızlar astırılmış gök kubbe tavanına,
Bir de gör yıldızın kayıp gittiği ânına,
Hele hilâl gelmişse zühalin yanına,
Hamd, senâ yakışır sahibin şanına,
Sonsuz kudretli bir san'atkâr elinden,
Her masnu okur ayrı ayrı dilden,
Şu bahçede açılmış gonca gülünden,
Anlayan var mı şu kitabın ilminden?
HASAN YEŞİLKAYA
|