Yok aslında birbirimizden pek farkımız (mı)?
Herkes “ötekilerin Şeytanı”nı taşlıyor.. Kendi Şeytanı ile işbirliği yapıyor..
Oysa tek bir Şeytan var...
Ve bu işten Şeytan kazançlı çıkıyor.. Ötekilerin Şeytanlarını taşlarken, genellikle attığınız taşlar boşa gider..
Bu da Şeytanca bir oyun..
Kendimizi sorgulamak ve değiştirmek yerine, hep ve önce başkalarını sorguluyor ve eleştiriyoruz.. Şunu itiraf edelim: Biz zalimlerden olduk.. Hiç kimse çok da temiz değil.. Bir çamur deryasında yüzüyoruz.. Düzen herkesi bozuyor.. Herkesi suçlu ve suç ortağı yapıyor. Aynı günah batağından besleniyoruz.. Bakıyorsunuz, bir katil, bir ateist, bir ilahiyatçı, bir Mafia babası aynı masada haram bir malın pazarlığını yapabiliyorlar. Düşman kardeşler sadece kaza yapan otomobillerde olmuyor..
Kürt-Türk, sağcı-solcu, Sünni-Alevi pek fark etmiyor..
Dışarıda vuruşanların arkalarındaki adamlar kol kola girip her kazanan tarafın şerefine kadeh kaldırabiliyorlar.. Onlar her zaman kazananlarla beraber! Bu kanlı ve kirli oyunun sürüp gitmesi için zaman zaman timsah gözyaşları döküyorlar.. Hamasi konuşmalar, ötekilere karşı meydan okumalar, vatan, millet nutukları, hepsi işin kandırmacası.. Dostluk, vefa, hak-hukuk yok. Sadece lanet olası çıkarları, süfli zevkleri, heva ve hevesleri, doymak bilmeyen ihtirasları var..
3 aşağı, 5 yukarı birbirimize benziyoruz, bileşik kaplar gibi, suyumuz bir yerde dengeleniyor.. Keşke biz “iman ettik” diyenler, çok daha farklı olabilseydik.. Hiçbir farkımız yok değil, ama servet, güç, iktidara sahip olduğumuzda dizimizin titrediğini ben biliyorum.. Daha dürüst, daha cesur, daha bilgili olabilseydik; “El Emin” sıfatımız olsaydı... Bizim için, “Onlar bilirler ve yalan söylemezler, söz verdiklerinde sözlerinde dururlar” denebilseydi, tereddütsüz! Ama bazan farkı fark etmek zor olabiliyor, hepimiz için değil, ama birçoğumuz için. İşte bu acı bir gerçek!
Ayakta duruyorsanız, elinizi öpenler, oturduğunuzda sizden uzaklaşır, düştüğünüzde vururlar.. Kadın, silah, para ve koltukla şaka olmaz. Adamı harcarlar.
Siyaset günümüzde işte tam da böyle bir şey..
Yakında yerel seçim var.
Birileri bir yandan kaz gelecek yerden tavuk esirgememe cömertliği ile, en önde, genel başkanın en yakınında güler yüzü ile poz verme yarışına girecektir.. Rakipleri için ise her türlü yalan, dolan, iftira, aşağılama içine girecek.. Kendisi sütten çıkma ak kaşık; on tane de “iyi çocuktur” diye şahit getirir..
-Her şey vatan için!.. Her şey vatan için!
Aday dediğin vatana ve millete hizmet aşkı ile yanıp tutuşan bir vatan kahramanıdır. Ama bir de, doymak bilmeyen bir iştiha ile “yemek” için şimdiden kaşıkları bellerinde dolaşmasalar.. Sanırsınız ki, yeryüzüne inen bir iyilik meleğidir..
Gizlediklerimiz açığa çıksa, gerçekten kim kimin yüzüne başı dik bakabilir..
Tartışmalarda galip çıkmak, belgeleri ile suçlamaları reddediyor olmak, her zaman çok temiz olduğumuz anlamına gelmeyebilir..
Mehmet Hocaefendi bir gün, İskenderpaşa’dan çıkıp evine doğru giderken, karşılarına bir sarhoş çıkar. Hafiften yağmur yağmaktadır.. Adam yalpalarken bir yandan da nara atar.. Mehmet Zahid Hocaefendinin yanındakiler adamın haline gülerler; -Ayakta duracak hali yok ama dünyaya meydan okuyor derler.
Tam da bu sırada adamın ayağı kayar ve bir su birikintisinin içine düşer. Üstü başı çamur, içinde doğrulur, hâlâ meydan okumaktadır..
Mehmet Hocaefendi adımlarını sıklaştırır, başı önünde mahzundur..
-Allah bir kulunun ayıbını yüzüne vurdu, hepiniz ona güldünüz.. Ben kendi nefsime baktım ve utandım der! İşte aslolan bu. Kendi nefsimizin haline bakıp, utanabilmek..
Nefsini hakir görüp, başkalarının ayıbından kendisi için ders çıkarabilmek.
Birbirimizin ahvali şahsiyesine müteallik ayıpları alenileştirmekten ne büyük bir haz duyuyoruz.. Oysa eskiler derler ki, “Batılın tasviri, saf zihinleri idlâl eder.”
Biz, kardeşimizin ahvali şahsiyesine ait bir ayıbını gizlersek, umulur ki, Allah da bizim ayıbımızı gizler. Sonra tevbe ederiz de, affa uğrayanlardan oluruz..
Kişileri ayıpları, günahları ile tesmiye edersek geri dönüşleri o nisbette zor olacaktır..
Ama elbette, yanlışlarının faturası başkalarına zarar veriyor ve onlar ısrarla o yanlışlarını sürdürüyorlarsa, o zaman elbette hem başkalarını koruma adına, def-i mazarrat kabilinden, hem de caydırılmaları için cezalandırılmalarını ve başkaları için emsal olmasını engellemek için, çevresindekilerin ikaz edilmesi ve kendilerinin de te’dip edilmeleri gerekir..
İthamlardan kurtulsak, davalardan beraat etsek bile, zaman zaman; “Biz nerede yanlış yaptık” diye, hesaba çekilmeden, kendi nefsimizi hesaba çekebilsek.
Çünki gün gelecek yaptığımız ve yapmamız gerekirken yapmadığımız, söylediğimiz ve söylememiz gerekirken söylemediğimiz her şeyin hesabını vereceğiz ve o gün hiçbir şey gizli kalmayacak. Kimin hakkı varsa gelip alacak.
Her zaman söylüyorum; helalleşmek diye bir şey var. Af dilemek, özür dilemek, tevbe etmek! Bilerek ya da bilmeyerek yaptığımız işlerden zarar görenler olabilir.. Sonuçta bu dünyadaki işlerimiz sebebi ile ya kendi cennetimize sırtımızda tuğla, ya da kendi cehennemimize sırtımızda odun taşıyoruz.
Allahım bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil. Bizi yeryüzünün varisi kıl. Bizim ellerimizle zalimleri cezalandır ve mazlumlara yardım et..(Amin)
Vakit, 1 Ekim 2008
|