"Gerçekten" haber verir 31 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

Müsbet değişimin sancıları

Ağustos ayında Yüksek Askerî Şûra’nın sıkıntısız bir şekilde geçmesinden sonra, AK Parti’nin kapatılmasına yönelik davanın kapatma kararı alınmadan sonuçlanmasıyla yaşanan sakinlik, komuta kademesinde yaşanan değişikliklerdeki konuşmalar ve MHP’nin anayasa değişikliği teklifi ile yeniden bir hareketlilik yaşanmaya başladı.

Ordunun komuta kademesinde değişiklik törenlerinde yapılan konuşmalar, daha demokratik ve sivil bir Türkiye bekleyenlerin taleplerine uygun bir istikamette gelişmedi. Mamafih konuşmalar bir bütün olarak değerlendirildiğinde ve eskileriyle mukayese edildiğinde müspet bir değerlendirme yapmak da mümkün.

Konuşmalarda üslup açısından yumuşak ve ince bir ölçü tutturulmakla beraber, küreselleşmeye, demokratikleşmeye ve AB reformlarına yönelik menfi yaklaşım dikkat çekiciydi. Gerçi burada da, eskiye nispetle belli bir dikkat gözden kaçmıyor. Ancak son tahlilde konuşmalarda “soft ulusalcı” bir anlayış ağır basıyordu. Bu noktada ordunun büyük bir bürokratik kurum olarak, değişime reaksiyon gösteren bir konuma savrulması anlaşılabilir bir şeydir. Lakin bu reaksiyonerliğin Ergenekonvarî bir “hard ulusalcılık”tan ayrışma çabası içinde olması, bir değişim ve farklılaşma olarak yine kayda değerdir. Bu farklılaşmaya rağmen, NATO üyesi ve AB müzakerelerini yürüten bir ülkenin ordu bürokrasisinin (buna yargı ve CHP bürokrasisini de ekleyebiliriz) böyle bir konumda ısrar etmesi kabul edilebilir ve sürdürülebilir değildir. MHP gibi aşırı sağcı olmakla itham edilen bir partinin bile gördüğü bu gerçeği, ordu bürokrasisinin gör(ebil)mesinin daha bir hayli zaman alacağı anlaşılıyor.

Burada, konuşmaları yapan komutanları aşan, bir ordu içi-dışı muhatap alınan kamuoyunu ikna etme çabasının da bir rolü olduğu aşikar. Özellikle Ergenekon soruşturmasıyla emekli üst düzey askerî personelin askerî lojmanlardan gözaltına alınması ve akabinde tutuklanması emekli askerler içindeki “hard ulusalcı”ları, Ergenekonculardan ayıracak bir şekilde gözetme çabasının konuşmalarda bir etkisinin olması olabilir. Keza, ordu bürokrasisinden darbe bekleyenlerin duyduğu hayal kırıklığı karşısında ordunun “koruma ve kollama” vazifesinin başında olduğunu hatırlatma gayreti de rol oynamış olmalıdır. Ordu komuta kademesinin, bu dikkatlerin yanında kamuoyunun büyük kesiminin demokratikleşme ve sivilleşme beklentileriyle doğrudan karşı karşıya gelmemeye özen gösteren ve onları da ikna etmeye çalışan bir denge arayışı içinde oldukları anlaşılıyor. Ancak tam bu noktada bu denge arayışının, orduyu toplumda ve siyasette giderek ağırlık kazanan demokratik, sivil ve özgürlükçü sıklet merkezinden uzaklaştırdığı göze çarpıyor. Ordu bürokrasisi, giderek toplumdaki modernleşmeyi yürüten öncü kurum iddiasının havada kaldığını görüyor. Ancak bu fikri, bürokratik ve zihni dönüşümün kırılma ve iç çatışma riskinden uzak durmak için bunu zamana yaymaya çalışıyor. Bu vadide eski Genelkurmay İkinci Başkanı yeni Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Ergin Saygun’un devir-teslim töreninde Selimiye kışlasına ve Osmanlı ordusundaki Nizam-ı Cedid dönüşümüne atıfla, ordunun modernleşmeyi yürüten öncü misyonunu devam ettirdiği vurgusunu bu çerçevede hatırlamak yerinde olacaktır.

Toplumun dindarlaşması laiklik için problem değil

Dönüşümün zorlukları ve ordu içinde zaman zaman ortaya çıkan iç çatışmalar, dikkate alındığında işin zorluğu ortaya çıkıyor. 1999 sonrası AB yolunda ilerledikçe, ordu içinden kimi unsurların reaksiyonerliğinin artışı aynı zamanda ordu içindeki reformlara ve nitelikli komutanlara duyulan bir tepkinin de ifadesidir. Hilmi Özkök’ün Genelkurmay Başkanı olmasıyla yaşanan ordu içindeki büyük dönüşüm, bir yandan bu reaksiyonerleri tahrik ederken diğer yandan yeni düzene uyum sağlayan yeni bir general ve subay sınıfının önünü açmıştır. Adeta manüel sistemden dijital siteme geçiş ölçeğinde bir sistem geliştiren Özkök, orduyu reaksiyonerliğin çıkmaz sokağından çıkarmıştır. Ordu gibi en zor reform yapılan bürokratik bir kurumda bu değişimin başarılabilmesi, son birkaç yılda Hilmi Özkök, Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ aleyhine yürütülen kampanyaların sebebini teşkil ediyordu. Kampanyalara ve dirençlere rağmen, ordunun ana istikameti demokrasi ve AB istikametinde oturmuştur. Kısmî eleştiriler, bu ana istikameti değiştirmeye yönelik değildir. Şimdi bu değişimin hazmedilmesi ve eğitimden talimatlara ve zihniyete yerleşmesi gerekiyor.

Değişimdeki en problemli alan laiklik ekseninde gelişmektedir. Bürokratik ve otoriter laiklik anlayışı, Türkiye’nin bugün geldiği çoğulcu, çeşitlilik içeren toplumsal yapısı, iktisadi aktörleri ve demokratik seviyesiyle bağdaşmamaktadır. Üstelik Türkiye’nin AB perspektifi, bu uyumsuzluğu AB müktesebatına da taşımaktadır. Laiklik ve Batılı hayat tarzını savunanların, bugün AB müktesebatıyla uyum sorunu yaşamaları dramatik sonuçlar vermektedir. Laikliği devletin bütün hayat tarzları ve dini anlayışlar karşısında bir tarafsızlık ve eşitlik anlayışı çerçevesinde AB müktesebatıyla uyumlu bir tanıma kavuşturmadıkça, farklı laiklik anlayışlarından kaynaklanan tartışmaların devam etmesi kaçınılmazdır.

Toplumun bir kesiminin dindarlığının artışı veya belli cemaatlere mensup olan kişilerin iktisadi alanda başarılı olması, laiklikle ilgili bir problem değildir. Bundan endişe duyan toplumsal kesimin, endişelerinin giderilmesi için dindarlara, cemaat mensuplarına ve bunlar dışında siyasetçilere düşen görevler elbette olabilir. Ama bu görev, kamu otoritesini kullanarak ve hukuk dışına çıkarak dindarlara veya cemaat mensuplarına baskı yapmak anlamına gelemez. Kaldı ki, dindarların ve çeşitli cemaatlere mensup olanların da toplumun belli bir kesiminin dinden uzaklaşması veya farklı bir din anlayışına sahip olmasından kaynaklanan endişeleri olabilir. Aynı şey onlar için de geçerlidir. Böyle bir durumda kamu otoritesinin yapabileceği bir şey yoktur.

Kişilerin hak ve hürriyetleri ihlal edilmedikçe, bizden farklı dindarlık anlayışlarının olması ve kendilerini ifade edebilmesi demokrasinin, laikliğin ve AB’nin varlık sebebidir. Bu durumda bürokrasinin bir endişeyi diğerlerinden üstün görerek dillendirmesi, Cumhuriyet’in ve laikliğin temel prensipleri olan tarafsızlık ve eşitliğe aykırı olacaktır. Eski ordu komutanlarının Kürt meselesinde yapılan yanlışları dile getirdikleri Fikret Bila’nın Komutanlar Cephesi adlı değerli eserinin, bir benzerinin bir süre sonra laiklik bahsinde de ortaya çıkması ihtimal dahilindedir. Kürt yoktur diyen komutanlar, bugün alt kimlikleri ve bireysel kültürel hakları kabul etme noktasına geldiler. “Yanlış eğitilmişiz” diyen komutanların açık toplum, çoğulculuk ve demokratik müzakereler yürüdükçe hepimiz gibi yeniden düşünmeleri kaçınılmaz. Kürt meselesine bakışta yaşanan değişim, bugün bu meselenin çözümüne ve yumuşamasına ciddi katkılar yapmışsa, yarın laikliğin AB müktesebatı çerçevesinde yorumlanması da yeni açılımlar getirecektir. Ne yazık ki, değişim zor ve düz bir çizgide ilerlemiyor. Ancak süreç kavramını dikkate alarak baktığımızda, komutanlar cephesinde müspet istikamette gelişmeler olduğu söylenebilir.

Zaman, 30.8.2008

Dr. İrfan Yıldırım

31.08.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün haberler

Başlıklar

  Bir 30 Ağustos’ta daha sivil ve askerî otorite!

  Müsbet değişimin sancıları

  Silâhlı Kuvvetlerde Başbuğ dönemi

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır