İşin belki de en dehşet verici yanı, devletin her şeyi bilmesi.
Ne faili meçhuller bir sır devlet için, ne Susurluk, ne de Ergenekon.
Hepsinden haberi var. Ama yakalamıyor.
Tam aksine, koruyor. Bundan on yıl önce, JİTEM’in “tetikçi” olarak kullandığı itirafçılardan bir grup, JİTEM bünyesinde işledikleri cinayetleri anlatıyor.
Hangi subaylarla birlikte çalıştıklarını isim isim açıklıyorlar.
Olayların bütün ayrıntılarını veriyorlar.
Korkunç şeyler var söyledikleri arasında.
Şırnak’ın İdil ilçesinde üç köylüyü öldürmeleriyle ilgili itiraflarından sonra bir grup subay, korucu ve “itirafçı” hakkında dava açılıyor.
Diyarbakır DGM Savcılığı, Jandarma Genel Komutanlığı’na bir mektup yazarak, “ismi geçen subaylar” hakkında bilgi istiyor. Jandarma Komutanlığı cevap veriyor.
Diyor ki, “Genelkurmay Başkanlığı bu konuda bir soruşturma başlattı”. Cevap bu.
Yani, “yargı bu işe karışmasın, biz aramızda hallederiz”.
Üç insanın ölümüyle sonuçlanan bir cinayetle ilgili olarak askeriyenin yargıya verdiği cevap bu kadar.
Diyarbakır DGM Savcılığı bu sefer Ankara DGM Savcılığı’na başvuruyor.
“Bu şahıslar hakkında bilgi alın,” diyor.
Ankara DGM Savcılığı, Jandarma Komutanlığı’na bir yazı daha yazıyor.
Bu sefer “cevap” biraz daha üst düzeyden geliyor.
Genelkurmay Adli Müşaviri Tümgeneral M. Erdal Şenel imzalı ikinci cevap hukuk tarihine geçecek cinsten.
Şöyle diyor tümgeneral:
“Genelkurmay Başkanlığı’nca gerekli inceleme ve soruşturma tarafımızdan yürütülmüştür. Bu nedenle aynı konuda tekrar talepte bulunulmasının sebebi anlaşılmamıştır.”
Aslında bu iki satır Türkiye’de askerle hukuk arasındaki ilişkinin muhteşem özetidir.
Aralarında subayların da bulunduğu bir grubun üç kişiyi öldürdüğü söyleniyor.
Genelkurmay, “biz soruşturuyoruz, yargı bunu daha niye uzatıyor” diye cevap veriyor. Öyle ya, öldüren askerse kim ona hesap sorabilir. Cinayet işlediyse “vatanı için işlemiştir”, bu da yargıyı hiç ilgilendirmez.
Vatan için subaylar canlarının istediğini ensesinden vurup öldürebilir. Anlayış bu.
(...)
Onlardan biri, bugün Ergenekon sanığı olan Veli Küçük.
Diğeri, bir başka Ergenekon sanığı Arif Doğan.
İkisi de şu anda Ergenekon davasından tutuklu.
Diğer subaylardan ikisinin adı da Ergenekon dosyalarında geçiyor. Ergenekon’un temeli Güneydoğu’da işlenen bu cinayetlerle atıldı.
Genelkurmay’ın, “hukuk bizim subayların cinayetlerine karışamaz” demesiyle semirip gelişti.
Eğer Türkiye, “siz ne karışıyorsunuz” tavrından, emekli orgenerallerin tutuklandığı bir noktaya geldiyse, bunun önemli bir gelişme olduğunu anlamak gerekir.
Bugün bu gelişmeyi desteklemezseniz, 28 Şubat’ın o kanlı ve hukuksuz dönemine geri dönersiniz.
Böyle korkunç bir ihtimale destek olmanın adına “solculuk” diyen bir toplum olduğunu da hiç sanmıyorum.
Solculuk kavramını bu kadar kirletmeye de gerek yok.
İnsan sadece “korkak”, sadece “çıkarcı”, sadece “işbirlikçi”, sadece “faşist” olabilir...
Korkaklığını “solculuk” maskesinin arkasına saklamaya çalışmak, ödlekliği gizlemeye yetmez, ona bir de ahlaksızlığı ekler, o kadar. Bizde hiçbir kurum davranması gerektiği gibi davranmıyor. Ne ordu ordu gibi davranıyor, ne yargı yargı gibi, ne kendilerine “solcu” diyenler solcu gibi, ne aydınlar aydın gibi, ne de siyasetçiler siyasetçi gibi...
Bu karmaşada da köylüler dere kenarlarında enselerinden vuruluyor.
İnsanlar sokaklarda öldürülüyor. Bombalar patlatılıyor.
Eğer on yıl önce, ordu “28 Şubat ordusu” gibi değil de gerçek bir ordu gibi davransaydı, kendisinden istenen bilgileri yargıya verseydi, kendisinin “hukuktan üstün” olduğunu sanmasaydı, daha sonra öldürülen birçok insan öldürülmezdi.
Cinayetler engellenirdi.
Ama 28 Şubat’ın generalleri kendilerini herkesten daha akıllı, herkesten daha “vatansever” bulunca, burası cinayetler cehennemine döndü.
Kürt sorununun, dere kenarında adam vurarak halledilebilecek olduğunu sanma canavarlığı, insanların hayatlarını yok etti, devleti devletlikten çıkardı.
Çeteleri besledi.
Türkiye henüz tümden temizlenemediyse de, o gün bulunduğu noktadan daha ileri bir noktaya ulaşmayı başardı.
Hiç olmazsa sanıklar ortaya çıkarılıyor, davalar açılabiliyor.
Henüz “muvazzaflara” dokunulamasa da, hiç olmazsa emeklilere “siz ne yaptınız” denebiliyor.
Ordu gerçek bir ordu olup da “hukukun üstünlüğünü” tam anlamıyla kabul ettiğinde, eğer varsa, Ergenekon’un ordu içindeki uzantıları da budanacaktır.
Belki o zaman kendilerine solcu ya da aydın gibi sıfatlar takmaktan hoşlanan bazıları da “hukukun üstünlüğünü kabul etmiş bir orduyla” yaşamanın iyi bir gelişme olduğunu fark eder.
Türkiye her şeye rağmen gelişiyor. Daha da gelişecek.
O zaman her şeyin gerçeği ile sahtesi birbirinden ayrılacak. ...
Taraf, 23.8.2008
|