"Gerçekten" haber verir 05 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Patlayan Kur’ân değil, çürük binalar

Mühim bir sorunumuz var. Biz bina yapmasını bilmeyen bir toplumuz. Koca bir millet olarak son 50 yılda bina yapmasını komple unuttuk. Bina adını verdiklerimiz insanı kanser hastası yapacak kadar çirkin bir takım tuğla ve beton yığıntıları sadece. Ne dayanıklı, ne de güzel. Acıklı bir takım üst üste, yan yana hücreler. Ama kesinlikle bina değil.

Mağara devri adamına ver aynı malzemeyi, o da aşağı yukarı bu kadar çirkin ve entipüftü şeyler yapmayı becerir. Bu ülke nasıl oldu da bu kadar geriledi insan inanamıyor. Zira çok uzak değil bundan yüz yıl öncesine kadar bu ülke insanı “gerçek” binalar yapmayı beceriyordu. Hem güzel hem dayanıklı olan sivil mimari örneklerinin üç beş arta kalanını memleketin her köşesinde görmek mümkün. Çayelili de yapabiliyormuş, Bursalı da yapabiliyormuş, Mardinli de Konyalı da... Bu topraklar gerçek bina nedir biliyor yani. Üç kuşak öncesi, zengin değildiyse bile bir görgüye sahipti ve haysiyetli, estetik ve dayanıklı binalar yapabiliyor, yaptırabiliyordu. Başka türlüsü düşünülemiyordu bile.

Ama şimdi tümüyle unutmuş durumda. Sadece 100 yıl içinde 10 bin yıl geri gidebilmiş bir ülkeyiz. Açıklamalara şiddetle muhtaç bir durum.

Ben açık söyleyeyim apartmanlara zaten ama gökdelenlere falan da güvenmiyorum. Sadece boyu çok uzatılmış gecekondular gibi geliyor bana onlar. Zira ultra modern bir alışveriş merkezinde yağmur yağdığında camlardan içeriye şakır şakır su aktığını görmüş bir insanım ben. Yalıtımda bu kadar özensizlik varsa temelde niye olmasın? Yalıtımı da temeli de aynı adamlar yapıyor, aynı mühendisler denetliyor zira. Planlar pek güzel, pek doğru, pek depreme dayanıklı çizilmiş olabilir (şimdi durduk yerde Mühendisler Odasının protestolarını üzerimize çekmeyelim) ama uygulayan da bakalım o kadar özenli mi?

Kaçak Kur’an kursu patladı, 18 yoksul kızcağız öldü, aileleri perişan oldu şimdi millet kaçak Kur’an kurslarına taktı.

Takalım tamam ama patlayan Kur’an değil ki! Patlayan ne Kur’an ne kurs. Patlayan bina. Yani Konyalı da olsa, Çayelili de olsa, Mardinli de olsa Türklerin (ve Kürtlerin) yapmayı beceremedikleri o “şey”. Ne temelini, ne planını, ne tesisatını, ne çatısını, ne giderini, ne fosseptiğini ne bahçesini becerebildikleri o “şey”.

Bundan bir iki hafta önce hatırlarsanız bu ülke köpük faciasını da yaşadı. Otelin birinde birkaç kişi saçma bir tesisat hatası yüzünden hayatını kaybetti. Turizmi sorgulayan oldu mu?

Söz konusu binada diyelim fen dersleri, matematik dersleri ve hatta inkılap tarihi dersleri verilseydi durum değişecek miydi? Matematik öğrencileri hayatını kaybetseydi suçlu matematik mi olacaktı? Çağdaş, laik, demokratik eğitim veren okulların tesisatlarına, temellerine, çatılarına güveniyor musunuz yoksa siz?

“Bu analar babalar nasıl insanlardır, nasıl evlatlarını buraya terk edebilmiş? Bu nasıl bir dini gözü dönmüşlüktür? Kur’an kurslarının hepsini derhal yasaklayalım” diye feveran etmiş bir okur. (Okurlar karışıyor böyle arada..)

Üniversitedeki ilk yılım korkunç barakalarda geçti. Zira binası henüz olmayan üniversiteleri eğitime açmak gibi saçma bir huyumuz vardı. (Halen var mıdır bilmiyorum) Ana binanın inşaatı devam ederken bizleri de barakalara tıkmışlardı. Çok soğuk günlerde aynı kampus içindeki Atatürk Eğitim Fakültesi’nin sınıflarında ders görürdük zira barakalarımıza ısıtma tertibatı yapmak kimsenin aklına gelmemişti. (Burası Antalya ya! Veya bizler kutup ayısıyız ya...) Biraz daha güvendeyiz derken rüzgarlı bir günde iki sıra arkamdaki kızın başına çerçevesi ve camıyla birlikte komple pencere düşmüştü. Dehşet verici bir şeydi. On on beş dikiş atılmıştı kızın başına. Kur’an kursunda değildik, siyasi bilimler dersindeydik.

Bu durumda ne diyeceğiz? “Bunlar nasıl analar babalardır, bu nasıl bir ‘fenni’ gözü dönmüşlüktür? Üniversitelerin hepsini yasaklayalım” mı?

Resmi veya sivil, okul binalarımız da çok kötü, iş yerlerimiz de çok kötü, evlerimiz de çok kötü... Kur’an kursu olarak kullanılan bina da tabii ki kötü.

Bina yapmasını bilmeyen toplumlar ilkel toplumlardır. Binalarına bakıp zihni gelişmişlikleri hakkında bir fikir sahibi olabilir insan.

Türkiye topraklarını fazlasıyla gezmiş biri olarak söylüyorum ki manzara feci.

Vatan, 4 Ağustos 2008

Mutlu Tönbekici

05.08.2008


 

İstihbarat çuvallaması (mı)?

DTP, özellikle “duyarlı” Ahmet Türk, kınamış oldukları katliamda “Güngören faillerinin adının konması”ndan sonra, önemli, ciddi, derin ve yüzü ile sesi her yana dönük bir açıklama yapabilmeli.

“PKK’nın üstlenmediği” söylenen bir olayda “katliam sanıkları”nın “PKK’lı çıkması”nın da bir izahı olmalı. Peşin hüküm vermek şart değilken, katliam bombasına başka fail isimleri takanların da izahatı bulunmalı.

Bir de aşağıdaki sürece şaşırmalı, soruları eksik etmemeliyiz.

1. Kayıtlara göre, kasım ayında Silopi’de sahte pasaportla giriş yapan “bir kişi” yakalandı. Bülent Öztürk adındaki kişiyle birlikte (yakalanmayan) “Bir Kişi Daha” giriş yapmıştı.

2. Öztürk, bir patlayıcıdan da sorumlu tutuldu ama delil bulunamayınca serbest kaldı.

3. Kısa süre sonra Ankara’dan uyarı geldi: “Öztürk çok tehlikeli bir bombacıdır.”

4. Öztürk kayıplara karışmıştı...

5. Belki de karışmamıştı!

6. Sonradan dendiğine göre, İstanbul polisi bir ay boyunca Öztürk’ü izlemeye aldı.

7. Aralık’ın 24’üydü. Açıklamaya göre, Öztürk, İstanbul Mecidiyeköy’de metro için “Akbil” alırken üstüne atlayan bir polis tarafından yakalandı. İki keskin nişancı da gerekirse vurmak için tetikteydi...

8. “Yenibosna’daki hücre evi” nden çıktıktan sonra da izlenmiş, “bombalarla yakalanabilmesi için” bu kadar süre beklenmiş, metroya bomba koyacağı anlaşılınca yakalanmış, üstünde iki tip düzenek ile ölüm oranını artırmak için bilyeler de yüklenmiş 3.5 kilo A 4 patlayıcı ele geçmişti.

9. Kimi açıklamada, ilk bir ay önce Silopi’de yakalanıp bırakılan “bombacı”nın “aylarca izlendiği” bile söyleniyor, kimi açıklamada ise “6 bin kilometre takip edildi” deniyordu.

10. Ocak 2008’de, “Diyarbakır bombacısı”nın da Öztürk ile “aynı ekipten” olduğu belirtildi.

11. Kasımda Silopi’den giriş yapan “Bir Kişi Daha”nın kimliği aylar sonra ortaya çıktı.

12. O da Öztürk gibi “aylarca izlenmiş” miydi, “bombalarla yakalanması için beklenmiş” miydi, “günlerce takip edilmiş” miydi... Tam bilmiyoruz ama özellikle “bombalarla yakalamak için beklemek” üstüne laflar mevcuttu.

13. “Bir Kişi Daha” nın Güngören’de bombayı koyup patlatan Hüseyin Türeli olduğu şimdi açıklanıyor veya onun da Silopi’deki ikinci kişi olduğu iddia ediliyor.

14. O zaman tekrar ve tekrar sormak gerekiyor:

a) Güngören’de bombaları koyan ve bir süre sonra hücre evlerinde kolayca yakalanan Hüseyin Türeli (ve diğer 7 kişi) de günlerce (aylarca) izlenmiş miydi?

b) Bombalı yakalanması için günlerce (aylarca) beklenmiş miydi?

c) Böyle ise, metro bombacısı yakalanabilirken o neden ıska geçildi?

d) İzlenmemişse bile, diğeri yakalandığı halde, onunla aynı tarihte girdiği söylenen Türeli nasıl atlandı?

e) Metro kapısında bomba yüklü birini yakalamak istihbarat ve emniyet başarısı ise, aynı yollarda hareket halindeki bir diğerini yakalayamamak istihbarat ile emniyetin nesi olabilir?

f) Günlerce, aylarca izleme ve bazen yakalayıp bazen ıskalama işlerinin sorumluluğu nasıl bir şeydir?

g) İzlenen bombacıların bazen serbestçe dolaşabilmesinde başka bir zaaf da var mıdır!

Sabah, 4 Ağustos 2008

Umur Talu

05.08.2008


 

AKP ve cehennem senaryosu

AKP hakkında AYM’ye açılan davada sistem kapatılma ve yasaklama istiyordu. Bu sonuç çıkmadı. Bir orta yol bulunmuş gibi duruyor. Kapatılmamaya karşılık 6 yıldır iktidarda bulunan bir parti 11 üyenin oyuyla “laiklik karşıtı hareketlerin odak noktası” olarak ilan edildi.

İlk heyecan yatıştıktan sonra ve gerek kamuoyunun gerekse sistemin kapatılma üstünde yoğunlaşan dikkati başka yönlere de dönünce daha iyi anlaşılıyor ki, bu karar aslında kapatılma kararından çok daha ağırdır. Niçin bu kararın daha ağır olduğunu Cuma günü bu köşedeki yazımda belirttim. Şimdi oradan biraz daha ileriye gitmek istiyorum. Bugünkü sorum şu: böyle bir karar nasıl ortaya çıktı, niye oluştu? Bu bir cehennem senaryosuna tekabül ediyor. Birkaç neden üstünde durayım.

1. Bunu sağlayan unsurların neler olduğu basındaki birçok köşe yazısında belirtildi. Aralarında en çok göze çarpanı Ruşen Çakır’ın Vatan’da çıkan yazısıydı (1.8.08) ve Başbakan Erdoğan’ın bu süre zarfında sürdürdüğü “derin ve etkili kulis”i vurguluyordu. Söz konusu kulis herhalde onlarca kişiyi kapsamıştır. Fakat tümünden daha önemlisi Başbakanla KKK Başbuğ arasındaki görüşmedir.

Bu görüşme hayatidir. Bir benzeri görüşme de geçen yıl 27 Nisan muhtırasından sonraydı ve gene KKK Yaşar Büyükanıt’la yapılmıştı. Birçok yerde dile getirmeye çalıştığım üzere seçim sonrasında ortaya çıkan ve sistemle AKP arasında işleri bu noktaya getiren gerilimlerin kaynağında o görüşme vardır. Bu görüşme onun eksik bıraktıklarını tamamlamak için yapılmış olsa gerektir.

Söylediklerim elbette bir spekülasyon. Fakat bu tür görüşmelerde başka neler konuşulur? Eğer AYM’nin bugüne kadarki oy dağılım kompozisyonuyla bugünkü dağılım arasında bir fark varsa mesela sürekli olarak AKP taraflı oy kullanmış bir üye bugün o partiyi “laiklik karşıtı” diye nitelendiriyor buna mukabil askeri hakim geçmişinden gelen bir başka üye “kapatılmasın” diye oy kullanıyorsa, sürekli olarak 9-2 teşekkül etmiş oy dağılımı sistemin bu kadar önem verdiği bir oylamada mevzi değiştiriyorsa bunu nasıl açıklayacağız?

2. İş bu noktada düğümleniyor. Niye böyle bir uzlaşmaya gidildi? En önemli neden uluslararası ilişkiler (Uİ) ve pozisyonlardır. Türkiye bugün Kıbrıs, Kürt, İran, Irak, Ermeni ve AB olmak üzere altı temel meselede Uİ pozisyon belirlemektedir. Bu altı meselede de sistemle AKP çatışmaktadır. Gene bu altı meselenin dışında olmak üzere son dönemde Türkiye İsrail, Suriye gibi konularda yeni pozisyonlar alıyor. Bunlar “tek başına” Türkiye’nin ilerlettiği girişimler değil, olamaz da. Uİ’nin şu anda dünyadaki asal belirleyicisi ABD bu gelişmelerin oluşmasında müdahil ve müessirdir. O bakımdan böyle bir dönemde AKP’nin kapatılmasının ortaya çıkaracağı durum dünyayı korkutmuştur.

3. Aynı kümede yer alan bir diğer neden, bu durumda oyun kurucunun kim olduğu ve olacağıdır. Şu anda ortaya çıkan durumun gösterdiği odur ki, bu denge oyununda inisiyatif ABD-Ordu arasında gelişmektedir. Nedeni açık: kapatılmama karşısında parti sistemin yörüngesine girmiştir. Aynı mantığı devam ettirelim: madem bugünkü Uİ’de Amerika etkendir ve şimdi Türkiye’de sistem AKP’yi geriletmiştir, o halde bundan sonrasında da ABD-sistem yani ABD-ordu ilişkileri öne çıkacaktır. Bu altı meselede de AKP “sistem içi” hareket edecektir.

Bundan sonrasına dönük ve meseleyi özellikle AKP ve Türkiye içi dengeler bakımından ele alan iki gerekçem daha var. Onları çarşambaya yazacağım. Şimdilik bu söylediklerimin ne kadar gerçek/çi olabileceğini görmek isteyenler, gerek AKP kanatlarında gerekse öte yakada hüküm süren, herhalde biri mağlubiyet diğeri mağruriyetten kaynaklanan, derin ve ürkütücü sessizliğe baksın derim.

Sabah, 4 Ağustos 2008

Hasan Bülent Kahraman

05.08.2008


 

Karizma çizildi

Bence AK Parti’nin karizması çizildi. Tayyip Erdoğan ve arkadaşları “Biz İslamcı bir parti değiliz” diyorlar demesine fakat, yurtdışındaki yansımalardan da anlaşılacağı üzere, mahkeme kararı İslamcılık konusunda AK Parti’ye bir uyarı şeklinde yorumlandı. Bence İngiliz The Independent gazetesi en doğru yorumu yapmış: “Muharebe bitti, savaş sürecek”...

AK Parti kapatılmadığı için şimdilik ülkemize bir istikrar geldi ama, yüksek yargının belirlediği kırmızı çizgilere boyun eğmek, Erdoğan ve arkadaşları için pek kolay değil. Mutlaka, bu çemberi yarma harekatına girişeceklerdir.

Türkiye bıçak sırtında yol almaya devam edecek.

Sabah, 4 Ağustos 2008

Nazlı Ilıcak

05.08.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün haberler

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır