"Gerçekten" haber verir 04 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Askerî vesayetten yargı vesayetine

Anayasa Mahkemesi’nin ‘ölçülü biçili’ kararı, AKP’ye destek olan kesimlerde (örneğin Anadolu sermayesi) biriken gerilimi bir anda sıfırladı.

Halbuki karar öncesinde bu kitlenin sinirleri tel teldi. Mağduriyet duyguları, her geçen gün yoğunlaşıyordu.

Eleştiriler de ertelenmişti: Mesela ürettiği malın çoğunu ihraç eden ama döviz kurları nedeniyle sürekli kaybeden kesim dahi susmuş, bekliyordu.

Şimdi ise “Hadi bakalım, artık ekonomiyi konuşalım” diyorlar ve kendi açılarından da haklılar.

Özetle, “Hatice’ye değil, neticeye bak” anlayışı hâkim oldu. Madem parti kapatılmadı, o halde “yola devam.”

Ancak çok önemli bir nokta neredeyse unutuldu: AYM’nin, Meclis tarafından değiştirilen 10’uncu ve 42’nci Anayasa maddeleri hakkında 5 Haziran’da aldığı iptal kararı.

O karar Anayasa’ya da, demokrasiye de, cumhuriyete de aykırıydı.

Anayasa’ya aykırıydı: Çünkü AYM, Anayasa değişikliklerinde ancak ‘biçim’ denetimi yapabilir, ‘içeriğe’ bakamaz. Bu zaten kapı gibi bir Anayasa hükmü ama AYM, düpedüz suç işleyerek o kararı verdi.

Demokrasiye aykırıydı: Çünkü demokrasi bir hak ve özgürlükler rejimidir. AYM üniversiteyi kazanan türbanlı kızların eğitim ve dilediğince yaşama hakkını ellerinden aldı.

Cumhuriyete aykırı: Kuvvetler Ayrılığı ilkesi (yani; Yasama, Yürütme ve Yargının net ayrımı) modern devlet anlayışının en temel ilkelerinden biridir. AYM, Yasamanın yetki alanına müdahale ederek, o ilkeyi de çiğnedi.

Ama partinin kapatılmaması biriken gazı aldığı için, artık kimse geriye bakmayacak.

AKP’nin kurtulmasıyla birlikte o korkunç “10 ve 42 kararı” da meşrulaşmış oldu.

Yani kapatma sürecinde AYM, kendisine Anayasa tarafından çizilen sınırlara tecavüz ederek bir ‘ yargıçlar iktidarı’ (jüristokrasi ) kurdu.

Artık AYM, aklına yatmayan, üyelerinin siyaseten karşı çıktığı her türlü Anayasa değişikliğini iptal edebilecek.

Niye ‘ her türlü’ diyorum? Çünkü bizim temel Anayasal değerlerimiz ‘laiklik’ten ibaret değil. Daha bunun ‘demokrasi’si var, ‘sosyal’i var ‘hukuk devleti’ var.

5 Haziran kararından sonra, her türlü Anayasa değişikliğini, “Bu temel ilkelerden herhangi birine aykırıdır” diye iptal etmek mümkün.

Peki bu durumu geri çevirmek, jüristokrasinin yerleşmesine engel olmak mümkün müydü?

Eğer parti kapatılsaydı, 5 Haziran kararı da sorgulanır olacaktı. Örneğin seçim meydanlarında AYM mahkum edilecekti.

Daha da büyük çoğunlukla iktidara gelen bir parti, AYM’nin karşısına dikilebilecek, mesela mahkemenin kompozisyonunu ya da onu bağlayan kanunları değiştirebilecekti.

Ama artık geçmiş olsun.

AKP’yi ve onu destekleyen kitleleri, ölümü göstererek sıtmaya razı ettiler. Bu arada da kendi iktidarlarını pekiştirmiş oldular.

Bırakın AKP’yi, artık hangi parti 5 Haziran kararını halka şikayet edebilir? Hiçbiri!

Yeni bir ‘ siyasi/hukuki’ kriz çıkana kadar, AYM jüristokratik iktidarının keyfini sürecek. Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin yeni Anayasa çalışmalarına ekim ayında başlayacaklarını söylemiş. Geçiniz!

1961 ve 1982 Anayasaları, ‘askeri vesayetin’ ürünüydü. Şimdiki de ‘yargı vesayetinin’ damgasını taşıyacak.

Çünkü 5 Haziran kararı orada durduğu sürece, Yasama, yani Meclis, yetkisini AYM ile paylaşmak zorunda.

Sabah, 3 Ağustos 2008

Emre AKÖZ

04.08.2008


 

Anayasa Mahkemesi nasıl karar verdi?

“Usul, asıldan önce gelir.” Bu düstur hem düşünme metodunda hem de yargılama hukukunda kuraldır. Mevzuya ne kadar hakim olursanız olun, usûl konusunda yaptığınız hata sizi yanlış bir sonuca götürür.

Eski Yargıtay Başkanı Profesör Sami Selçuk, Anayasa Mahkemesi’nin AK Parti davası ile ilgili verdiği kararın çok esaslı bir usul hatası ile sakatlandığını ve bu yüzden “hiç” hükmünde olduğunu, dört başı mamur bir hukuk dersi şeklinde anlatıyor.

Sami Selçuk, Anayasa Mahkemesi’nin karar oylamasına, usule dair esaslı bir itirazda bulunuyor. Anayasa Mahkemesi, AK Parti’nin kapatılması davasında usul olarak Ceza Yargılama Yasası’nı takip ediyor. Bu yasaya göre heyet halinde verilen mahkeme kararlarında uyulacak kurallar belli. Bir heyetin verdiği karar ise iki kısımdan meydana geliyor. Birinci kısım “tanı”: Mahkeme eldeki delillere göre isnad edilen suç hakkında bir teşhiste bulunuyor. Esas olarak suçu işleyip işlemediğine hükmediyor. Kararın ikinci kısmında ise, belirlenen suça göre bir “yaptırım” uygulanıyor; yani ceza kesiliyor.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Çarşamba günü kararı açıklarken kimsenin dikkatinden kaçmamış olmalı. Mahkeme kararı tek oylamada verdi. Oyların bu dağılımında Sami Selçuk’un işaret ettiği açık bir mantık hatası var. İlk iki kanaat, yani kapatma ve Hazine yardımı “yaptırım”, muhalif tek oy ise “tanı” oyu. Usule aykırı olan nokta da, yaptırım ve tanı oylamasının, elmalarla armutlar gibi tek kalemde toplanması ve 10’a 1, “Hazine yardımı kesme” cezasının çıkması. Bu durum kararı, diğer yargılama usulü kurallarına göre “hiç” hükmüne sokuyor; çünkü muhalif bir oy, yaptırım konusunda yer almamış oluyor. Usule göre, mahkeme bir üye eksik karar veremiyor. Kapatma yaptırımı gerekli nitelikli çoğunluğu sağlayamayınca, bu oyların “Hazine yardımı kesme” yaptırımına eklenmesi doğru. Ancak, ikinci bir oylama ile bu yaptırımın “dozu”nun oylanması gerekirdi.

Sami Selçuk’un bu esaslı itirazını şu şekilde somutlaştırmak mümkün. Altı üyenin oyu, kapatma için yeterli değil, ama “Hazine yardımını bütünüyle kesme” yaptırımı için yeterli. Üstelik bu yaptırım oylamasına muhalif oy da dahil olsa ve müzakere konusu yapılsaydı, belki sonuç bütünüyle değişmiş olacaktı.

Ben Sami Selçuk’un matematiksel kesinlikte ortaya çıkardığı bu usul hatasının, Anayasa Mahkemesi’nin işleyişi ve kararlarının sıhhati konusunda daha vahim bir ihtimali gün yüzüne çıkardığını düşünüyorum. Bu ihtimal, Mahkeme üyelerinin 6-5 sonucuna anlaşarak ulaştıkları varsayımı. Mahkeme üyeleri kendi aralarında önce şu karara varıyorlar: Kapatmayalım. Sonra, ama kapanmasını bekleyenleri teskin etmek, AK Parti’yi de hizaya çekmek için bu kararı hem kıl payı vermiş olalım hem de odak olduğunu tespit edelim ve Hazine yardımını keselim. Böylece yasama ve yürütme üzerindeki ipoteği de sürdürmüş olalım. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın kararı açıkladığı basın toplantısında söylediği sözler birbirine eklenince, Mahkeme’nin üzerinde uzlaşarak ve rol dağılımı yaparak bir karara vardığı sonucu çıkmıyor mu?

Sami Selçuk’un yakaladığı sakatlıktan üreteceğimiz “uzlaşma kararı” varsayımı doğru ise, Mahkeme üyelerinin tamamı bir ekonomik krize yol açmamak için hep birlikte “kapatmama”ya karar vermiş, ama AK Parti’yi de diken üstünde oturmaya zorlamış oluyor. O zaman 6-5 kıl payı alınmış bir karar yok ortada. 11 üyenin birlikte verdiği ve “6-5”ine kadar anlaştığı bir karar var. Böyle bir anlaşma, ülke şartları için makul olabilir, ama hukuk açısından vahim bir durum. Şayet böyle ise, ortada işleyen bir anayasal hukukun olmadığını söylemek zorundayız. Bu karar Anayasa’nın emri olan gerekçeyle birlikte açıklanmış olsaydı, bu usul hataları da baştan engellenmiş olacaktı.

Zaman, 3 Ağustos 2008

Mümtaz’er TÜRKÖNE

04.08.2008


 

Demokrasi daha çok demokrasiyle işlerlik kazanır

İlke tanıyanlarla, ilke tanımayanlar arasında çatışma, insanlığın ilk yıllarından bugüne, kesintisiz devam etmektedir.

Aslında bu çatışma, doğru ile yanlışın, güzel ile çirkinin, iyi ile kötünün, zaman zaman ateşli, zaman zaman da ateşsiz silahlarla, dünya ölçeğinde sürdürdükleri bir savaştır. Ademoğulları arasındaki savaş, değişik silahlarla Kıyamet’e kadar devam edecektir. Dünyada hiçbir toplumun, bu savaştan kaçması mümkün değildir. Herkes gücü ölçüsünde, bu savaşa katılmak zorundadır.

Habil ile Kabil Ademoğulları arasındaki savaşın, evrensel simgeleridir. Habil doğruluğu, güzelliği ve iyiliği simgelerken, Kabil yanlışlığı, çirkinliği ve kötülüğü simgeler. İnsanlığın evrensel çatışmasında, haksızlık peşinde koşanlar kötülükleri, herkesin hakkına saygı gösterenler, iyilikleri büyütürler. Sağlıklı bir toplum inşa etmek için, iyilik peşinde koşanlar, kötülük peşinde koşanlardan daha çok olmalıdır. Toplumların canlılığı, iki kesim arasındaki çatışma ve yarışmadan kaynaklanır. Demokratik yönetimler, insanlık tarihi boyunca devam eden, iyiliğin güçleriyle kötülüğün güçleri arasındaki çatışma ve yarışmaya yeni boyutlar kazandırdılar. Demokrasi deyince, herkesin aklına Atina gelir. Ancak Atina’da yalnızca özgür azınlığın seçme ve seçilme hakkı vardı. Toplumun büyük bir çoğunluğu, seçme ve seçilme hakkından yoksundu. Bugünkü anlamda, herkesin seçme ve seçilme hakkına sahip olduğu, demokratik yönetimlerin tarihi çok kısadır.

Yönetimin tarihi, insanlığın ilk yıllarına kadar uzanırken, bugünkü anlamda demokrasinin tarihi yenidir. Geniş açıdan bakıldığında, yönetim sanatların en eskisi, bilimlerin en yenisidir. Dayatmacı yönetimlere karşı demokratik yönetimlerin geliştirilmesi, iyilik peşinde koşanların eline çok güçlü ve çok etkili olan oy silahını vermiştir. “Çoğunluk, kötülükte birleşmez” diyenler, demokratik yapı içinde, oylarıyla yönetimleri, zora başvurmadan değiştirebilirler.

Dayatmacı yönetimler asla uzun ömürlü olmazlar. Silahla iktidara gelen yönetimler, silahla iktidardan uzaklaştırırlar. Demokrasi kültürünün zenginleştirilmesi, Türkiye’deki bütün kesimlerin ortak sorunudur. Çünkü, bilinen yönetim biçimleri arasında demokrasi, kusurları en az olan yönetim biçimidir. Habil’in yolundan gidenlerin sayısı arttıkça, demokrasinin kusurları azalır. Demokrasi, azınlığın değil, çoğunluğun ihtiyaçlarını karşılamaya öncelik verir.

Türkiye’nin sorunları, demokrasinin alanını daraltarak değil, genişletilerek çözülür. Demokrasilerde tehlikeli olan, sınırsız demokrasiden daha çok sınırsız devlettir. Çünkü, devletin gücünü sınırlamak, milletin gücünü sınırlamaktan çok daha zordur. Toplumlara en büyük zararı, ayrıcalıklı, dokunulmazlık kazanan kamu kesimleri verir. Dünyanın her yerinde yönetim sorunları, dayatmayla değil, demokrasiyle çözülür. Hastalanan bütün demokrasilerin tedavisi, her zaman daha çok demokrasiyle yapılmıştır.

Daha çok demokrasi, daha az demokrasiden çok daha iyidir. Ayrıcalıklı kesimlerin gücü, demokrasiyle sınırlandırılır.

Demokrasinin ilacı demokrasidir.

Yeni Şafak, 3 Ağustos 2008

Nazif GÜRDOĞAN

04.08.2008


 

Neden hep biz, bazen ben olmalı

KAPATMA davasının ardından, AKP sözcülerinden Çankaya’ya kadar uzanan yelpazede yeni dönem temennileri dile getirilirken hep “çoğul” ifadeler kullanılır oldu.

“Kaygıları hep birlikte giderebiliriz” diyor mesela Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, dünkü Milliyet Gazetesi’nin manşetinde yer alan Hasan Cemal söyleşisinde...

Neden hep biz? Sorumluluk hakikaten anonim mi?

Dava Türk milletine, türbanlı öğrenciye ve hatta AKP seçmenine açılmadı ki.

Süreç zaten ayan beyan ortada; dün yazdım, izninizle tekrar edeyim:

1) Hükümete geçen yıl 27 Nisan’da muhtıra verildi, yanıtı ertesi gün geldi.

2) Bir önceki Meclis cumhurbaşkanı seçemedi, mecburen seçime gidildi, AKP kazandı.

3) AKP önce Abdullah Gül’ü seçti, ardından türbanı denedi, kapatma davası açıldı.

* * *

Dostum Ercan Kumcu’nun batık banka mağdurlarıyla ilgili çok çarpıcı bir tespiti vardır.

Ercan Hoca, “Bu ülkede kár bireysel, risk toplumsal algılanır” diye yakınır hep.

Türkçe mealiyle anlatırsak...

Bu ülkede kendisini uyanık sananlar, yüksek faizin cazibesine kapılıp parasını elin eşkıyasına kaptırır. Canı yanınca, “Nerede bu devlet” diye yaygarayı basar ve genellikle neticesini alıp zararını millete ödetir.

Yalan mı, yanlış mı, hep böyle olmadı mı?

Peki aynı uyanıklar şansları yaver gidip yüksek faizi cebe indirdiklerinde... Kimseye simit-çay ısmarlar mı? Hayır, çünkü o parayı kimsede olmayan akıl ve cesaretle kazandıklarına inanırlar.

Kárda unutulup sadece zararda hatırlanmaya razı mısınız?

Açıkçası ben değilim.

* * *

Temsili demokraside seçmenle, seçilenin sorumluluğu aynı ve eşanlı değildir.

Ben AKP’ye oy vermedim, ama verenleri bilir, tanır, çoğunu da severim.

Türbanlı kızların üniversiteye gidebilmesini ister, onaylar, desteklerim.

Abdullah Gül’ü tanır, sever, sayar ve Cumhurbaşkanlığı hakkını teslim ederim.

Ama ve lakin Çankaya seçiminde ve türban yasasında bu ülkenin yaşadığı gerilimi unutamam.

Siyasi taktik hatalarını, iletişim sorununu ve faşizan propagandayı görmezden gelemem.

O yüzden de, kim “biz” derse desin, kusura bakmayın ama üzerime alınmam.

Hürriyet, 3 Ağustos 2008

Enis BERBEROĞLU

04.08.2008


 

AKP’de geçen dönemin yanlışları tartışılıyor!

Hükümette değişiklik yapacak mı Başbakan Erdoğan?.. Bu sorunun yanıtı genellikle evet. Peki ya zamanlama?..

AKP kulisindeki kimilerine göre değişiklik çok yakın. Koltuğunu kaybedecek bazı bakan isimleri bile dolaşıma sokulmuş durumda...

Ancak zirveye yakın bazı güvenilir kaynaklar, değişikliğin biraz daha zaman alacağını söylüyor. Geçen gün, “Anayasa Mahkemesi kararından hemen sonra yapmak yerine, birkaç hafta daha beklenebilir” dedi bunlardan biri...

Bu konu bazı çevrelerde Anayasa Mahkemesi kararından çok önce gündeme getirilmişti. Ama Başbakan Erdoğan bunun bir pazarlık olarak algılanacağını düşündüğü için de o tarihlerde kabinesinde herhangi bir değişikliğe gitmemişti.

Şimdi gidecek mi? Yoksa Özal gibi inatlaşabilir mi?

Erdoğan’ın rahmetli Turgut Özal’a benzer yanları yok değil. Ama bu kez Erdoğan’ın hemen olmasa da bazı bakanları değiştirmesi yakın ihtimal gibi...

Yeni dönem, yeni başlangıç! Bu bakış açısı AKP kulisinde, dikkat ettim, güncel konuların başında geliyor.

Bu çerçevede, Cumhurbaşkanı Gül’ün geçen günkü sohbetimizdeki, “Hepimizin özeleştiri ve empatiye ihtiyacı var” sözü ön plana çıkıyor. Geçen dönemin bazı yanlışları tartışılıyor AKP kulisinde. Çıkarılabilecek ‘dersler’den söz ediliyor.

Örneğin hangi yanlışlar? Bir yıl önce, 22 Temmuz genel seçimleriyle birlikte gündeme gelen sivil anayasa konusunun, AKP taslağının hazır hale gelmesine rağmen, AB başkentlerine Başbakan eliyle taşınmasının tasarlanmasına rağmen, birden buharlaşıp gündemden düşürülmesi... (...)

AB reform sürecinin savsaklanması...

Şemdinli’de ipe un serilmesi... YÖK Başkanı’yla ilgili tercih...

Biri şöyle dedi: “Eski Boğaziçi Rektörü Prof. Üstün Ergüder ya da Sabancı Üniversitesi Rektörü Prof. Tosun Terzioğlu YÖK Başkanlığı’na getirilmiş olsa, daha doğru olmaz mıydı?..”

AKP kulisinde geçmiş dönemin yanlışlarının tartışılıyor olması hiç kuşkusuz hayırlı bir gelişme.

Dileriz devam eder.

Ama unutulmasın: Yalnız AKP’nin, yalnız Başbakan Erdoğan’ın değil, birçok çevrenin yaptığı yanlışlar da var. Özellikle AKP’nin kapatılması için de bastıran, bunu isteyen odakların da kendi hatalarını görmeleri ve özeleştiri yapmalarında büyük yarar var.

Evet, herkes geçen dönemden dersler çıkaracak, eğer rejimle ilgili taşların yerli yerine oturmasını istiyorsak...

Örneğin şu da söylenebilir: Eğer demokrasi oyunu gerçekten benimseniyorsa, o zaman bazı çevrelerdeki ‘kışlaya dönüp bakma’ alışkanlığının demokrasiyle asla bağdaşmadığının da görülmesi, öğrenilmesi lazım.

Bir başka deyişle: Bilerek ya da bilmeyerek darbesel süreçlere alet olanların da yakın geçmişten ne gibi dersler çıkarmaları gerektiğini hiç kuşkusuz düşünmeleri gerekir.

Bir de şu var: Askerin siyasetle ilişkisini bir kez daha düşünmesi, demokrasilerde ‘kışlada kalma’nın esas olduğunu içselleştirmeye başlaması da kesinlikle göz ardı edilmemesi gereken ders niteliğinde bir başka noktadır.

Kısacası: Demokrasinin taşlarını yerli yerine oturtmak istiyorsak, ‘ders çıkaracak’ olan yalnız Tayyip Erdoğan değildir. Ondan önce özellikle son bir yıldır yaşananlardan öncelikli olarak ders çıkarması gerekenlerin sayısı hiç de az değildir.

Cumhurbaşkanı Gül’ün iki sözünün altını bir kez daha çiziyorum.

Biri, AB’yle ilgili: “Türkiye’nin Avrupa Birliği hedefine kilitlenmesi ve AB için topyekûn bir reform seferberliği başlatması...”

İkincisi: “Resmin bütününü görmek...”

Eğer resmin bütününü görebiliyorsak, AB’de reform süreci için bir an önce gaza basmaktan, demokrasi ve hukuk çıtasını yükseltmeye koyulmaktan başka çaremiz olmadığını çok daha çabuk anlayabiliriz.

Milliyet, 3 Ağustos 2008

Hasan CEMAL

04.08.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün haberler

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır