Ergenekon İddianamesi’nin açıklanması, beklendiği gibi, bu soruşturma konusunda medyada ve siyasi çevrelerde aylar öncesinden oluşmuş olan ‘taraflar’ın konumlarında herhangi bir değişikliğe yol açmadı. Baştan beri bu soruşturmanın Türk demokrasi tarihinde bir dönüm noktası olduğunu düşünenler şimdi iddianameyi daha da heyecanla savunurken; ‘karşı taraf’ soruşturmayı görmezlikten gelmekten veya küçümsemekten artık vazgeçmek şöyle dursun, -belki bir-kaç istisnayla- eski tutumunu iddianameyi karalama seviyesine yükselterek devam ettiriyor.
Ama bana kalırsa, her iki ‘taraf’ da heyecanlanmakta acele ediyor. Çünkü, korkarım ki, bu davadan çıkacak sonuç ne demokrasi ve hukuk devleti kaygılarıyla hareket edenleri fazlasıyla memnun edecek, ne de Ergenekon sempatizanlarının korkularını haklı çıkaracak kadar dişe dokunur bir sonuç olacaktır. Hepsi bir yana, Türkiye’deki ‘derin devlet’in, ‘sistem’in illegal unsurlarından tamamen arındırılmasına ve bütün karanlık bölgelerine ışık tutulmasına izin vereceğini düşünmek safdillik olur.
Her şeyden önce, iddianamenin kendisinin devlet içindeki illegal, karanlık yapılanmanın tam bir resmini sunmuş olduğu bana şüpheli görünüyor. Bu resim, belki, bu meseleyi ciddiye alacak, önüne çıkarılacak engellerden ve korkutmalardan yılmayacak, kararlı bir yargı mekanizmasının kendisinden hareketle asıl büyük resmi ortaya çıkarması için bir başlangıç noktası olabilir. Ama halihazırda Türk yargı sisteminin böyle bir şeye hazır olduğundan ne yazık ki emin olamayız.
Esasen bunun önemli bir işaretine iddianamenin kendisinde rastlıyoruz. Bir kere, Savcı iddianamede Ergenekon örgütünün siláhlı kuvvetlerle ilgisi olmadığını peşinen belirtme ihtiyacı duymuş ve suçlamalarını siviller ve bazı emekli subaylarla sınırlı tutmuş. Oysa, bizatihi iddianamedeki anlatımdan, büyük Ergenekon resminin muvazzaf askerlerle de ilgili olabileceği hissediliyor.
Öte yandan, bu tür kritik davalardan sonuç alınabilmesi için, sadece hükümetin kararlılığı ve yargının dirayeti yeterli değildir. Kimi marjinal gruplar dışında, toplumun ve siyasetin bütünüyle bu davanın arkasında durması, savcılar ve mahkemeleri cesaretlendirmesi gerekir. Oysa, Türkiye’de şu anki durum pek böyle değildir. Düşününüz ki, ana muhalefet partisi başkanının devlet içindeki yasadışı örgütlenmenin ‘avukatlığı’na soyunduğu ve görevli mahkemenin ciddi bulduğu iddianameyi alaya almak ve karalamakla iştigal ettiği bir ülke burası.
Kaldı ki, hükümetin de bu meseledeki kararlılığının geleceği garanti değil. İktidar partisi kapatılsa da kapatılmasa da durum esas olarak budur. AKP’nin kapatılması halinde, kapatmayı izleyecek olan siyasi istikrarsızlık ve belirsizlik ortamının Ergenekon davasının akıbetini olumsuz etkileyeceği kesin gibidir. Yok eğer parti kapatılmazsa, hükümetin bu meselenin üzerine aynı kararlılıkla gideceği de şüphelidir. Çünkü, bu satten sonra AKP’nin kapatılmaması yönünde çıkacak bir karar bu parti açısından bir tür ‘bağışlanma’ gibi olacaktır. Bunun ise, açıkça teláffuz edilmese de, bir bedeli olacağı açıktır.
Son bir nokta da şu: Bu gibi olumsuz etkenler olmasa bile, daha önce de yazdığım gibi, yargı bu olayları tam olarak aydınlatamayabilir. Çünkü, yargısal-hukuki gerçek başka, siyasi gerçek başkadır. Onun için, hukuk ve yargı hiçbir zaman siyasî gerçekliği bütünüyle aydınlatamaz.
Star, 31 Temmuz 2008
|