"Gerçekten" haber verir 31 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

İdeolojilerinin farklı olmasına rağmen...

Güngören’de masum yurttaşları hedef alan alçak saldırının hangi örgüt tarafından yapıldığı konusunda bu yazıyı yazdığım sırada hâlâ bir netlik sağlanamamıştı. Yapmış olması muhtemel örgütler konusundaki yorumlar ise birkaç örgüt etrafında yoğunlaşıyordu.

Bazı gazeteler, daha eylemin yapıldığı an hüküm vermişlerdi: Saldırıyı PKK yapmıştı. Ardından PKK ve ona yakın çevreler saldırıyı kınadıklarını belirten açıklamalarda bulundular. İkinci muhtemel saldırı odağı ‘Ergenekon’ adı verilen örgüt olabilirdi. Üçüncü bir ihtimal olarak da Hizbullah’ın adı geçiyordu. PKK mı yapmıştır? Yapabilir. Sürpriz olmaz. Son haftalarda Güneydoğu’da ve Irak sınırında ağır çatışmalar yaşanıyordu. Bu çatışmalarda PKK çok sayıda kayıp vermişti. Bir misilleme olarak büyük şehirlere yönelik korku ve panik yaratacak eylemler yapmaları mümkündü. Daha önce yapmışlardı.

Ergenekon yapabilir mi? Neden olmasın. Cinayetler işleyerek kargaşalık çıkarmaya ve bu yolla bir askeri darbe ortamı hazırlamaya yönelik eylemler yaptıkları, artık bir iddia olmanın ötesine geçmiş durumda. Ayrıca son dönemde Ergenekon örgütüne yönelik operasyonlar nedeniyle kamuoyunda ‘örgüt çöktü’ düşünceleri yaygınlaşıyor. “Yıkılmadık ayaktayız” demek istemiş olabilirler.

Hizbullah da son dönemde darbeler yemişti. Yeni örgütlenmeler içine girdikleri saptanmış ve çok sayıda örgüt elemanı yakalanmıştı. Buna tepki içinde Hizbullah da bu caniliği yapmış olabilirdi.

***

Tabii bu örgütlerin insanlık dışı eylemi kendi başlarına yapmaları mümkün olduğu gibi devlet içindeki bazı karanlık güçlerce yönlendirilmiş olmaları da mümkündü. Çünkü daha önce de bu örgütlerin devlet içinde bazı güçler tarafından yönlendirildiğini biliyoruz.

Tabii özellikle ‘Ergenekon’ adı verilen yapının, asıl olarak devlet içindeki güçlere dayanarak gelişip kollandığını geçmiş deneyimlerimiz sırasında öğrenmiştik.

Hizbullah üyelerinin Güneydoğu’da JİTEM merkezlerinde eğitildikleri TBMM Komisyon raporlarında yer almıştı. Bu örgütlenmelerin içinde devletin bazı odaklarının etkilerinin bulunduğunu düşünmemek mümkün değil. Ortaya çıkan bilgiler, belgeler, raporlar böyle düşünmemize neden oluyor.

Toplumu paniğe sokmak ve kendi hedeflerine ulaşmak amacıyla ‘terör’ü bir yöntem olarak seçen bu örgütler, her ne kadar değişik ‘ideolojiler’e dayandıklarını söyleseler de yarattıkları ortam arasında fazla bir fark görmek mümkün olmuyor. Bu terör örgütlerinin ideolojilerinin zıtlığına rağmen bazı noktalarda örtüşen çıkarları ve ortak düşmanları olabiliyor.

Bu vahşi saldırıları adı geçen örgütlerin hangisi yapsa toplum için sürpriz sayılmayacak...

Tabii en korkutucusu bütün bu örgütlerin bu tür eylemlerinin ‘tek bir merkez’den yönetilmiş olabileceği olasılığı. Türkiye’yi istikrarsızlık içine sokarak, toplumda çaresizliği yaymak, parlamenter rejimin bu tür eylemlere dayanıksız olduğu düşüncesini etkin hale getirmek için bazı güçlerin bu örgütleri kullanmış olması mümkündür. Sonuçta bu örgütlerin tamamının Türkiye’deki parlamenter rejimle bir derdi olan örgütler olduğunu biliyoruz.

***

Danıştay’a yapılan saldırının ardından bunun ‘türbana hayır’ diyen üyeleri hedef aldığı görüntüsü yaratılmıştı. Eğer Ergenekon iddianamesinde yazılanlar mahkeme kararı haline dönüşürse, bu eylemlerin parlamenter rejimi hedef aldığı ve bir darbe kışkırtmak amacıyla yapıldığı netlik kazanacak.

Artık bazı cinayet ve saldırılara tanık olduğumuzda haklı olarak böyle düşünmemiz gerekebilecek.

Sonuç olarak, bu saldırı devlet içinden desteklense de, dışarıdan planlansa da geçmişteki etkiyi yapmayacak, toplum bu konuda daha zekice davranacaktır. Devlet içindeki güçlerin de böyle ‘işler’ e kalkışması zor olacaktır.

Türkiye’nin terörü alt edebilmesinin en temel koşullarından birisinin devletin içinin temizlenmesi gereği olduğunu bu olaydan sonra bir kez daha anlıyoruz...

Radikal, 30 Temmuz 2008

Oral Çalışlar

31.07.2008


 

Yürümek

CHP lideri Baykal, İstanbul’daki terör eyleminin adının konulmasını istiyor.

Adresin de belli olduğunu iddia ediyor: PKK

Böylesine kanlı bir eylemi yapan yabancı bir organizasyon değil, PKK. Ama elde henüz kesin bir kanıt yok ve örgüt iddiaları şimdilik reddediyor. Sayın Baykal, bu adlandırmayla birlikte başka bir şey daha istiyor, milyonların sokağa dökülüp yürümesini. Her toplumun huzurunu, varlığını, barışını tehdit eden olaylara tepki göstermesi doğaldır.

Ancak bu tepkiyi koyarken toplumun bir başka kesimini düşman ilan etmemek, toplumsal barışa darbe vuracak yaklaşımlarda bulunmamak gerekir.

Eğer, teröre karşı düzenlendiği iddia edilen bir yürüyüş bir takım kışkırtıcıların elinde oyuncak haline gelirse, terörden daha büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kalabiliriz.

O nedenle, önce terörün mümkünse faillerini tespit etmek, sonra da parti ayrımı yapmadan ortak bir tavır geliştirmek daha doğru olabilir. Aslında böyle bir yürüyüşün kapsamını sadece terörle sınırlı tutmamak gerekir.

Terörle bağlantılı olarak, demokrasiye sahip çıkma, darbeye karşı koyma da ortak bir tavır olarak gösterilebilir.

Çünkü demokrasiye indirilecek darbe de, demokratik düzeni askıya alma çabaları da, ülkeyi ekseninden çıkarma gayretleri de, sonuçta halkın huzurunu, barışını ve de keyfini kaçıran girişimlerdir.

Ortak tavrı tüm ortak değerler üzerinden göstermek daha anlamlıdır. İspanya’da milyonlar teröre karşı yürüdü ama unutmayın ki, oranın Meclis’indeki siyasetçiler de darbe girişimi karşısında dimdik durdu, tavır aldı. Batı’dan seçmece tavırlar değil de, genel duruşu almak bu anlamda daha doğru olur gibime geliyor.

Bugün ülkemizde sadece terör tehdidi yok, hukuk devletine yönelik de açık bir tehdit var.

Sağcısı solcusu, Türkü, Kürdü, Alevisi Sünnisi ile bütün tehditlere ortak tavır alma zamanıdır. Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve iç barış uğruna mücadele edince güç kazanır çünkü.

Sabah, 30 Temmuz 2008

Ergun Babahan

31.07.2008


 

Sabır iksiri

Davud’u ziyarete giden Lokman onu demiri eritip şekil verirken gördü.

Demirden küçük halkalar yapıyordu o ulu bilge sultan sonra bu halkaları teker teker birbirine geçiriyordu.

Lokman o güne kadar böyle bir şey görmemişti, hatta bu sanatın nasıl bir sanat olduğundan habersizdi. Hayret içinde kaldı.

“Sorsam” diyordu içinden, “neden halkaları böyle birbirine geçirmede?”

Sonra caydı sormaktan, “sabretmek gerek” dedi, “sabır hedefe giden yolun kılavuzudur.”

Sabreden kuş ötekilerden daha iyi, daha güvenli uçmaz mı? Elbet nedenini açıklar, dedi içinden.

Hem sabırsız için kolay olan birden zorlaşmaz mı?

Böyle bekledi bir süre Lokman.

Davud ince ince çalışıp işini bitirdi.

Ve zırhını tamam edip üzerine giydi.

Lokman, sabrın yararını ve o demirden halkaların ne işe yaradığını görmüştü.

Davud anlamıştı onu.

“Ey temiz gönüllü” dedi, “bu gördüğün, savaşta yaralanmayı önleyen güzel bir giysidir!”

“Sabır da kutlu bir giysi” diye karşılık verdi Lokman “Üzüntüyü önlüyor o da.”

Tanrı nice kimya yarattı ama hiçbiri sabır iksiri gibi değildir.

(Mevlânâ/Mesnevi III)

***

Sabrımızı zorluyorlar. Kıyıcı bir şiddet ve acımasız bir kışkırtıcılıkla sabrımızı zorluyorlar.

Bizi kamplaştırıp saflaştırarak...

Sağduyumuzu köreltmeye çalışarak... Canımızla birlikte iyilik ve yardım duygumuzu havaya uçurmaya çalışarak...

Kederi ve ihaneti sıradanlaştırarak... Sabrımızı zorluyorlar. Başaramayacaklar!

Çünkü biz hem hayatın güzelliklerini ve bilgeliklerini hem de savaş zırhlarını sabırla dokumayı bilenlerin soyundan geliyoruz.

***

MANŞETTEKİ ÖRGÜT ADI

Olayın hemen ertesinde büyük gazetemiz Güngören’deki patlamaları hangi örgütün gerçekleştirdiğine karar vermiş ve manşete çıkarmıştı. Oysa polis açıklama yapmamıştı. Bombanın karakteri hakkında kesin belirlemeler bir yana sadece havada uçuşan yalan yanlış tahminler vardı. Söz konusu örgüt iddiaları yalanlıyordu.

Bombaların patlama biçimi hakkında ilk gelen bilgiler o örgütü olduğu kadar çok karanlık başka odakları da işaret ediyordu.

Durum hâlâ böyle! Peki neden bu tavrı seçmişti o gazetemizin yazı işleri?

Bugün oturup yaptıklarının ertesi gün sokaktaki adamın zihninde ve sokakta ne kadar tehlikeli sonuçlara yol açabileceğini düşünüyor, “yanlış yaptık” diyorlar mı acaba?

Sıcağı sıcağına terörü ve teröristi adlandırmanın teröre karşı savaşta yarar değil zarar verdiğini söyleyen uzmanların sesine kulak vermeye niyetleri var mı acaba o arkadaşların?

Halka belki çaresizce “lanetleme” imkânı veriyor ama aslında örgüt isimlerinin manşete çıkması örgütü sevindiriyor! Zaten terör bu medya pratiği ve pazarlaması üzerinde yükseliyor.

Bunu da mı bilmiyor bu gazetedeki arkadaşlar? Hiç sanmam.

Hepsi bir yana... Tez elden dile getirilmiş enformatik kılıflı bir iddianın asıl faili koruyan bir dezenformasyon işlevi görebileceğini hiç mi düşünmüyorlar

Yoksa?..

30 Temmuz 2008

Haşmet Babaoğlu

31.07.2008


 

Terör nasıl yalnızlaşır?

Rutubetli. Islak. Kapalı bir salı günü. Bir yandan Güngören’deki kanlı kör terörün ardındakilerin kimliği. Öte yandan fazla mesai yapan Anayasa Mahkemesi’nin açıklayacağı karar... Beri yanda, Ergenekon iddianamesinin süren yankıları... Kısacası, Türkiye’nin acı dolu, bulanık gündemi.

* * *

Malum salı günleri bir de parti grup toplantıları var. Gün öğleyi dönmeden Başbakan konuşmaya başlıyor...

‘Terörü yalnızlaştırmak’dan söz ediyor. Terör toplumdan kimseyi devşiremeyecek hale gelecek.

Nasıl? Başbakan panzehir olarak demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü gösteriyor.

* * *

Demokrasi denince... Aklıma Türkiye Cumhuriyet’inin de ‘olur’ verdiği... Sovyetler Birliği’nin çökmesinin ardından tüm Avrupa devletlerinin 21 Kasım 1990 tarihinde Paris’te imza koyarak tanımladıkları ‘Yeni Demokrasi’ geliyor... Bu ‘yeni demokrasi’ye, ‘Paris Şartı’ da denmekte...

* * *

Türkiye tüm engellere rağmen yenilenecek... Üstelik, Anayasa Mahkemesi ertesinde, karar nasıl çıkarsa çıksın, siyaseten de yenilenmeye ihtiyaç var... Bu yenilenmenin en sağlıklı formülü, Paris Şartı’nda tanımlanan ‘yeni demokrasi’ kavramının içeriğine kulak kabartmaktan geçmekte. Demokrasi... Ya da ‘hukukun üstünlüğü’ denince, maalesef ortalama çoğunluğun gözünde hala bir resim canlanmıyor. Paris Şartı bu resmi de çizmekte.

* * *

İşte... ‘Yeni Demokrasinin’ resmi: ‘Uluslarımızın yegane yönetim sistemi olarak demokrasiyi inşa edeceğini ve kuvvetlendireceğini taahhüt ediyoruz. Bu çabamızda aşağıdaki hususlara uyacağız.

İnsan Hakları ve temel özgürlüklere her insan doğduğu anda sahip olur, bunlardan feragat edilemez ve hukukun güvencesi altındadır. Devletin birincil sorumluluğu bunları korumak ve geliştirmektir. Bunlara saygı, aşırı güçlü bir devlete karşı asli bir güvencedir. Bunlara uyulması ve eksiksiz işlerlik kazandırılması özgürlük, adalet ve barışın temelidir.

Demokratik yönetim, düzenli aralıklarla yapılan özgür ve adil seçimlerle ifadesini bulan halk iradesine dayalıdır.

Demokrasinin temeli, insanın kişiliğine saygı ve hukukun üstünlüğüne dayanır. Demokrasi, ifade özgürlüğünün, toplumdaki bütün kesimlere hoşgörü gösterilmesinin ve her fert için fırsat eşitliğinin en iyi güvencesidir. Demokrasi, temsili ve çoğulcu karakteri ile, seçmene karşı sorumluluğu, kamu makamlarının hukuka riayet etmesi ve adaletin yansız bir şekilde dağıtılmasını da zorunlu kılar. Kimse yasaların üstünde olamaz.’

* * *

‘Her ferdin düşünce, vicdan ve din ya da inanç özgürlüğüne; Dernek kurma ve sükunu bozmayan bir şekilde toplanma özgürlüğüne; Seyahat özgürlüğüne hakkı olduğunu ve hiç kimsenin keyfi olarak gözaltına alınamayacağını ya da tutuklanamayacağını; İşkence ya da diğer zalimane, insan onuruyla bağdaşmayan ya da insanı alçaltan bir muamele ya da cezalandırmaya tabi tutulamayacağını, keza herkesin haklarını bilmeye ve kullanmaya;

Hür ve adil seçimlere katılmaya;

Bir suçla itham edildiği zaman adil ve açık bir şekilde yargılanmaya; Tek başına ya da birlikte mal ve mülk edinmeye ve bireysel girişimlerde bulunmaya; Ekonomik, toplumsal ve kültürel haklardan yararlanmaya hakkı olduğunu hiç bir ayrım yapmaksızın teyit ederiz.’

* * *

‘Bir ulus içindeki azınlıkların soy, kültür, dil ve din yönünden sahip oldukları kimliğin korunacağını ve azınlıklara mensup kişilerin hiç bir ayrım yapılmaksızın kanun önünde tam bir eşitlik içinde işbu kimliği serbestçe ifade etmek, korumak ve geliştirmek hakkına sahip olduklarını teyit ederiz. Hakların herhangi bir şekilde ihlali karşısında herkesin ulusal ya da uluslararası her türlü etkin çarelere başvurabilmesine ihtimam gösterilecektir.

Bu ilkelere tam bir saygı, yeni Avrupa’yı üzerine inşa etmeye çalışacağımız temeli oluşturmaktadır.

Devletlerimiz demokratik kazançları geri çevrilemez kılmak amacıyla birbirleriyle işbirliği yapacak ve birbirlerini destekleyeceklerdir.’

* * *

Türkiye, Kopenhag Kriterleri’nin eşiğini geçmiş olsa da... AB ile müzakere sürecini yaşıyor olsa da...

Eski sosyalist ülkeleri de içine almak için on sekiz yıl önce, Gorbaçov’un da katılımıyla yeniden tanınan ‘yeni demokrasi’ kavramını, devlet ve toplum olarak ‘içselleştirmiş’ olmaktan çok uzak. Yeni dönemde bunu içselleştirsek... Yağmurlu, nemli, ıslak ve kapalı bir güne eşlik eden kanlı alçak terörden, parti kapatmalardan, devlet içi çetelerden de hızla arınacağız.

* * *

Başta iktidar partisi, herkesin mutabakat zemini 34 devletin imzaladığı ‘Yeni Demokrasi’ belgesi olsa, Türkiye melanetlerden hızla uzaklaşır, terör de yalnızlaşır... Hep birlikte ‘Paris Şartı’na yeniden bir göz atmaya ne dersiniz?

Star, 30 Temmuz 2008

Mehmet Altan

31.07.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün haberler

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır