Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Haziran 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Gerçek demokrasi, hemen şimdi!

Türkiye’nin henüz 62 yaşındaki genç çok partili demokrasisi, kısacık ömrünün artık müzminleşmiş sıkıntılarından birini daha yaşıyor bir süreden beri. Bu, iyimserce umalım ki belki de bu sefer, olgunlaşmaya geçmenin sıkıntılarıdır.

Olgun bir demokrasi, gerçek demokrasi olmak zorunda. Gerçek demokrasi de, Radikal’in geçen yıl yaptığı cesur reklam kampanyasında söylendiği gibi, ‘darbelere dayanıklı, kolayca yıkılmayan’ rejimin adı.

Demokrasimizin bir süreden beri yaşadığı, bugünlerde de doruk noktalarından birine daha ulaşmış olan sıkıntılarımızı aşacağız.

Bunları aşmaya başlamanın yolu, en önce ortada gerçek bir sıkıntı olduğunu kabul etmekten geçiyor.

Maalesef ortada rejimin kökenlerini ilgilendiren bir sıkıntı var; böyle bir şey yokmuş gibi düşünemeyiz, yapamayız.

Bu sıkıntılar var ve biz onları aşacağız, aşabiliriz.

Eğer istiyorsak elbette.

Ve benim, bu sıkıntıları aşmak istediğimizden, ulusça muradımızın, aramızdaki siyasi görüş farklılıkları ne olursa olsun, gerçek ve işleyen bir demokrasi olduğundan zerre kuşkum yok.

Hatta şöyle demek abartı olmaz: Türkiye, 62 yıllık çok partili demokratik hayatının hiçbir anında, bugünkü kadar gerçek demokrasiyi arzulamadı. Bu arzu her geçen gün, sönmek bir yana artarak çoğalıyor.

Gerçek demokrasiye duyduğumuz açlık, bizi bugün bu çok sıkıntılı zamanlarımızda, aramızdaki farklılıklara değil benzerliklere yoğunlaşmaya yöneltmeli.

Hayır hayır, ‘Ulusça birlik olalım, bu sıkıntılı günleri atlatalım’ demiyorum, demem de zaten.

Tam tersine, hepimiz farklılıklarımızı koruyalım, hatta kıskançça koruyalım ama bu farklılıklarımızın birlikte yaşama irademizi ortadan kaldırmadığını bilelim ve birlikte yaşayıp daha iyi, daha mutlu, daha müreffeh bir hayata bizi götürecek olan ortak yaşam kültürünün en üst aşaması olan demokrasimizi yeni baştan nasıl kuracağımızı veya var olan kusurlu demokrasimizi nasıl tamir edeceğimizi düşünelim.

Evet, benzerliklerimizin başında, sonsuza kadar bir demokrasi içinde yaşama arzumuz geliyor.

Gerçek demokrasi, tanımı gereği laiklik ilkesini ve hukuk devletini de içerir. Hatta, laiklik ve hukuk devleti sakatsa, zaten demokrasi anlayışı da sakattır, o ülkede demokrasi gerçekleşemez.

Gerçek demokrasi, tanımı gereği, insan haklarına dayalı devleti içerir.

Gerçek demokrasi, tanımı gereği, kanun önünde eşit vatandaşlığı içerir.

Gerçek demokrasi, tanımı gereği, kadın-erkek eşitliğini içerir.

Gerçek demokrasi, tanımı gereği, toplum içinde azınlıkta kalan görüşlerin, etnik veya siyasi kimliklerin, dini veya felsefi görüşlerin özel koruma görmesini içerir.

Gerçek demokrasi, tanımı gereği, halk egemenliğine dayanır ama çoğunlukçu değil çoğulcu ve katılımcıdır. Ama son kertede son sözü Meclis çoğunluğu söyler.

Gerçek demokrasi, tanımı gereği, şeffaf, öngörülebilir ve her gün hesap verebilir bir yönetim sisteminin adıdır.

Gerçek demokrasi, tanımı gereği, insan hak ve özgürlüklerine dayalı bir hukuk rejiminin, bağımsız ama bir ölçüde demokratik meşruiyeti olan, devletine değil tek tek bireylerden oluşan milletine hizmet eden, onun ortak çıkarlarını korumayı öncelik edinmiş bir yargı sisteminin adıdır.

Gerçek demokrasi, tanımı gereği, bütün siyasi aktörlerinin demokrasiye sadakatle yükümlü oldukları rejimin adıdır.

Kısaca, gerçek demokrasi, gerçek demokrasidir.

Biz de daha fazla gecikmeden, bir gün bile gecikmeden gerçek demokrasi istiyoruz.

Gerçekte üstünde hiçbir tartışma olmadığı halde her siyasi konuyu rejim tartışması olarak yaşamak istemiyoruz.

Rejimimiz belli, demokrasi.

Geleceğimizi konuşmak istiyoruz artık; daha iyi, daha mutlu, daha müreffeh nasıl yaşayacağımızı tartışmaya verelim enerjimizi.

Gerçek demokrasi istiyoruz. Hemen, şimdi!

Radikal, 9.6.2008

İsmet Berkan

10.06.2008


 

Demokratik laikliğe geçmeliyiz

Ne oldu da kapatma davasıyla aniden sistem kilitlendi?

Demek ki Türkiye’nin demokratik yapısı, standartları yeterli değil.

Siyasetçinin ve yargının demokrasi algılamaları çok farklı.

Türkiye zihniyet ve kurumsal yapı olarak demokrasi konusunda yeterli değil ama bunu yakalama konusunda önemli potansiyele sahip. Demokrasi kendiliğinden şekillenmiyor. Bu kültürel yapı içinde kurumsallaşmış bir yapının, bir devlet anlayışının olması meselesi. Türkiye bunun mücadelesini veriyor. Bu potansiyel var ama Türkiye siyaseti, toplumun bu taleplerine cevap vermekte sürekliliğe sahip değil.

Sadece iktidarı kastetmiyorsunuz…

Evet. 2002-2005 yılları arasındaki AK Parti’nin iktidara gelişinden itibaren beş senelik dönemde gerçekleştirilen hukuki ve demokratik yapı, bu hedefe ulaşmada çok önemli bir mesafeyi Türkiye’ye kazandırdı. Fakat 2005’ten itibaren bunun duraksadığını görüyoruz. Bunda bence iktidardan ziyade muhalefet boşluğunun çok önemli rolü vardır.

(...)

Laikliğin günümüz şartlarında yeniden yorumlanması bir ihtiyaç değil miydi?

Yorumlanamaz değil. Gelişmiş demokrasinin, hukukun üstünlüğünün şekillendirdiği bir devlet yapısında insan haklarında gelinen seviye, yeni taleplerin ortaya çıkması -bazı yerlerde tepki görse de- demokratik laiklik kavramının oluşmasını gerekli kılıyor.

Yasaların varlığı, toplumu değil devleti kontrol etmek içindir. Ama bizde sanki her şey devleti kutsamak için gibi algılanıyor.

Sorun burada. 21. yüzyılda bireyi öne alan, bireyi güçlendiren ama toplumu da bu girişim içinde bütünleştiren bir yapı ve zihniyet hakim. Türkiye bu konuya biraz direniyor ama yine de mesafe alıyor.

Biz laikliği öylesine hoyratça tartışıyoruz ki, bu üslupla onu mecrasından çıkardık, din karşıtı bir konuma, hatta seküler bir dine dönüştürdük…

Kürt meselesi gibi laik-anti laik kavgası da Türkiye’nin temel sorunlarından biri. Yarattığı gerilime rağmen toplum ikisinin de çözümünü bulmuş ve hazır. Bu sorunlar hayatın içinde siyasilerin konuştuğu oranda yok. 2002-2005 arası AB rüzgarı Türkiye’nin dünya ile bütünleşmesinde önemli gelişmelere neden oldu. Siyasi, ekonomik, hukuki gelişmelerin sosyolojik tabanda yarattığı sonuçlar değişimlere tepkileri de ortaya çıkardı. Söz konusu olan laik cumhuriyetin tasfiyesi değil, laik cumhuriyetin geliştirilmesi, güçlendirilmesidir. Ancak burada önemle vurgulanması gereken muhalefet boşluğunda siyasi iradenin yönetebilirlik kabiliyetini olumsuz etkilemesidir.

İktidarı dengeleyen bir muhalefet yok, onun için de muhalefet rejim krizde deniliyor sürekli.

Türkiye siyasetinde iktidarıyla muhalefetiyle temel sorunların çözümü konusunda yeterli hazırlıklar yapılmıyor.

Neden ülkenin geleceğini etkileyen bu köklü sorunlar karşısında birlikte çalışamıyorlar?

Bu demokrasi seviyemizle ilgili bir durum. Onun için siyaset zayıf bizde. Türk demokrasisinin gelişmesine paralel siyaset de güçlenir.

Laik cumhuriyet tehdit altında mı?

Laik cumhuriyet tehdit altında değil ama demokrasiyle yükseltilmesi sorunu var.

Yeni Şafak, 9.6.2008

Konuşan: Mehmet Gündem

10.06.2008


 

Ankara kriterleri

Ali Babacan’ın Washington’da olduğu şu günlerde Amerikalı gazeteciler kendisine hep aynı soruyu soruyor: Anayasa Mahkemesi AKP’yi kapatır mı? Babacan bu soruya cevap vermemek için çok uğraşıyor. “Gidişat o yönde” diyecek hali yok tabii ki. İşin acı tarafı şu: son iki yıldır Türkiye’ nin Batı’ daki imajı son derece büyük yara aldı. 2000-2005 arası zar zor elde edilen demokratik kazanımlar birden uçup gitti. Artık Batı’ da kimse gönül rahatlığıyla “Türkiye’ de darbeler dönemi kapandı” diyemiyor . Zira Kopenhag kriterlerinin yerine Ankara kriterleri geldi.

Bu noktaya son iki yılda gelmedik tabii ki. Sorunlar çok daha derinlerde. Türkiye soğuk savaş bittiğinden bu yana çok ciddi bir kimlik kutuplaşması yaşıyor. 1950-80 yılları arasında sağ-sol kavgası nedeniyle üstü ideolojik bir şekilde örtülmüş olan “İslami kimlik” ve “Kürt meselesi” son 30 yıldır Türkiye’nin yegane gündemi oldu. Resmi ideolojimiz bu iki konuyu ısrarla “irtica” ve “bölücülük” olarak algılıyor. Bu nedenle bir türlü bu iki meseleyi klişelere kaçmadan ve komplo teorileri kurmadan tartışamıyoruz.

(...)

Peki neden böyleyiz? Türk eğitim sisteminin dünyadan kopuk bir insan tipi yetiştiriyor olmasından kaynaklanıyor. Klişe ve komployla okula başlar başlamaz tarih derslerinde tanışıyoruz. Dış mihraklar bizi zayıflatmak için hep müthiş bir faaliyet içindeler. Güçlenmemizi kimse istemiyor. Türk’ün Türk’ten başka dostu yok. Ve tabii ki bir Türk dünyaya bedeldir. Bu milliyetçi klişelerle daha ilkokulda tanışıyoruz. Sonuç nedir? Sevr hiç ölmüyor. Sürekli bir beka korkusu içindeyiz. Batıyla aşk ve nefret arasında giden şizofren bir ilişkimiz var.

Milliyetçilik ile flört

Bu şizofren tablo aynı zamanda AK Parti’nin ikilemini de açıkça ortaya koyuyor. Nedeni basit. AK Parti yerel tabanı çok güçlü bir siyasi parti olmasına rağmen “Batılı” çizgiden uzaklaşma lüksüne sahip değil. Rejim tarafından “irtica” olarak algılanan bu partinin siyasi meşruiyeti Türkiye’nin AB ufkunu korumasına bağlı. Bu nedenle AK Parti demokrasi mücadelesini AB üzerinden vermek zorundaydı. Aksi takdirde rejimle doku uyuşmazlığı yaşanacaktı. Bunları biliyor olmasına rağmen AK Parti 2005 sonrasında milliyetçilik ile flört etmeye başladı.

Partideki Türk-İslam sentezinin Türk boyutu ağır bastı . MHP ile popülizm yarışına girildi. Kopenhag Kriterleri gider “Ankara Kriterleri” gelir dendi. Ama gele gele 27 Nisan muhtırası geldi. 22 Temmuz zaferinden sonra bile AK Parti tam olarak milliyetçilikten kurtulamadı. PKK ve Kürt meselesi partinin basiretini bağladı. Ankara Kriterleri’nden Kopenhag Kriterleri’ne dönüş yaşanmadı. Cumhurbaşkanlığı seçimi, PKK, Kuzey Irak, başörtüsü derken, birden yargı darbesi sürecine girildi .

Ankara kriterleri böyle bir süreç işte. Bir anda “Mamak Cezaevi” sürecine dönüveriyor.

Sabah, 9.6.2008

Ömer Taşpınar

10.06.2008


 

Taarruz ve yol ayrımı

Yargıtay eski Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, 18 Şubat günü Başkent Üniversitesi’nde düzenlenen panelde şöyle diyordu: ‘Hükümet ülkeyi dinci diktaya götürüyor. Buna karşı yargının bir silah olarak kullanılması gerekiyor. Yargı laikliğin korunmasında en etkili silahtır.’

Katılımcılardan biri de henüz darbe hesabını vermemiş Şener Eruygurdu: ‘Bu sözlere sonuna kadar katılıyorum.’ Sivil General Mümtaz Soysal ise mokasenlerini çıkarıp postallarını giyiyordu: ‘Bunlarla haklı olarak vuruşacağız ve sonunda kazanacağız. Büyük taarruz başlayacak. Seferberlik ilan edilmelidir.’

‘Silah’, ‘taarruz’, ‘seferberlik’ gibi askeri terminoloji üzerinden politika üretenlere en ciddi destek, Anayasa Mahkemesi’nden geldi. Anayasa ihlal edildi ve yüksek öğretimde eğitim özgürlüğünü güvence altına alan düzenleme iptal edildi.

Bu kararla, kuvvetleri ayrılığı ilkesi çiğnenmiş, meclis vesayet altına alınmış ve yasama alanı fiilen ortadan kaldırılmıştır. Kanadoğlu’nun tanımından hareketle yargı ‘silah’ gibi kullanılmış, Soysal’ın taarruz projesi yaşama geçirilmiştir.

(...)

Gelelim öbür tarafa...

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ortada hiçbir sorun yokmuş gibi ‘hukuki süreç devam ediyor’ görmezliği içinde. AK Parti, bitkin vaziyette bir elinde havlu ha bire terini siliyor görüntüsünde. Oysa, darbeciler savaş tamtamları çalmaya, taarruz planları geliştirmeye devam ediyorlar.

Lafı evelemenin gevelemenin gereği yok. Çankaya ve sivil otorite yol ayrımındadır. Önlerinde iki yol var. Birincisi, 28 Şubat sürecinde Erbakan’ın terleyen fotoğrafına bakıp ders çıkaracaklar. İkincisi, kaderlerine razı olacaklar.

Unutulmasın; İkinci yolu tercih edenlerin geçmişte olduğu gibi millete söyleyeceği sözü kalmaz ve Çankaya Gül’e yar olmaz.

Hülasa, bunu böyle bilesiniz ve ona göre hareket edesiniz...

Star, 9.6.2008

Şamil Tayyar

10.06.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Kutlu Doğum Haftası Pdf

Bütün haberler

© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır