Surre alayI; Osmanlı Devleti’nde her yıl, mukaddes yerlerin ve Hac yollarının emniyetini sağlamayı kutsal görev olarak üstlenen Halife/Sultanlar tarafından İstanbul’dan Haremeyn’e, Mekke ve Medine halkı ile Mekke Şeriflerine, para ve armağanların götürülmesi için düzenlenen alaydır.
Haremeyn’e (Mekke-Medine) ilk olarak H. 311 (M. 923-24) yılında Abbasî Halifesi El-Muktedir Billah zamanında surre gönderilmiştir. Daha sonra Hicaz bölgesini hakimiyetleri altına alan Fatımîler (909-1171), Eyyubîler (1171-1348) ve Memlûklar (1250-1517) tarafından da bu âdet devam ettirilmiştir.
Osmanlılarda, Yıldırım Bayezid (1389-1403) tarafından Edirne’den gönderilen ilk surreden sonra, düzenli olmamakla birlikte hediye mahiyetinde surre gönderilmeye devam edilmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethinin (1517) ardından Hilâfetin Osmanlı Devleti’ne geçmesiyle birlikte surre gönderme âdeti gelenekselleşmiştir. Padişahların da katıldığı ihtişamlı törenlerle Topkapı Sarayı’ndan yola çıkan surre alaylarıyla, Haremeyn ahalisine gönderilen paralar dışında, nadir bulunan kıymetli halılar, seccadeler, murassa avizeler, şamdanlar, paha biçilmez Mushaf-ı şerifler, puşideler (örtüler), buhurdanlar, elbiseler, Mekke Emîri’ne mahsus sırmalı ve işlemeli kaftan, mücevherli kılıç, tesbihler ve daha pek çok kıymetli eşya Mekke ve Medine’deki mübarek makamlara, seyyidlere, şeriflere gönderilirdi. Ayrıca surre alayı ile Hac yollarının emniyetini sağlamak için yol boyunda bulunan Arap oymaklarına da ‘atiyye’ adı altında para gönderilirdi.
Haremeyn (Mekke ve Medine) ahalisine gönderilen surrenin kime, ne kadar dağıtılacağı surre defterlerine kaydedilir, surre keseleri ve Mekke Emîri’ne gönderilen ‘nâme-i hümâyûn’, surre alayının yola çıktığı gün Padişahın huzurunda mühr-ü hümâyûn ile mühürlenerek, Surre Emini’ne teslim edilirdi.
Surre’nin gönderilmesinden sorumlu kişiye darü’s-saade ağası denirdi. Surre-i Humayun her yıl Recep ayının girmesiyle başlar, 12 Recep günü surrenin yola çıkarılmasıyla sona ererdi. O gün padişahın da törenlere katılmasıyla surre-i humayun Üsküdar’dan uğurlanırdı. Surre-i Humayun’a, geçtikleri yerden Hacca gitmek isteyen kişilerde katılırdı.
Surre-i Humayun’un Şam’a ulaşmasından sonra surrenin götürülmesinden sorumlu surre emini, görevi Şam beylerbeyine devreder, beylerbeyi de surreyi Mekke’ye ulaştırarak dağıtımını sağlardı. Surre’nin dağıtımı yapıldıktan sonra Mekke şerifinin teşekkür ve duâ mektubu, müjdecibaşı aracılığı ile padişaha iletilirdi.
Surre, Tanzimat döneminden sonra Dolmabahçe ve Yıldız Sarayı’ndan yola çıkmıştır. Daha sonraları Hicaz Demiryolu’nun yapılmasıyla bu yol kullanılmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında Şam’a gönderilen surre, yenilgiyle sonuçlanan savaş sonrasında İstanbul’a geri gelmiş ve bu gelenek böylece sona ermiştir.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Haremeyn toprakları Osmanlı Devleti’nden ayrılırken, Medine Müdafii Fahreddin Paşa, yüzyıllarca Medine’ye gönderilmiş kıymetli hediyelerin İngilizlerin eline geçmemesi için fetva alarak ve bu eşyaları Ravza-i Mutahhara’da bir deftere kaydettirerek, İstanbul’a Topkapı Sarayı’na göndermiştir.
GENÇ YAKLAŞIM’DA BAŞKA NELER VAR?
Derginin editörü, Genç Yaklaşım’ın muhtevası hakkında şu bilgileri veriyor: “Biz Genç Yaklaşım olarak bu sayımızda, çağımızın engellerini değil, imkânlarını dikkatlere sunarak, çağdaş bir Evliya Çelebi olmanın ipuçlarını vermeye çalışıyoruz. Maddî seyahatlere olduğu kadar, manevî seyahatlere doğru da yol alıyoruz.
Meryem Tortuk’un “Dünya bir menzil, insan bir seyyah” yazısıyla içimizdeki seyyahı uyandırıyor, Umut Yavuz’un dünyasında “Vatansız Seyyahlar”la yola çıkıyoruz. “Yolun sonu görün(m)üyor” diyen Nihat Dağlı ile yol ve yolculuk kavramlarını farklı bir pencereden seyrediyoruz. Mustafa Gökmen, rafting serüvenine çıkarıyor bizi. Süleyman Beydilli ile peygamberler şehri Şanlı Urfa’ya yol alıyoruz.
İsmail Tezer, başka türlü bir seyahati “O’na seyahat”i anlatıyor bize. Sadece mekânda değil, manevî âlemde de yolculuk yapıyoruz.
Hatta zamanda da yolculuk yapıyor, Surre Alaylarını ziyaret ediyoruz.
Mehtap Yıldırım yine o güzel üslûbuyla, bu kez bize; defilelerin ışığında tesettürün dönüşümünü ve tesettürün mahiyetini açıklıyor.
Faruk Saim Akhan; sadakatin, samimiyetin, en sade ve en gösterişsiz sevginin anlatıldığı, Yün Çoraplar, hikâyesiyle özlediğimiz bir duyguyu getirip koyuyor kalplerimizin tam orta yerine. Bütün bu güzel yazılarımız ve diğer yazılarımızla beraber diyoruz ki:
Siz de bizimle bir seyahate çıkmaya ne dersiniz?”
|