Suyun hafızası mı? Yoksa beynin gücü mü?
Türk Nöroşirürji Derneği Bülteni’nin 16. sayısında değerli Japon bilim adamı Masaru Emoto’nun fikirlerini yansıtan “Suyun Hafızası Var!” başlıklı yazıyı okuyunca oradaki önemli tespitleri herkesle paylaşmak ve bazı katkılarda bulunmak istedim.
Masaru Emoto, “İçinde su olan şişenin üstüne yazılmış veya sözel söylenmiş olan sözcükler, düşünceler, suya çalınmış olan müzik veya oynatılmış film ile suyun yapısal özelliği değişir” diyor. Yaptığı bilimsel çalışmalarla da insanın titreşimsel enerjisinin, düşüncesinin, kelimelerin, fikir ve müziğin hatta suya oynatılan filmlerin dahi suyun moleküler yapısını etkilediğini ortaya koyuyor. Bunun için su damlacıklarını dondurup bir karanlık alan mikroskobu altında inceliyor ve fotoğraflarını çekiyor. Yapılan çalışmalarda çevresel etkilerin su molekülü üzerinde oluşturduğu değişim fotoğraflarla belgeleniyor.
Araştırmada, dünyanın değişik yerlerinden alınan farklı durumdaki suyun kristalize şekillerinde insanı hayrete düşüren farklılıklar olduğu görülüyor. Temiz akarsu ve kaynaklardan alınan su örnekleri çok güzel geometrik yapıda kristaller gösterirken, sanayi bölgelerinden ve yoğun yerleşim alanlarından gelen kirli ve toksik su örneklerinde şekil bozuklukları ve rastgele oluşmuş kristaller ortaya çıkıyor. Su borularında, depolarda bekletilen durgun su damıtılmış olsa bile benzer şekil bozuklukları görülüyor.
Sular dondurulmadan önce ya sözel olarak veya şişenin üstüne yazılar yazılarak değişik kelimeler yüklenmiş ve sonuç araştırılmıştır. Çekilen fotoğraflar incelendiğinde, suyun adeta bir canlı gibi davranış gösterdiği, duygu, düşünce, söz ve duâlara karşı tepki verdiği, çevredeki titreşim ve enerjiden kolayca etkilendiği anlaşılmıştır.
Söz ve düşüncenin etkisini somut olarak gözlemleyebildiğimiz bir başka deneyi de yine Japonya’da iki ilkokul öğrencisi gerçekleştirmiş. Yan yana duran iki şişeye pişmiş pirinç koyup şişelerden birinin üzerine “Teşekkür ederim!”, diğerine “Seni aptal!” diye yazmışlar. Bir ay sonra “Teşekkür ederim!” yazılan pirincin renginin sarı ve kokusunun helmelenmiş pirinç gibi olduğunu, “Seni aptal!” yazılan pirincin ise karardığını ve kötü kokulu bir hâl aldığını görmüşler. Bu deney dünyanın birçok yerinde değişik insanlar tarafından tekrarlandığında yine aynı sonuç elde edilmiş.
Yapılan bu deneylerde suyun, kelimelerin enerjisini kopyaladığı ve görüntü olarak şaşırtıcı bir şekilde kelimenin mânâsını yansıttığı, kelimelere ait enerji yüklü frekansların suyun moleküler yapısına tesir ettiği, söz ve düşüncenin cisimler üzerine somut etkisinin olduğu ileri sürülüyor. Beyinden ise hiç söz edilmiyor.
Suyun hafızasının olup olmadığı ayrı bir konudur. Ancak bütün bu deneylerde muhteşem bir şekilde yaratılan beynimiz devreye girmekte ve evrene yaydığı frekanslarla çevresini inşâ etmektedir. Yazılan veya söylenen kelimeleri beynimiz anlamlandırmakta ve ona uygun olan frekansları çevreye yaymaktadır. Sonuçta su molekülleri de ona göre şekillenmektedir.
Yapılan araştırmada ayrıca suya müzik çalınmış, film oynatılmış ve etkileri gözlenmiş. Korku filmlerinin ve şiddet içeren filmlerin kötü bir etki yaptığı, şekil bozuklukları meydana getirdiği açıkça görülmüş. Burada da yine beynimiz devreye girmektedir.
Beyin muazzam bir organdır. Enerji ve fonksiyonları akıl almaz düzeydedir. Yaklaşık iki yüz milyar esas hücrenin (nöron) her biri sahip olduğu on binlerce sinaps sayesinde diğer yüz milyarlarca hücreyle iletişim kurar. Ayrıca bunları destekleyen, besleyen, temizleyen glia dediğimiz trilyonlarca hücre ve diğer yapılar vardır.
Bu aygıt çalıştığında harikalar ortaya çıkar. Amerika Birleşik Devletleri’nde Rochester Üniversitesi’nde geliştirilen bir bilgisayar sayesinde, beyin dalgalarıyla televizyona uzaktan kumanda edilebilmektedir. Yalnızca beyin dalgalarıyla çeşitli cihazları kullanmak için yapılan bilimsel çalışmalar tüm dünyada son hızla sürüp gitmektedir.
Beyin, çevresine belirli frekanslarda dalgalar yayar ve çevreden gelen dalgaları alır. Bir şeyi düşünüp hayal ettiğimizde beyin ona uygun olan dalgaları evrene salar. Kuantum fiziği açısından baktığımızda çevremizdeki tüm cisimlerin atomlar, atom altı parçacıklar ve en nihayetinde dalgalardan yaratıldığını görürüz. Bütün evreni bir enerji, dalgalar okyanusu gibi düşünebiliriz.
Su, hayat demektir. Çeşitli dokulara ve yaşa göre değişmekle birlikte vücut ağırlığımızın ortalama yüzde 60’ı sudur. Yani hücrelerimiz ve hücre içindeki mikro düzeydeki yapılar adeta kendine özgü birer su okyanusu içinde yüzerler. Hücreler arası bilgi ve madde alışverişi, metabolizmaya ait olaylarda hep su vardır. Hayat boyunca oluşturduğumuz düşünceler ve söylediğimiz şeylerse, muhteşem beynimizden köken alırlar. Beynimizden çıkan belirli frekanstaki dalgalar, su dahil çevrede bulunan tüm nesneleri etkilerler ve şekillendirirler. İyi ve güzel düşüncelerin çevreye etkisi olumlu, negatif düşüncelerin ise olumsuzdur. Dolayısıyla çevremiz ve biz bir bakıma düşündüğümüz ve konuştuğumuz şeyler oluruz. Onun için pozitif düşünceli, tatlı sözlü ve ağzı duâlı insanların arasında yaşamak çok önemlidir.
Çocuklarıma ve çevremdeki insanlara hiç kimse hakkında kötü konuşmamalarını ve kötü düşünmemelerini, beyinleriyle evrene iyilik dolu mesajlar göndermelerini öneriyorum. Çünkü beyinlerimiz de birbiriyle iletişim içerisindedir. Öyleyse çevremizdeki insanlarla iyi ilişkiler içerisinde bulunmalı, pozitif enerji veren konuşmalar yapmalıyız. Düşüncelerimize bile hâkim olmalı, hiç kimse hakkında mümkün mertebe kötü düşünmemeliyiz. Aile bireylerimizi ve çocuklarımızı hep iyi yerlerde ve iyi pozisyonlarda hayal etmeliyiz. Herhangi birisi hakkındaki konuşmalarımız gibi düşüncelerimiz de duâ ve temenni hükmüne geçebilmektedir.
“Ben hep hastayım” diyen insanlar, kendileri bir yana çevrelerini de olumsuz etkilerler. “Sağlıklıyım” deyip şükür içinde bulunan insanlarsa etraflarına sağlık ve mutluluk saçarlar. “Beni hasta ediyorsun, seni öldüreceğim!” cümlesi yüklenmiş olan su kristalinin görünümü çok kötü ve düzensiz iken “Teşekkür ederim!” dendiğinde veya duâ edildiğinde suyun aldığı şekil ne kadar hoş ve mükemmeldir. İşte yaşantımız da böyledir. Düşündüklerimizi dillendirir ve onların kalitesinde yaşarız. Bu yüzden ben bir cerrah olarak hastalarıma uyguladığım bilimsel tedavilerin yanında onlardan öncelikle iyileşmeyi istemelerini, buna samimiyetle inanmalarını, sağlıkları için şükretmelerini ve çokça gülmelerini öneriyorum.
|