Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 26 Ocak 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Derin devlet bu mu?

Sanıyorum, şu andaki operasyonda rutin dışı alandaki en kolay ele geçirilebilecek yapılanmayı ele geçiriyor. Bu ekip, kameraman çağırıp Kur'an ve silah üzerine yemin eden bir ekip. Deyim yerindeyse deli - dolu bir ekip. Meydan okuyan bir ekip. Mahkemelerde gösteri yapan ekip.

Bayraklı resim çektiren ekip. En uç eylemlerine imza atan ekip. Medyaya yansıyacağını çocukların bile bileceği ortamlarda darbe projesi dahil en uç şeylerin konuşulacağı toplantılar yapan ekip. Açık oynuyor, çünkü milli bir dava peşinde olduğuna inanıyor. Kendini kuvay-ı milliye diye tanımlıyor. Bir tür devletten bağımsız ülke savunması yaptığını düşünüyor. Ülkenin tehlikede olduğuna inanıyor.

MGK gündemlerinde yer aldığı gibi "Misyonerliğin, ülke güvenliğini tehdit eden bir hadise haline dönüştüğü"nü kabul ediyor. İşte bunlardan da her şeyi göze alan, cinayetleri bile meşrulaştıran bir psikoloji çıkıyor. Peki derin mi bu yapı? Hiç sanmıyorum.

"Derin devlet" denen şey, bundan ibaretse, işte bitti derin devlet denebilir mi? O kadar çok çeteden söz edildi ki bugüne kadar, herhalde şu 30-40 kişi ile bitmez çetelerin kadrosu. Bir de, bugüne kadar Türkiye'de yaşanan ve "Bu derin devletin işi" denen hadiselerin tümü aynı renkte, tonda değil. Şu ihtilalleri gerçekleştiren şeyin adı neydi? Onlar "Derin Devlet"in neresine düşer?

İktidardaki kadro, 28 Şubat sürecini yaşayan bir kadro. "Gulu gulu dansları" nasıl organize edilmişti acaba, bunu elbet biliyor olmalılar. Şu anda medyanın tamamı, gündemdeki "çete" oluşumuna karşı pozisyon almış durumdalar. Peki bugüne kadarki "Derin devlet" operasyonlarında medyanın hiç mi rolü olmamıştı? Andıçlar neyin nesiydi? Şu yakalanan kadronun mali kaynağı diye bir şey söz konusu değil mi? Peki bugüne kadarki "Derin devlet" işlerinde, para babalarının işgal ettiği bir yer yok mu?

Çetelerin dış bağlantıları üzerine ne söylenebilir? Şu anda yakalanan kadronun Anti Amerikan, Anti-AB bir duruşu var. Acaba yapılan operasyon, başka bir dış kaynağa ulaşabilecek mi? Bu kadro ünlü Gladio ise CİA ve benzeri örgütlerle ilişkisine dair neler çıkacak? Ya da Gladio gerçekten nerededir? Hem Gladio olup hem anti - Amerikancı olunabilir mi?

Bu işin başı Veli Küçük ise, Veli Küçük, askerin de içine uzanan bir yapılanmayı mı yönetmektedir? Böyle bir şey var ise, operasyon askeri cenahın içine kadar uzanacak mı, yoksa biz, o alanı görmezden mi geleceğiz? Geçtiğimiz dönemde, Cumhuriyet mitingleri yapıldı.

"Düğmeye basma" hikayeleri en çok o zaman gündeme geldi. Çankaya yoluna barikatların kurulması söz konusu oldu. Bu nasıl, hangi kadro ile yapılacaktı? Yakalananlar kendilerini muhtemelen "millici" diye tanımlayacaktır. Bundan farklı olarak "Ulusalcı" bir yapılanma da söz konusu. Orada da, emekli, hatta daha yüksek rütbeli emekli generaller bulunuyor.

Operasyonun onlara doğru uzanması söz konusu mu? Ben, bu işin henüz tüm derinliklere inebilme noktasına geldiğini düşünmüyorum. Başta dedim, 12 Eylül'de, 12 Eylül öncesinde devlet için vuruştuğunu düşünenler, tıpkı karşıtları gibi en ağır işkenceleri yaşadılar. Ele geçirilmeleri zor olmadı. Kuş gibi avlandılar. Bugün yakalananlar da, bana, illegal alanlarda dolaşanların en yüzeyde olanları gibi görünüyor. "Millici çizgi"nin "out" olduğu, yani itibarsızlaştırıldığı günleri yaşıyoruz.

O dünyada bulunanların savruklukları da bu zemini besliyor. Bu işler böyle olur zaten. Ben bu işin külli bir "Derinlik operasyonu" olmadığı kanaatindeyim. Henüz iktidarın öyle bir operasyonu yürütmeye hazır olduğunu da düşünmüyorum. "İslam karşıtı derinlikler" bir yerlerde duruyor ve sağ kroşe - sol kroşe - alttan aparkat gibi eylemlerle Ak Parti iktidarını yokluyor. Acaba o derinliğin koordinatları tamamen keşfedildi mi? Bekleyelim, görelim...

Bugün, 25 Ocak 2008

Ahmet Taşgetiren

26.01.2008


 

Ergenekon: Büyük mü, küçük mü?

Herkesin sorduğu soru: Bütün örgüt bu kadar mı, peki darbeyi kim yapacaktı?

Bütün gün eş-dost-arkadaş telefonlarından başımı alamadım, herkesin sorduğu soru aynı: Bütün örgüt bu kadar mı, peki darbeyi kim yapacaktı?

Verdiğim cevabı anlatmaya çalışayım:

Hayır, elbette bütün örgüt bu kadar değil. Ama 'sivil'deki örgütün çekirdeği işte bu. Belki çemberi biraz daha genişletmek mümkün, belki 40-50 kişi daha vardır o çemberde de.

Şimdi savcının soruşturduğu örgüt darbeyi yapacak örgüt değil. Bunların görevi darbe ortamını oluşturmak, Türkiye'yi istikrarsızlaştırmak, belki kişisel kazanım elde etmek.

Bu çekirdek, tepeden bir yerden gelen emirle veya özendirmeyle oluşturuldu. O emri vereni veya özendirmeyi yapanı bulup çıkarmadıkça, onun yaptığının suç olduğunu kanıtlayıp adalete teslim etmedikçe ve bir daha böyle bir şey yaşanmaması için gereken demokratik tedbirler alınmadıkça Türkiye rahat edemez.

Basit bir akıl yürütmeyle dahi, böylesi bir girişimin kamu gücü kullanılmadan yapılamayacağı sonucuna varılabilir. Nitekim, hiçbiri adli makamlara intikal etmemiş olmakla birlikte, 2003 sonu 2004 başında 'Sarı Kız' kod adıyla darbe planı yapıldığı, bu planın hüsrana uğraması sonrası üst düzeyde bir askeri kişinin bu kez 'Ayışığı' ve 'Yakamoz' adlarıyla aşamalandırdığı bir başka planın yapıldığı biliniyor. Bu planlar hep devletten maaş alan görevliler tarafından, devlete ait bilgisayarlarda ve devlete ait ofislerde yazıldı.

Her iki planın da hedefi Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarını şu veya bu yolla indirmek, yerine de 'ulusalcı' bir hükümet getirmekti. 'Şu veya bu yolla' sözünü de açayım: Ya 28 Şubat vari, medyanın ve bu sayede toplumun geniş kesimlerinin de katılımıyla AKP iktidarının Meclis yoluyla sona erdirilmesi ya da doğrudan askeri darbeyle aynı işin yapılması.

Bu planların içinde yer alan bir emekli komutanın bir ara 'Tarih devrilenleri değil bizi yazar' dediği bile biliniyor.

Ama bilinen başka bir şey, bu planların hiçbir biçimde nihayete, yani amacına ermediği.

Amacına ermedi ama 2003 yılında bir düğmeye de basıldı. Bunun belgesini Nokta dergisi yayımladı.

O basılan düğme yüzünden bir anda ortaya pıtrak gibi onlarca 'sivil toplum örgütü' çıkıverdi. Bu 'sivil' örgütlerin başında nedense hep emekli askerler vardı, bazıları gerçekten yüksek mevkilerde görev yapmış emekli askerler. Bu 'sivil' toplum örgütleri, bir nevi federasyon veya konfederasyon çatısı altında toplanmayı, yani koordineli hareket etmeyi bile düşünüp tasarladılar. Hatta bir ara 'parti kurma' lafları bile çıktı.

Tabii bu 'sivil' toplum, bir yerde gerçekten sivildi, öyle tek boyuta veya tek görüşe indirgenemeyecek bir çeşitlilik de içeriyordu ister istemez. İçlerinde daha 'yüksek' siyaset yapıyormuş gibi duranları da vardı, mahkeme kapılarında avaz avaz bağırıp terör yaratanları da, sempozyum kapısında sağa sola yumurta atanları da, silah üstüne yemin edip bunu videoya çekenleri de.

Kimisi işin sadece siyaset tarafındaydı, hatta belki içlerinde bazıları samimi biçimde ülkenin AKP'den kurtarılması gerektiğine, bunun da tek yolu eğer askeri darbe ise buna da razı olunması gerektiğine inanıyordu. Bazıları ise o kadar saf değildi, darbenin yolunun açılması, kolaylaştırılması, bu uğurda cinayet işlenecekse cinayet işlenmesi gerektiğini düşünüyorlardı.

Cumhuriyet gazetesi, ki bu işleri yapan o 'sivil' toplumun bayrağı sayılır, iki kere bombalandı. Eylem beceriksizceydi ve hiç ses getirmedi. Aynı ekip gitti eylemin ses getiricisini Danıştay'da yaptı, canlar hem de laikliğinden hiç de kuşku duyulamayacak canlar alındı. Ama beklenen etki oldu. Cenaze 'laiklik mitingi' gibiydi. Arkası Cumhuriyet Mitingleri'yle geldi. Bir eylem, bir anda yüzbinleri mobilize etmişti.

Tam devamı gelecekti ki, bir kısmı o sırada hâlâ resmi görevli olan toplum mühendislerinin hesaplayamadığı bir şey oldu, Genelkurmay sivil sisteme muhtıra verdi, Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanlığı seçimini iptal etti. Türkiye genel seçime gidiyordu, darbe planları mecburen ertelenecekti. (Yeni tarihin 2009 olduğu yazılıydı dünkü bazı gazetelerde.)

Sonra beklenmeyen şeyler olmaya devam etti: Bir ihbar mektubu Ümraniye'de bir evde silah ve patlayıcı bulunmasına neden oldu. Onun ardından Eskişehir'de başka bir ev daha bulundu. Ve darbe provokasyonu örgütü çöküşe geçti.

Sizin de dikkatinizi çekiyor mu bilmiyorum, nerede 'Kızıl Elma', nerede 'Ulusalcılar' son altı-sekiz aydır? Eskiden her hafta bir yerlerde eylem yapan, sağa sola yumurta atanlar ne oldu? Ne oldu 'sivil' topluma?

Bence yeraltına indiler, yukarıdan basılacak yeni bir düğmenin haberini bekliyorlar.

O yüzden soruşturma o 'yukarı'ya kadar uzanmazsa, yarın öbür gün benzer şeylerin ülkemizde yaşanmayacağının hiçbir garantisi yok.

Radikal, 25 Ocak 2008

İsmet Berkan

26.01.2008


 

Derinlik sarhoşluğu...

Şu bizim meşhur "derin devlet" lafının insanı uyuşturan bir yanı var.

Suikastlar düzenleniyor, cinayetler işleniyor, sabotajlar yapılıyor, bombalar atılıyor, haraçlar alınıyor, uyuşturucu kaçakçılığı örgütleniyor...

Biz kimin yaptığını anlıyoruz.

"Derin devlet" diyoruz...

Ve, rahatlayıp duruyoruz.

Sanki bir ülkede "derin devletin" olması, suç işlemesi, ülkenin istikrarını bozması, adam öldürmesi çok normal ve sıradan bir işmiş gibi...

Sanki "derin devlet" dediğimizde "failleri" bulmuşuz gibi...

Şu soruları hiçbirimiz sormuyoruz:

"Kim bu derin devlet, gücünü nereden alıyor?"

Çünkü biliyoruz ki bu sorular tehlikeli.

Ama gelişmeler artık bu soruları sormamanın hepimiz için daha tehlikeli olacağını gösteriyor.

Son operasyonlarda yakalananların arasında emekli subaylar bulunuyor.

Bunlardan en ünlüsü JİTEM'in kurucusu olduğu söylenen bir emekli general.

Bizim ordu çok uzun yıllar JİTEM diye bir örgütün varlığını reddetti.

Hepimiz var olduğunu biliyorduk ama onlar bunu kabul etmiyordu.

Sonunda bir mahkeme kararıyla JİTEM'in varlığı tescil edildi.

Peki ne amaçla "resmen varlığı kabul edilmeyen" bir örgüt kuruldu?

Bu örgütün görevi neydi?

Resmen var olmadığı için yasalara karşı da sorumluluğu bulunmuyordu.

"Derinlik" ve "gizlilik" arasındaki ilişki neden hiç sorgulanmadı?

Bir devlet kendi içinde böyle bir örgütü nasıl barındırdı?

Bunları çok net sormadık.

Hrant Dink'in öldürülmesinden sonra katili yönlendiren "muhbirin" jandarmayla ve polisle bağlantıları resmen ortaya çıktı.

Bu cinayette rol alan insanlarla ilişkideki devlet görevlilerini kim yönetiyordu?

Bu görevliler kime bağlıydı?

Onların bağlı olduğu "makam" devletin hangi kademesine yerleşmişti?

Şemdinli'de iki astsubay bomba atarken yakalandı.

Sonra askeri mahkeme onları serbest bıraktı.

O astsubaylara emirleri kim vermişti?

İki astsubay bağımsız hareket edemeyeceğine

göre onların saldırısından kim sorumluydu?

O "güç" neden bulunamadı?

Şimdi son operasyonda yakalanan sanıkların bir "darbe" ortamı hazırlamak için bütün o suçlan işledikleri söyleniyor.

Peki, darbeyi kim yapacaktı?

Bu ülkede darbe yapabilecek tek bir örgüt bulunuyor.

Ordu.

Yakalanan bu emekli subaylarla ordunun ilişkisi ne?

Sanıkların en ünlüsü görevdeyken mafyayla, suçlarla, katillerle bağlantıları resmi evrakla oraya konulmuştu.

Ona rağmen nasıl oldu da terfi etti?

O adama görevdeyken bütün bunları yapması için kim emir verdi?

Niye cezalandırılmadı?

Neden üst düzey bir subayın bu ilişkileri doğal karşılandı?

Derin devlet dendiğinde Kontrgerilla, Özel Harp Dairesi gibi örgütler de söz konusu oluyor.

Bu örgütler kime bağlı?

Sivil bir güce mi?

Askerî bir güce mi?

Derin devletin içinde siviller var, polisler var, istihbaratçılar var, askerler var.

En tepesinde kim var peki?

Derin devleti bir sivil mi yönetiyor?

Derin devletin içindeki askerler bir sivilden mi emir alıyor?

Bu "derin devlet" denilen örgüt bir suç örgütü.

Sürekli suç işliyor.

Ve cezasız kalıyor.

O her cezasız kaldığında Türkiye tökezliyor.

Biz, bütün ülkeyi tökezleten bu yapıyı diğer bütün çağdaş ülkeler gibi dağıtmak zorundayız.

Bunun için de tepesinde kimin bulunduğunu açıkça sormalıyız.

Bir sivil mi yönetiyor bunu, bir asker mi?

Bu "derin devlet" polisin içinde, ordunun içinde nerelere kadar uzanıyor?

Eğer bu örgütün üyeleri ve yöneticileri devletin içinde değilse neden devlet bu suçluları ve onların liderlerini yakalamıyor?

Yok, devletin içindeyse, bir devlet bir suç örgütünü ne kadar içinde barındırabilir?

Hangi seviyeye kadar tırmanır suç?

Biz neden bunun yukarıya doğru giden bağlarını hiç merak etmiyoruz?

Bu ülke ve bu devlet bir tür derinlik sarhoşluğu yaşıyor.

Derin devlet lafı hepimizi uyuşturuyor.

Derin devlet deyip duruyoruz.

Bu sarhoşluktan uyanma vakti geldi bence.

Baksanıza hâlâ darbe hazırlıklarından söz ediliyor.

Biz bu "derin devletin" en derinini bulmalıyız artık.

Bunu kimin yönettiğini açığa çıkarmalıyız.

Suç işleyen askerler ve diğer devlet görevlileriyle onları koruyanlar cezasız kalmamalı.

Onlar her cezasız kaldığında...

Cezayı bu ülkenin insanları ödüyor çünkü.

Taraf, 25 Ocak 2008

Ahmet Altan

26.01.2008


 

Konuşanlar tehlikede

Elkatmış: açık konuşan, şeffaf olan, bildiği her şeyi komisyonla paylaşanların başına da daha sonra gelmedik iş kalmadı.

Yıllarca Meclis'te bulundu. AK Parti'nin kurucularındandı.

Susurluk Komisyonu'na başkanlık etti.

İnsan Hakları Komisyonu'nun başkanıydı.

O şimdi "Ankara Barosu avukatlarından."

Dün öğle yemeğini gazetede baş başa yedik.

"Tezgâhı" sorduk:

- Nasıl kuruluyor, nasıl işliyor?

Sözünü ettiğimiz tezgâh "derin ilişkiler" tezgâhı.

"Ergenekon benzeri" yapılanmalar.

"Çeteler."

"Mafyavari" işler, ilişkiler.

***

Mehmet Elkatmış:

- Başta bir senaryo yazarı var... Organizatör.

- Organizasyonun tetikçi ayağı mevcut.

- Kimi ideolojik amaçla gönüllü tetikçi... Kimi parayla tutulmuş tetikçi... Kimi de kandırılmış tetikçi.

- Bir de bu işin koruyucu ayağı var.

- Koruyucu güçler içinde kimler yok ki... Bürokrasi, siyaset, yargı, güvenlik güçlerinden birileri.

***

Dedik ki "bu konu ne zaman halledilecek?"

Ne zaman "kökü kazınacak?"

Elkatmış da dedi ki:

- Kurumsal korumacılık var... Kurumlar kendi adamlarını kolluyorlar... Ancak kurum içi bir menfaat çekişmesi olacak ya da biri çizginin dışına çıkacak ki, kurum o adamını teslim etsin... Aksi halde zor, çok zor.

Devede kulak

Mehmet Elkatmış, 22 Temmuz seçimlerinden önce TBMM Başkanlığı'na bir soru önergesi vermiş.

"Bazı sorular" sormuş.

İçişleri Bakanlığı'ndan cevap istemiş.

Seçimden sonra bir gün yolu Meclis'e düşmüş.

"Benim sorularıma yanıt geldi mi" demiş.

"Geldi" yanıtını almış.

***

Sorular "mafyalar, çeteler, yasadışı yapılanmalar" üzerine.

Yanıtlar "uzun."

Özetleyecek olursak...

Polis, son 10 yıl içinde 3 bin 12 operasyon yapmış.

24 bin 931 kişi yakalanmış.

Bunlardan 8 bin 601'i tutuklanmış.

Aynı süre içinde jandarma 771 operasyon yapmış.

10 bin 437 kişiyi yakalamış.

Bunların 6 bin 269'u tutuklanmış.

Bütün bunların "il il dökümü" var.

Ama fazla ayrıntıya girmeyelim.

Ve Mehmet Elkatmış'ı dinleyelim:

- Size verdiğim bilgiler, sıraladığım sayılar devede kulak.

- Neee, devede kulak mı?

- Elbette, ne sanıyorsunuz?.. Türkiye'de devlet içinde devlet, çete içinde çete, mafya içinde mafya var.

***

Roman gibi

Mehmet Elkatmış'a "Susurluk Komisyonu anılarını" sorduk.

Dedi ki:

- Bilgisine başvurduklarımızın bir kısmı gelmedi.

- Gelenlerin bir bölümü bilgi vermedi.

- Bazıları, araştırmayı saptırmaya çalıştı.

- Birkaç kişi de ne biliyorsa anlattı.

Elkatmış:

- Ancak açık konuşan, şeffaf olan, bildiği her şeyi komisyonla paylaşanların başına da daha sonra gelmedik iş kalmadı.

Mehmet Elkatmış "birkaç isim verdi." Komisyonda "açık açık konuşan biri" mahkemeye verilmiş, hapse atılmış.

Bir başkası "erken emekli edilmiş." Diğeri "kazaya kurban gitmiş."

Dün 3 saat boyunca Elkatmış'tan dinlediklerimizin tamamını yazacak olsak "36 kısım tekmili birden" film olur, "dizi" olur, "roman" olur.

Derin tezgâh

Birkaç yıl önce Mehmet Elkatmış, Diyarbakır Cezaevi'ni gezerken demişler ki:

- Şemdin Sakık da burada.

Elkatmış, Şemdin Sakık'a sormuş:

- Her şey geldi geçti. Sen bir tarihte "şu gazetecilerin PKK ile çıkar ilişkisi var" diye bir ifade verdin mi? Bu işin aslı nedir?

Sakık "vermedim" demiş:

- Ancak benim önüme bu metni koydular... Böyle bir ifade ver, dediler... İmza istediler... Reddettim.

"Sonucu" biliyorsunuz.

"Birilerinin" yazdığı ve "hukuken olmayan bir ifade" ile, bazı gazeteciler "lekelendiler." "İşten" atıldılar. "Olayın aslı" sonra anlaşıldı ama...

Neye yarar?

Sabah, 25 Ocak 2008

Yavuz Donat

26.01.2008


 

Atilla Yayla çok şey mi istiyor?

Demokratik bir ülkede, 'kötü' bir görüntü yüzünden Youtube'un kapatılacağı söylense, muhtemelen şaka sanılırdı. Keşke biz de öyle sanabilseydik, ama 'Atatürk'e hakaret içeren' bir video yüzünden, olağanüstü zengin bir iletişim kanalına toptan yasak getirildi. Haberlere göre, sık sık darbelerle gündeme gelen Tayland da 'Krala hakaret'ten dolayı Youtube'u kapatmış.

Onca demokratikleşme adımından sonra, Türkiye hâlâ yasaklarla gündeme geliyor. Hafta başında da Prof. Dr. Atilla Yayla, ifade özgürlüğünü kullandığı için hakim karşısına çıkacak.

Hatırlayalım, Prof. Yayla, İzmir'de düzenlenen bir panelde, Kemalizmin ilerlemeden çok gerilemeye tekabül ettiğini ve Batılıların 'neden her yerde aynı adamın resimleri olduğunu soracağını' ifade etmiş, ancak konuşması çarpıtılarak 'haber'leştirildiği için hakkında dâvâ açılmıştı. Şimdi O, AİHM'nin Türkiye'yi sıkça mahkum ettiği 5816'dan yargılanıyor.

Dünya'nın bütün bu 'bize özgü' gariplikleri nasıl izlediğini kestirmek güç değil.

Youtube'dan dolayı gülmekle yetinebilirler, ama paneldeki sözlerinden dolayı her bakımdan mağdur edilen Prof. Yayla olayını daha ciddi takip ettiklerini biliyorum.

Uluslararası düzeyde akademik özgürlüğü ve eğitim hakkını korumak ve ihlallerle mücadele etmek için UNESCO bünyesinde bir araya gelen 20'den fazla insan hakları örgütünce kurulan ve eğitimle ilgili başka kuruluşları da bünyesinde toplayan Eğitim ve Akademik Haklar Ağı (The Network for Education and Academic Rights- NEAR), olayı dünyaya Türkiye'de Atatürk hakkındaki yorumundan dolayı hapis cezası istenen profesör olarak duyurdu. NEAR'la birlikte, akademik özgürlüğü koruma amaçlı, üniversitelerin oluşturduğu İtalya merkezli diğer bir örgüt, Manga Charta Universitatum, üyesi olan Gazi Üniversitesi'ne, akademik özgürlüğü neden korumadığını resmen sordu. International Policy Network (IPN) de bir bildiriyle, dünyanın dikkatini bu davaya çekti. İfade özgürlüğünü koruma amaçlı Article 19 ile PEN de olayı takip ediyor.

Belki 'düşük standartlı demokrasi'ye bir ölçüde alıştırıldığımız için bu tür yasaklar veya yargının AİHM'nden dönecek kararları yeterince sorgulanmıyor. Ama dünya, düşüncelerini ifade ettiği için cezalandırılmak istenen bir üniversite hocasını görüyor. Avrupa Parlamentosu milletvekili ve AB - Türkiye Ortak Parlamento Komitesi Başkan Yardımcısı Andrew Duff, Prof. Yayla'ya yapılanları eleştirdiği 6 Haziran 2007 tarihli Financial Times'taki bir makalesini şöyle tamamlıyor: ' ... ve düşünün, korumalar eşliğinde mahkeme koridorlarında yürüyen ılımlı bir siyaset profesörü.'

Youtube veya Prof. Yayla olayı. Bunlar, dünya görsün veya görmesin, insan onuruna yaraşır biçimde yaşamak isteyen bizim sorunlarımız.

Prof. Yayla, 6 Aralık 2006 tarihli Int. Herald Tribune'deki makalesinde, kendisini şöyle ifade ediyor:

'İfade özgürlüğü herkes için önemlidir, ama bir akademisyen için hayatın kendisidir. Ben bir akademisyenim. Kuşku duymak, eleştirmek ve değerlendirmek benim işim. Düşüncelerim rasyonel bir biçimde çürütülünceye kadar onların arkasındayım. Türkiye'yi seviyorum ve medeni bir ülkede yaşamak istiyorum.'

Çok şey mi istiyor? Dünyanın ne dediği de bir yana, düşünce cezalandırılmasın diyen bizler de çok şey mi istiyoruz?

Star, 25 Ocak 2008

Berat Özipek

26.01.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri