Hükümet, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne terör örgütü PKK'ya karşı gerekirse sınır ötesinde operasyon yetkisi veren tezkereyi Meclis'e gönderdiği günlerden beri aynı şeyi yazıyorum. Türkiye, bütün iç ve dış gücüyle, diplomasisinin bütün ağırlığıyla Kuzey Irak'ta üslenmiş olan PKK'yı oradan söküp atmak için yüklendi.
Yapılan yanlış bir şey değil ama bu yüklenmeye başlandığı andan itibaren, ulaşmak istediğiniz sonuç her neyse o sonucu alana kadar atılacak bütün adımların stratejik planlamasının daha ilk günden yapılmış olması gerekiyordu. Ben de o dönemden beri soruyorum: Bizim özel olarak PKK ve genel olarak Kürt sorunu konusunda bir stratejimiz, nihai hedefimize ulaşmanın yol haritası yerine geçecek bir planımız var mı, diye.
Nihai hedefimiz, herhalde hangi etnik kökenden geliyor olursa olsun her vatandaşının içinde yaşamaktan memnun olduğu bir demokratik cumhuriyete ulaşmak.
Bu hedefe ortada bir etnik ayrılıkçı terör hareketi, üstelik ciddi dış desteğe sahip bir terör hareketi olmadan ulaşmak bile öyle kolay değilken bir de denklemde PKK gibi bir faktörün bulunması işleri iyice içinden çıkılmaz hale getiriyor belki.
Devlet katında üzerinde anlaşmaya varılmış konu başlıklarından birinin PKK'nın terör örgütü olarak etkisiz hale getirilmesi, halkla PKK arasındaki mesafenin açılması ve örgütün marjinalize edilmesi olduğunu öteden beri biliyoruz. PKK da, 'Ben silah bırakıyorum ve taleplerimi bundan böyle barışçıl siyasi yollarla dile getireceğim' demediğine göre, devlet katındaki teröristle mücadele yöntemini değiştirmeye gerek de yok.
Ancak başta da söylediğim ve iki gündür de yazmaya çalıştığım gibi tek mesele PKK ve onun terörüyle başa çıkma yolları değil. Ortada bir de sırf etnik kökeninden ötürü farklı muameleye, ikinci sınıf insan muamelesine tabi tutulduğunu düşünen insanlarımız var.
Bir yandan Türkiye ulusal ve uluslararası bütün gücünü ortaya koyup PKK ile savaşta belli avantajlar elde ederken şunu da hesaplamak lazım: Bugün sahip olunan ortamı bir kez daha aynı şekilde bulamayabiliriz, o yüzden işimizi şimdi bitirmeliyiz, bu sorunlar yumağını bir seferde çözüm yoluna sokmalıyız.
O yüzden Amerikan Başkanı Bush'un Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görüşmesinde 'siyasi çözüm' konusunu açması, buna karşılık Gül'ün, Türkiye'de zaten yürüyen demokratik reform sürecinden söz edip 'PKK ile pazarlık manasında bir siyasi çözüm konuşulmadı' demesi, iki ülke arasında görüş farkı bulunduğuna değil aynı konunun etrafında buluşulduğuna delalet eder.
Yalnız Cumhurbaşkanı Gül'ün 'devam ediyor' dediği demokratik reform süreci gerçekte devam falan etmiyor. Bugüne kadar atılan bazı adımların devamının gelmesi, hatta ezber bozucu açılımların yapılması gerekiyor bu alanda.
Benim favori örneğim ve isteğim, mesela Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in bir sabah ansızın ilköğretim okullarının 7 ve 8. sınıflarıyla liselerin 10 ve 11. sınıflarında Kürtçe dilinde seçmeli bir 'Kürt Dili ve Edebiyatı' dersi verilmesi için çalışmaya başladıklarını açıklaması.
Benzer bir biçimde mesela Van'daki 100. Yıl ve Diyarbakır'daki Dicle üniversitelerinin senatolarının toplanıp YÖK'e bir 'Kürt Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Enstitüsü' kurmak için başvurma kararı almaları ezber bozucu olacaktır.
Ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, maalesef geçen hafta sonunda bu kapıyı tamamen kapatan bir açıklama yaptı. Oysa bu talepler modern bir demokratik devletin çok zaman önce yerine getirmiş olması gereken isteklerdi.
O bakımdan, Cumhurbaşkanı Gül'ün 'Zaten sürüyor' dediği demokratik ve kültürel reformlara bir an önce başlanması gerekiyor. Gecikmenin kimseye bir faydası yok.
Radikal, 11 Ocak 2008
|