Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi (EDAM) Başkanı Sinan Ülgen'in Neşe Düzel'e verdiği mülakatta (Taraf, 31 Aralık 2007) söyledikleri dikkate değerdi: AKP "Türkiye'yi nereye götürmek istediğine dair endişelerin bir ölçüde ortadan kalktığı noktaya kadar AB ile ilişkileri ilerletti..."
Son seçimde % 47 oy alınca, artık meşruiyet sorununun bittiğine karar verdi. Parti içinde "AB şüphecileri" arttı; Cemil Çiçek, Mehmet Ali Şahin, Beşir Atalay, Abdülkadir Aksu, Bülent Arınç bunların başlıcaları...
Katılım müzakerelerine başlanması kararının alındığı 2005'ten bu yana Türkiye'de Kopenhag Kriterlerini yerine getirmeye yönelik reformların yavaşladığı, uygulamada dengesizlikler görüldüğü bir gerçek. Ne var ki bu durumun nedenlerini irdelerken şu hususların da dikkate alınması gerekir: Üyeliğe aday ülkelerin hiçbiri AB'den, Türkiye kadar sınırlı teşvik görmedi. Aday ülkelerin hiçbirine, müzakerelere başlandıktan sonra, birliğin önde gelen üyeleri tarafından "Gelin size 'ayrıcalıklı ortaklık' verelim" denmedi¸35 başlıktan 14'ü askıya alınmadı. BM ve AB'nin desteklediği kapsamlı çözüm planına hayır diyen Kıbrıslı Rumlar AB'ye üye yapılırken, evet diyen Kıbrıslı Türkler dışarıda bırakıldı. Bütün bunların, AB'nin Türkiye üzerindeki "yumuşak gücü"nü büyük ölçüde ortadan kaldırdığı, üyeliğe halk desteğini ciddi bir şekilde azaltırken AB muhaliflerinin ekmeğine yağ sürdüğü muhakkak. AB'den gelen olumsuz sinyallerin AKP iktidarını etkilediğine de kuşku yok. Ama Türkiye'de siyasetin yegane oyuncusu AKP değil. Reformların durma noktasına gelmesini, parlamento içindeki ve dışındaki "AB şüphecisi" muhalefetten, bu arada asker-sivil bürokrasiden gelen direnişi dikkate almadan açıklamak mümkün değil. Ama bütün bunlar, tabii ki, AKP iktidarına şu hususların hatırlatılmasına engel değil: Türkiye'nin AB üyeliği yolunda kazanılmış hakları, AB'nin Türkiye'ye karşı yükümlülükleri var. Türkiye'nin AB'de muhalifleri kadar güçlü yandaşları bulunuyor. Türkiye, hakkı olan üyeliği kazanmak için en büyük gayreti kendisi göstermeli, reformları sürdürerek yandaşlarının elini güçlendirmelidir. (Bunları belki en iyi ifade eden yine bir AKP'li, Ankara milletvekili Haluk Özdalga oldu Bkz: "Türkiye şimdi vites büyütmeli", Yeni Şafak, 16 Aralık 2007).
AB reformlarının asıl önemli olan yanı, Türkiye'yi çağdaş bir piyasa demokrasisi yapacak olması. Sonunda AB kendi ilkelerini çiğneyerek Türkiye'yi birlikten dışlayacak olsa dahi, reformlardan kazanacak olan Türkiye. Devletin içine yuvalanmış olan çetelerin, siyasi cinayetlerin temel hedefi AKP iktidarı. Eğer AKP iktidarı kendini sağlama almak istiyorsa, hukuk devletini güçlendirmek, çeteleri ve siyasi cinayetleri bütünüyle aydınlatmak zorunda. Yeni anayasa, Türkiye demokrasisini bürokratik vesayetten kurtarmakla kalmamalı, etnik ve dinsel kimlik ayrımı gözetmeksizin bütün yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini güven altına almalı. AKP iktidarı altında ifade özgürlüğü yolunda ilerleme sağlandığına kuşku yok. Ne var ki, başta TCK'nın 301. maddesi olmak üzere ifade özgürlüğü alanındaki tüm anti-demokratik düzenlemelerin yürürlükten kaldırılması gerekir. TCK 301 hakkında yapılacak en doğru şey, bu maddeyi iptal etmek.
Türkiye Başbakan Erdoğan'ın öngördüğü üzere Kyoto Protokolü'nü imzalamalı, Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne taraf olmalı, böylelikle Avrupa değerlerine bağlı olduğunu göstermelidir. Bunları yapmayan bir ülkenin BM Güvenlik Konseyi üyeliğine seçilmesi tasavvur edilemez. AB katılım süreci, ilgi alanı genişleyen Dışişleri Bakanlığı'nın pek çok işinden biri olamaz. AB'yle ilişkileri yürütmek üzere bir AB Bakanlığı kurulmalı, Başmüzakereci de AB Bakanı olmalıdır. Bütün olumsuz koşullara rağmen yurttaşların en az yarısı AB üyeliğini desteklemeye devam ediyor. İki seçmenden biri AKP'ye oy verdiyse, üçte ikisi de hükümete ve Meclis'e güven duyuyor. AKP hükümeti reformları sürdürmek için gerekli halk desteğine fazlasıyla sahip. Savsaklama için bahane yok.
Zaman, 8.1.2008
|