Konda’nın anketinde dün: Türkiye’nin inanç kümelerinin dağılımı: Dindar: Yüzde 52.8. Sofu: Yüzde 9.7. İnançlı: Yüzde 34.3. İnançsız: Yüzde 2.3 Ateist: Binde 9.
Bu rakamlar Türkiye toplumunun çoğunluğu “dindar” en azından “İnançlı” bir toplum olduğunu gösteriyor. İnançsızlık, ateistlikle birlikte yüzde 3 civarında kalıyor.
Dün de ifade ettim, başörtüsü-türban bir Türkiye gerçeği. Yani toplumun büyük çoğunluğu ya başını bir biçimde örtüyor, ya da “kamu görevi” dahil hayatın tüm alanlarında var olmasına sempati ile bakıyor. Diyelim bir siyasi iktidardan, toplumun bu sosyal vakıasına saygılı olmasını beklemek tabii değil mi? Bir şey daha: Böyle bir toplumsal vakıa varsa, bunun en azından sistem yapısı içinde temsili gerekmez mi? Bir şey daha:
Böyle bir toplumsal vakıanın hayatın bazı alanlarında yasaklanması toplumsal huzursuzluğa yol açmaz mı? Bir şey daha: Medya, şayet kamusal bir görev içinde ise, toplumdaki bu huzursuzluğu dile getirip, çözümlenmesi yolunda çaba sarf etmez mi? Tabii olan bu değil mi? Türkiye’de olan ise başka. Bir kere toplumdaki başörtüsü gerçeği sanki bir “tehlike sinyali” imiş gibi sunuluyor.
Köşe yazıları, başörtüsü - türban fobisi üretiyor. Buradan yola çıkarak, başörtüsü - türbanı özendirdiği gerekçesiyle siyasi iktidar köşeye sıkıştırılmak isteniyor. Başörtülü kadının, Meclis’te siyasi temsiline imkan verilmediği halde, medyanın bu kesiminde bunu eleştirir nitelikte tek satır yer almıyor.
Başörtüsü yasağına karşı çıkmak bir tarafa, yasağı kaldırma yolundaki tüm girişimlerin önü kesilmek isteniyor. Ve, başörtüsü karşıtı tavırla, yasak yüzünden devam eden toplumsal gerilimi daha da besleyecek bir dil kullanılıyor. Bunun net yorumu en nazik ifadeyle söylemek gerekirse; -Halk karşıtlığıdır.
Bu çizginin, başını örtmediği halde, “başörtüsü hayatın tüm alanlarında serbest olsun” diyen halk kesimi (Konda anketinde bunların oranı bile yüzde 48.8 gözüküyor, üniversitelerde başörtüsü yasağının kalkmasını isteyen başörtüsüzlerin oranı yüzde 55. 9) ile bile bağdaşık olmadığı görülüyor. Bu çizginin anketlerde yüzde kaça tekabül ettiğini tam olarak bilmiyoruz. Belli ki toplum bünyesinde “türban”a daha çok olmak kaydıyla “başörtüsü karşıtı” bir kesim var. Bunun oranı muhtemelen yüzde 20’ler civarında...
Diyelim yüzde 25 olsun. Bu durumda yüzde 75-25 oranlaması ortaya çıkmış oluyor. Ve bu çizgi, toplumun yüzde 75’nin yönelimi ile mücadeleye girişiyor. Yani toplumun yüzde 75’i başörtüsü - türbana sempatiyle bakıyor, yüzde 25’i karşı...
Ben bunu söyleyince hemen savunma başlayacak, biliyorum: -Biz başörtüsüne karşı değiliz! Bu savunma söylemi, aslında derinlerde toplumla karşı karşıya gelmeme refleksinin ürünü olabilir. Ama reel duruşun, “toplum çoğunluğu ile mücadele” olduğu açık.
“Göbeğini kaşıyan adam” aşağılamasını hatırlayalım. Toplum, neredeyse 1946’dan bu yana, hep bunların beklediğinden başka bir iktidar çıkarıyor ve bunlarda topluma yönelik aşağılamanın ve öfke tufanının arkası gelmiyor.
-Bu memleketi bir türlü adam edemedik! Ama bunun sonu yok. Sonu çıkmaz.
Bir tek demokrasi dışı müdahale yolu var, eskiden bu söylemler onu çağırmak için olurdu, şimdilerde o da imkansız görünüyor. Ve bu yüzden, sütunlarda müthiş bir kıvranma psikolojisi gözleniyor. Muhakeme abuklaşıyor, düşünce sistemi darmadağın oluyor, kimin nerede durduğu belirsizleşiyor. Çıkış yolu: Toplumu anlamak ve toplum gerçeğine saygı duymak. Çoğunluk mutlak gerçektir demek istemiyorum, ama kategorik bir çoğunluk düşmanlığının da iflah olmaz bir yöneliş olduğunu biliyorum.
Bugün, 6.12.2007
|