HÂKİM ve Savcılar Kanunu, Türkiye’nin ‘ezeli’ bir tartışmasını yeniden gündeme getirdi: Seçilmiş hükümet ve parlamento ile “atanmış” ama bağımsız ve tarafsız olması gereken yargı arasındaki denge sorunu...
Yeni kanuna göre, hâkim ve savcı adayı olmak isteyenler önce ÖSYM’nin yapacağı yazılı sınavı kazanacak.
Eskiden de böyle merkezi yazılı sınav yapılıyordu. Değişen bir şey yok.
Sonra Adalet Bakanlığı’nın kuracağı bir komisyonda yapılacak mülakat sınavına girecekler. Eskiden de böyleydi, yeni kanunda da böyle!
Hatta eskiden yazılı sınav ve mülakat eşit ağırlıktaydı. Yeni kanun ise yazılı sınavın puan ağırlığını 70’e çıkarıyor, mülakat sınavının puan ağırlığını 30’a indiriyor!
Sistemi eskisine göre daha objektif hale getiriyor.
Yine de “Yargı siyasallaşır” diye itiraz ediliyor.
Merhum Ecevit, 1970’lerde yayımlanan “Atatürk ve Devrimcilik” adlı kitabında “Yargı devrimcilerin elindedir” diye açıkça yazmıştı! Yargının belli bir yönde “siyasallaşmış” tutumlarına dair örnekler uzun bir liste oluşturur. Bu çevreler bundan hiç şikâyetçi olmadılar.
Asıl siyasallaşma bu itirazlardır.
Yargı yolu?
Kanuna itiraz edenler adaylığa kabul için mülakat sınavının Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından yapılmasını istiyorlar. Prof. Zühtü Aslan dikkatimi çekti: HSYK’nın kararları yargıya götürülemez, ama Adalet Bakanlığı mülakat sınavlarında haksızlık yaparsa yargıya gidip iptal ettirilebilir.
Halbuki, HSYK’nın kararlarına karşı yargıya gidilemez; meslekten atılan Van Savcısı yargıya gidememişti nitekim.
Kaldı ki, yeni kanuna göre de, adaylar staj dönemini tamamladıktan sonra, “mesleğe kabul” kararını HSYK verecektir. Son sözü HSYK söyleyecektir.
Anayasa Mahkemesi de 2005/47 Esas sayılı kararında, adaylık için mülakat sınavının Adalet Bakanlığı tarafından yapılmasını Anayasa’ya uygun bulmuş, aksini iddia eden Danıştay’ın başvurusunu reddetmiştir.
Yeni kanuna göre, mesleğe kabulde son söz yine yargıda olacak; Anayasa’ya da uygun... Öyleyse niye bir bardak suda fırtına?!
Asıl “siyasallaşma” budur!
Liberal demokraside...
İşin prensip tarafı, yargının sadece bağımsız olması değil, aynı zamanda tarafsız olmasıdır; bu bir.
İkincisi, adalet hizmetleri siyasi sorumluluk gerektirir ve Adalet Bakanlığı’ndan tamamen koparılamaz. Onun için aday seçimi ve adalet hizmetlerinin yönetimi konularında bütün demokrasilerde Adalet Bakanlığı’nın sınırlı ve dengeli bir rolü vardır. Prof. Ergun Özbudun’un belirttiği gibi, bütün üyelerini yargının seçtiği bir Yüksek Kurul, “bir çeşit kast zihniyetine sahip bir ‘yargı teknokrasisi’nin oluşmasına ve yargının toplumdaki değişimlere duyarsız kalmasına yol açabilir!”
Prof. Özbudun bu satırları bugün değil, 1986’da yayımladığı “Türk Anayasa Hukuku” adlı kitapta yazmıştır!
Tartışmanın özünde felsefe farkı vardır:
Seçilmişlerin sorumlu oldukları alanlarda yetkili de olmalarını, tarafsız yargı tarafından denetlenmelerini savunan liberal demokrasi...
Öbür yanda ‘devlet iktidarı’nın üstünlüğüne ve yargının da bu iktidarın bir unsuru olmasına inanan Jakoben demokrasi...
Türkiye geliştikçe liberalleşiyor. Sorunları, büyük gerilimlere sebebiyet vermeden çağın anlayışına göre çözmeliyiz.
Milliyet, 6.12.2007
|