Yeni Asya’nın sorularını cevaplandıran Kanadalı Müslüman yazar Fred Reed, Kur’ân’ın kolay anlaşılmayan sırlarla dolu olduğuna dikkat çekerek, “Onu daha iyi anlayabilmek için Risale-i Nur gibi bir anahtara ihtiyaç var” diye konuştu.
* Müslüman olduğunuzu biliyoruz. İslâmiyeti seçtikten sonra hayata bakışınız nasıl değişti?
Dünyaya bakışım uzun yıllardır değişmişti. Ben aslında yıllardır yavaş yavaş İslâmiyete doğru çekiliyordum. Sonunda Müslüman olduğumda bu tek bir kolay adımla oldu. Yani İslâmiyeti seçerken İslâmiyet benim için sırlı ve gizli değildi. Tamamen sırlı bir dünya değildi yani. Tabiî ki bir şeyi dışardan görmekle, içinde bulunmak her zaman farklı şeylerdir. Müslüman oluşum son tahlilde benim için tabi önemli bir adım, belki bir algılayış ve idrak değişikliği ama bütünüyle bir değişim diyemem. Çünkü şunu demek istiyorum, İslâmdaki ilkeler ve değerler, İslâmiyetin mesajı, zaten tamamen benim değerlerimle uyum gösteriyor.
* Bu yolda son adım nasıl oldu?
Ben Müslüman olmadan önce Ramazan’da oruç tutmaya başladım. Burada Türkiye’de başladım. Ramazan’da hemen herkes oruçluydu. Bu durumda birşeyler yeyip içmek benim vicdanımı rahatsız ediyordu. Otelime gidip gizlice yeyip içiyordum ve kendimi kötü hissediyordum. Sonra dedim ki, “Hayır, böyle olmayacak, ben de orucun nasıl birşey olduğunu denemeliyim.” Herkes yapabiliyorsa ben de yapabilirdim. Yani buna önce fiziksel bir mücadele gözüyle bakıyordum. Sonra bu fiziksel sınav zamanla manevî bir etki göstermeye başladı bende. Bunu 2 sene boyunca denedim. Sonra bir daha Ramazan geliyordu. Ben de kendi kendime sordum: “Bunu neden yapıyordum?” Sadece fiziksel bir sınav olduğu için ya da başka bir sebeple mi yapıyordum? Kendimi bu konuda sorguladım. Sonra Kanada’daki caminin imamını aradım. Buluştuk. O, bir gayri müslim olarak oruç tutmamda bir sorun olmayacağını ve Allah’ın (cc) orucumu kabul edeceğini söyledi. Ancak tabi bir Müslüman olarak oruç tutmamın da daha iyi olacağını ekledi. Böylece elde edeceğim sevabın kat kat artacağından bahsetti. Sonra yaptığımız konuşmalar ve topladığım argümanlar benim bazı eksiklerimi tamamladı. Bende tek eksik olan aslında şahadet getirmekti. Çünkü çok mesafe kat etmiştim aslında. Ve sonunda o eksiği de tamamlamış oldum. Müslüman olmadan önce içki içmeyi, domuz eti yemeyi de bırakmıştım zaten. Bir gazeteci olarak uzun yıllar Müslüman ülkelerde araştırmalar yaptım ve böylece aslında İslâma oldukça aşina oldum. Aslında Batıdaki bir çok insanın ana problemi bu. Yani gidip İslâmi yerinde görmemeleri. İslâma aşina olmamaları ve bunun neticesinde ona yabancılaşmaları. Benim öyle bir şansım oldu hayata İslâmî bir bakış açısıyla bakmayı öğrendim. Batı medyasının da buna ihtiyacı var aslında.
* Risâle-i Nur eserlerinin etkisi var mıydı İslâmiyeti seçmenizde?
Müslüman olmamda ana etken Türkiye’de yaptığım araştırmalar. Türkiye benim için elbette bir dönüm noktası oldu. Türkiye’deki Müslümanların sekülerleşmeye karşı verdikleri devasa mücadele önemliydi. Dolayısıyla Risâle-i Nur’un bu açıdan benim İslâmiyeti seçmemde kesinlikle etkisi oldu. Direkt olmasa da dolaylı etkisi çok önemliydi diyebilirim. Ben bunu yazdığım kitapta da belirtmiştim. Şimdi de Kur’ân-ı Kerim’deki herhangi bir konuyla ilgili tefsir ve yoruma ihtiyacım olsa ilk baktığım kaynak Risâle-i Nur olmaktadır. Kur’ân kolay anlaşılmayan sırlarla dolu. Onu daha iyi anlayabilmek için Risâle-i Nur gibi bir anahtara ihtiyaç var.
* “Anadolu Kavşağı” kitabınızda Batılı oryantalist bakıştan sıyrılmayı nasıl becerebildiniz?
Ben zaten bu kitabı oryantalist bakış açısına karşı bir duruş olarak kaleme aldım. Onların teorilerini direk değil ancak dolaylı olarak sabote etmek niyetindeydim. Aslında “doğu” olarak nitelendirilen İslâm dünyasının karanlık bir geçmişi asla olmamıştır. İslâm medeniyeti insaniyetin parlak bir parçasıdır. Said Nursî’yi, Türkiye gerçeğini ve İslâmiyeti anlamadan İslâm dünyasından bahsedilemez. Ben de içerden bir bakış açısıyla yansıtmaya çalıştım. Batı toplumunda İslâm ve Türkiye konusunda bir cehalet var aslında. Bu derin bir okyanus gibi ve bunu aşmak gerekiyor.
|