Güneş zirveden doğuya doğru daha yeni doğrulmuş ki, ben oturduğum yerden kalktım. Bu billur güz havasında kitaplar arasında bile olsa oturulmaz dedim; büyük kitabın içinde gezmek ve oradan güzelliklere dokunmak gerek diye düşündüm.
O kadar acele dışarı çıktım ki, derin nefes alınca ancak içeride boğulacak gibi olduğumu hissettim. Meğer içimin karanlığına gömülmüştüm. Her zamanki yere gittim elbette. Çünkü oradan her şey daha güzel görünüyordu. Dostum yanımda yok; ama yine de burada içimde duyduğum coşkuyu başka bir yerde bulmak çok zor.
Sera Gölü'nü tam zirveden kuşbakışı seyrediyorum. Göl, akan yağmur sularıyla kana bulanmış gibi. Anlaşılan o da tabiattaki celâl mucizelerine çanak tutuyor; başka yerlere sirayet etmesin diye kolaylıkla denize salmıyor kendisine gelenleri. Bir taş bulup üzerinde oturunca yalnız olmadığımı anladım. Bir defa yazdan kalma mükemmel bir hava var. Güneş tam ısıtıyor etrafı. Ben tam yabanî kekik çiçeklerinin ortasındayım. Çiçeklere büyük şevkle konup kalkan yüzlerce arı var. Zaman zaman bir top haline gelip gözümün önünde dans eden sinekler, yoksa yaz geri mi döndü diye düşündürmüyor değil. Morumsu çiçeklerin arasında bembeyaz papatyalar ise "bize de bize de" der gibi gülüp duruyorlar.
Tabiat bir kitaptır elbette. Açılan sayfanın şirazeden en uzak yerdeyim ve karşısına gelen sayfanın güzelliklerinin tam karşısındayım. Ama iç âlemimle dış âlem örtüşmüyor. Birbirine yabancı sanki. Biraz düşününce kendime de yabancı olduğumu anladım. Ve kendine yabancı olanın her şeye yabancı olacağını işte şimdi daha iyi hissetmeye başladım. "Kendini bilen Rabbini de bilir" kutsal cümlesine yüklenilen anlamlar boşuna değildi. Gelişimimizi ifade eden veciz bir cümle!
Tabiat baştan başa Yaratıcının san’atı olması açısından asla bir kusur taşımaz. Her şey güzel ve yerli yerindedir. Ona dikkat eden mutlaka içindeki hüznü dağıtmak için gayret göstermiştir. Manzaralı yerler Yaratıcının Cemal sıfatının bir tezahürü, yani asıl güzelliğin bir küçük örneği. Ben bu güzelliğin bin bir nakışlarının tam ortasındayım.
Kendimi dış güzellik, sessizlik ve ahenge uydurmaya çalıştım. Düşündüm; ikisi de bir ustanın eseri. San’at bakımından birbirinden geri değil. Biri huzur bahşediyor ve diğeri kavga, kargaşa ve savaş kusuyor. Anladım ki, bize ettiğimizi başkası etmiyor; en büyük düşmanımız yine kendimiz. Savaşı körükleyen dıştan çok içimizdir. Dış güzellikleri bozan insanlardır. Ve insan bir gün kıyameti de getirecek!
Al rengi alan Sera Gölü'nde bir kayık dönüp dolaşıyor. Üzerinde yüzen ördekler uzaktan bile olsa gözüküyorlar. Yakamozlar denizde mehtaplı gecelerde gözükür. Sera Gölü'nün güneşin ışınlarını yansıtan parıltıları da daha bir güzellik veriyor. Görünüp kaybolan parıltılar elbette bana işmar ediyorlar, içimdeki sıkışmışlığıma inat olarak; ben de içime rağmen el sallıyorum.
Ama burada vardığım bir şey oldu; dünya yalnız seyre değer bir şey, ama asla boğulurcasına içine dalmaya değmez. Dünyanın bizi yutması sınavı kaybetmek demek. Bizi dünyaya çağıran çok şeyler var. Onlara uzaktan bakmak güzel; ama onlara yapışarak bizi alıp götürmeleri ise çok kötü. Sanırım onların tokat acılarını çekiyoruz. Tam bir seyirci olmalıyız. Dış dünyamızın olduğu gibi iç dünyamızın da. Tat alıp mest olmaya yoğunlaştığımızda bekleyelim ki, uzun sürmez aldığımız tadın bedeli bize çok pahalıya mal olacak.
Kimbilir, hepimiz kaç bin kez bu tecrübeyi yaşadık. Ama nedense bir tecrübeden sonra ayılan çok az. Tabiat sürekli bu telkini yapar. Ama onu görecek iç gözümüz kapalı. Çektiğimiz acılardan bile ders almıyoruz.
Kelebekler biri konup biri kalkıyor. Cümbüş var. Kara kargaların da cümbüşü var; biraz ötemde sekip sekip yürüyorlar. Özetle dışımda bayram var. İçimde mi? Onu dışıma uydurmaya çalışıyorum. İçimdeki kavganın ne zaman durulacağını bilemem. İnanıyor musunuz, insanın bunu yalnızca fark etmesi de güzel.
Ve Sera Gölü'nden, tepeler, koyu yeşil, kelebekler, arılar ve dans eden sineklerden herkese selâm.
[email protected]
|