Yeni anayasa tartışmaları tam da 12 Eylül’ün 27’nci yıldönümüne denk geldi.
Bu vesile ile Yargıtay eski Başkanı Sami Selçuk’un ifade ettiği gibi, ‘bir anayasadan ziyade cezaevi tüzüğüne benzeyen’ bu askeri anayasanın 25 yıldır uygulanmakta olduğu gerçeğini bir kere daha idrak etmiş olduk.
Hazırlanmakta olan yeni anayasa için yapılan en önemli tanım, bunun ‘sivil’ bir anayasa olacağı ile ilgili.
12 Eylül darbesinin yıldönümünde böyle bir anayasa ile darbecilerden ve o kanlı dönemde insanlık suçu işleyenlerden hesap sorulmasının yolu açılabilir diyenler var.
Bazı hukukçular, özellikle darbecilerin ve onların suç ortaklarının her türlü uygulamalarını dokunulmaz ve kovuşturulmaz kılan Geçici 15’inci Madde’nin de kaldırılacağı düşünülürse, bunun mümkün olabileceğini ileri sürüyor.
Bu görüşü savunanlar, darbecilerin ve suç ortaklarının zaman aşımı gibi hukuki bir kalkandan da yararlanamayacaklarını söylüyorlar.
Çünkü o dönem işlenen suçlar öyle sıradan cinayet, işkence vb. suçlar değil. Doğrudan insanlığa karşı işlenen suçlar faslından sayılıyor.
Yeni Ceza Yasası’na göre de insanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı işlemiyor. Dolayısıyla bu suçlar için her zaman dava açmak mümkün.
Bu sav karşısında hemen, “Acaba?” diye düşünüyoruz.
Burası Türkiye. Rejim -rejim derken burada şimdiye kadar bu anayasanın değişmesini bir biçimde engellemiş bürokrasiyi kastediyoruz- buna müsaade eder mi?
AKP bu kadar ileriye gidebilir mi? Türkiye’nin yakın geçmişindeki bu kanlı ve karanlık bölümle hesaplaşmasına razı olur mu?
Zaten 12 Eylül’le hesaplaşmak ve o vahşet döneminin gerçekleri ile yüzleşmek için mutlaka yeni bir anayasa mı gerekiyor?
Hatta yeni ve özgürlükçü bir anayasa hazırlamanın ön şartı 12 Eylül’le hesaplaşmaktan geçmez mi?
Bu rezil ve kanlı geçmişiyle hesaplaşamayan bir ülke, kendisine nasıl yepyeni sivil ve özgürlükçü bir anayasa yapabilir? Yakın geçmişin bu karanlık sayfalarına ilişkin en azından bir vicdani muhasebe ve bir özeleştiri yapmadan böyle bir şey gerçekleştirilebilir mi?
Buradan da hemen şu soruyu sormak gerekiyor?
Bu anayasa ile geçmişimizle hesaplaşmak yerine geçmişe bir sünger çekmek amaçlanıyor olmasın?
Amaç bu olmayabilir ama ya varılan sonuç bu olursa?
Bu nedenle bu anayasa taslağının en geniş kesimlerce enine boyuna tartışılması ve bir mutabakat için yoğun çaba harcanması gerekiyor. Bu tartışmalar sırasında 12 Eylül ve yakın tarihimizin diğer karanlık olayları da konuşulabilmeli ve şimdiye kadar gözardı edilen meseleler gerçeğin ışığında değerlendirilebilmeli.
Ancak bu yapılabilirse önümüzdeki süreçte bu gibi vahşet dönemleri, kanlı uygulamaların, cinayetlerin, devletin çeteleşmesi ve bürokratik güçlerin ülke yönetimine bir biçimde müdahil olması gibi olayların önüne geçebiliriz.
Ancak bu yapılabilirse, yeni anayasaya yazılacak demokratik ve çağdaş ilkeler hayat bulabilir. Bu ilkelerin içi doldurulabilir.
Bu nedenlerle ben, sadece sivil ve demokratik bir anayasanın 12 Eylül’le hesaplaşmaya yetmeyeceğine ilişkin görüşlere kendimi daha yakın görüyorum.
Bu ülkenin 12 Eylül’le hesaplaşmadan,—isterse yeni ve demokratik bir anayasa yapılmış olsun—meselelerini çözmesinin mümkün olamıyacağına inanıyorum.
Bakın mesela, 12 Eylül döneminin en büyük vahşet abidelerinden biri olan Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde o dönem nelerin olup bittiği ortaya çıkmadan ve orada insanlığa karşı işlenen suçların hayatta olan faillerinden hesap sorulmadan yeni bir anayasanın en azından uygulama alanında fazlaca bir şey değiştirmeyeceğini sanıyorum.
Buna rağmen mutlaka birşeyler yapılması gerektiğine de inanıyorum.
Bu bağlamda geçtiğimiz çarşamba günü 12 Eylül’ün en kanlı uygulamalarına tanık olan Diyarbakır Askeri Cezaevi önünde bu vahşetin ortaya çıkarılması ve sorumlularından hesap sorulması amacıyla bir Adalet Komisyonu’nun kurulduğu açıklandı.
Bu vahşet merkezinde yatmış ya da yakınları bu zindanda hayatını kaybetmiş 12 Eylül mağdurları bu komisyona tanıklıklarını, bildiklerini, duyduklarını, öğrendiklerini aktaracaklar. Böylece bu konuda toplanan bilgiler ve belgelerle Diyarbakır Askeri Cezaevi gerçeğinin ortaya çıkması sağlanabilecek.
Bu bilgi ve belgelerle sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunulabilecek. Belki de davalar açılabilecek.
Kamuoyuna, 27 yıldır titizlikle saklanan bu vahşet merkeziyle ilgili gerçekler aktarılabilecek.
Yalnız bu konuda dikkatinizi bir noktaya çekmek istiyorum.
Burada söz konusu olan cezaevi askeri bir cezaevi. Ve bu vahşetin sorumluları asker kişiler. Bu cezaevi de diğer askeri cezaevleri gibi Genelkurmay’a bağlı.
Bu nedenle Genelkurmay’ın da bu konuda üzerine düşenler olmalı diye düşünüyorum.
Yeni Şafak, 14 Eylül 2007
|