Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Ramazan

RAMAZAN TAKVİMİ

Minareler mesut, kubbeler kutlu

Sohbetler neşeli, sofralar tatlı

Sevincimiz günden güne artıyor,

İki oldu orucumuz ne mutlu.

Abdil YILDIRIM

14.09.2007


Oruç, insanın kendine güvenini arttırıyor

Nihat Hatipoğlu’nun sunduğu Dosta Doğru programına konuk olan Gazeteci Mehmet Ali Birand, Ramazan’la ilgili özel açıklamalarda bulundu. “Ramazan’ın havası bambaşkadır” diyen Birand “Benim için Ramazan çok özeldir. Ben yetişme dönemimden itibaren dinî duyarlılığı yüksek olan biri değilim. Allah’a, Peygamberimiz’e inanırım. Ramazan benim için çok ayrı bir olgu. Kendi kendimle karşı karşıya kaldığım dönemdir. Kendine dönme ve hesaplaşma dönemidir. Herkesin dine farklı yaklaşımları vardır. Bazıları bütün kuralları yerine getirmeye çalışır, bazıları da yerine getirmez ama Ramazan’ın havası bambaşkadır. Başka dinlerde Ramazan’ın havasını veren ibadetler azdır. Ramazan’ın verdiği rahatlama havası, oruç tuttuğunuzda hissettiğiniz rahatlama bambaşka birşey... Büyük bir disiplin, insanın kendine güveni artıyor. Biz de genelde haberlerde oruçluların duygularına dikkat ederiz. Başka zaman verdiğimiz bazı haberleri vermemeye dikkat ederiz. Bir saygıdır, aynı zamanda topluma olan bir yaklaşımdır. Yayınlar değişir. Toplumun bir parçası olduğunuz sürece bunu yapmak durumundasınız. Dinle oynamak çok kolay, aynı zamanda çok da kötü birşey. Çünkü o insanlar size inandıkları zaman o insanın ince noktasıyla oynayıp yanlış fikirler sokmaya başladığınızda bundan büyük günah yoktur.”

Birand’ın, Nihat Hatipoğlu’nun “Peygamberimiz (asm) hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusuna verdiği cevap da kayda değerdi. Birand, Peygamberimiz (asm) hakkında “Kendine özgü, apayrı yeri olan bir insan. Başka dinlerle karşılaştırarak söylüyorum, Peygamberimiz (asm) gibi başka yok... O bakımdan zamanında sizin arkadaşınızdır, kardeşinizdir, babanızdır, sıkıştığınızda elini uzatan insandır. Sıkıştığınızda dönüp konuşacağınız insandır” diyerek düşüncelerini açıkladı.

Hasan Hüseyin KEMAL

14.09.2007


Allah, namaz kılan ve sabırlı kullarına yardım eder

“Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan

yardım isteyiniz. Allah sabredenlerle beraberdir.”

(Bakara, 2:153)

AÇIKLAMASI:

Allah’ın yardımı, yani rahmeti ve bereketi ancak namaz kılanlara ve sabredenleredir. Namaz ibadetlerin en değerlisi ve üstünüdür. Allah’ı iman ile tanıyan bir kul Allah’ın kendisine olan nimetlerine ve ikramlarına mukabil şükretme, minnetini ifade etme ihtiyacı duyar. Bu ancak namazla mümkün olur. Bunun için namaz şükrün başıdır. Sonra minnetini ve hamdini ifade etmek ister. Bu da namaz ile olur. Sonra dünyada karşılaştığı zorluklara ve sıkıntılara mukabil Allah’tan yardım dileğinde bulunmak ister. Bu da ancak namaz ile olur. Allah’tan yardım istemek ancak namaz sayesindedir.

Allah’ın binlerce nimetler ile kendisini sevdirmek istemesine mukabil, insan da namaz ile Allah’a kendisini sevdirmelidir. Sonra “İyyake na’büdü ve iyyake nestaîn” diyerek yalnız Allah’a sığınmalı ve sadece ondan yardım istemelidir.

İnsan dünyaya kabiliyetlerini geliştirmek için gönderilmiştir. Kabiliyetlerin gelişmesi ise zorluklarla ve sıkıntılarla mücadeleye bağlıdır. Yüce Allah bundan dolayı dünyada bütün nimetlere ulaşmanın yolunu zorluk, gayret ve mücadele şartına bağlamıştır. En basitinden bir insanın okumayı ve yazmayı öğrenmesi çetin ve büyük bir gayretin sonucudur. Sonuca ulaşmak ancak sabırla devama bağlıdır. Her iş bunun gibidir. En güzel işler ve san’atlar en fazla sabır ve sebat isteyen işlerdir. Sonuç alabilmek için ise sabırlı olmak ve sabra devam etmek gerekir. Kişi usandığı ve ümitsizliğe düştüğü anda namaz ile Allah’tan yardım isteyerek hayırlı sonuç için Allah’a duâ etmeli ve sabra devam etmelidir ki güzel sonuca ulaşsın. Sonunda görecektir ki Allah’ın yardımı sabredenlerle beraberdir.

Yüce Allah’ın vaat ettiği her şeye de büyük bir sabırdan sonra ulaşılmaktadır. Bu arada çetin imtihanlar ve sıkıntılar vardır ve bunlar ancak sabırla aşılır. Heva ve hevesin arzularına karşı mücadele etmek de yine sabır gerektirir. Hayırlı işlere devam da yine sabır ister.

Peygamberimiz (asm) buyurdular ki: “Kim dilenmekten çekinir, iffetli davranırsa, Allah onun iffetini arttırır. Kim tok gözlü olmak isterse, Allah onu başkalarına muhtaç olmaktan kurtarır. Kim de sabretmeye gayret ederse, Allah ona sabır verir. Hiçbir kimseye, sabırdan daha hayırlı ve büyük bir lütufta bulunulmamıştır.”

“Allah sabredenlerle beraberdir.” Bediüzzaman’ın dediği gibi “Cenâb-ı Hak, Hakîm ismi muktezası olarak, vücud-u eşyada bir merdivenin basamakları gibi bir tertip vaz’ etmiştir. Sabırsız adam teennî ile hareket etmediği için, basamakları ya atlar düşer veya noksan bırakır; maksut damına çıkamaz. Onun için hırs mahrumiyete sebeptir. Sabır ise müşkülatın anahtarıdır.”

Üç türlü sabır vardır: Birincisi, günahlardan sakınmada sabır. Buna “Takva” adı verilir. İkincisi, ibadete devam etmede sabırdır. Buna “Salih amel” denilir. Üçüncüsü, belâ ve musibetlere karşı sabırdır. Buna “Kanaat ve Rıza” denilir.

14.09.2007


Peygamber Efendimizin (asm) güzel sıfatları

Bu çalışmamızda Sevgili Peygamber Efendimiz’in (asm) başta Risâle-i Nur’lar olmak üzere değişik kaynaklarda yer alan sıfatlarını tesbit etmeye çalıştık. Eksikler muhakkak çıkacaktır. Allah devamını ve tamamlamayı nasip etsin inşaallah.

23 Mart 2006 tarihli Yeni Asya’da Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin talebelerinden muhterem Mustafa Sungur ile yapılan söyleşinin bir yerinde Peygamber Efendimizi (asm) anlatan şöyle bir paragraf kaydedilmişti:

“İnsanların sîreten ve sûreten en cemîli ve en halîmi ve en sâbiri ve en şâkiri ve en zâhidi ve en mütevâzıı ve en afîfi ve en cevâdı ve kerîmi ve en rahîmi ve en âdili; herkesten ziyade mürüvvet, vakar, afüvv, sıhhat-i fehm, şefkat gibi ne kadar secâyâ-yı âliye varsa, en mükemmel bir fihriste-i nurânîsidir.

“Bunların içindeki nokta-i icaz şudur ki:

“Ahlâk-ı hasene çendan birbirine mübayin değil; fakat derece-i kemâlde birbirine müzahemet eder. Biri galebe çalsa, öteki zaifleşir. Meselâ:

“Kemâl-i hilm ile kemâl-i şecaat; hem kemâl-i tevazu ile kemâl-i şehamet; hem kemâl-i adalet ile kemâl-i merhamet ve mürüvvet; hem tam iktisad ve itidal ile tamam-ı kerem ve sehavet; hem gayet vakar ile nihayet haya; hem gayet şefkat ile nihayet el-buğz-u fillah; hem gayet afüvv ile nihayet izzet-i nefs; hem gayet tevekkül ile nihayet içtihad gibi mecâmi-i ahlâk-ı mütezahime, birden derece-i âliyede, bir zatta içtimaı, müzayakasız inkişafları mucizelerin mucizesidir.” (Şuaât, Marifetü’n-Nebî)

Böylelikle meselemizin bir özeti verilmişti sanki. Biz de yaptığımız çalışmayı sizlere faydalı olması ümidiyle aşağıda harf sırasına göre sunuyoruz.

Abd-i has: Allah’ın en seçkin kulu

Âhirzaman Peygamberi: Kıyamete kadar peygamberliği geçerli olan.

Andelib-i Zîşan: Allah’ın şanlı bülbülü.

Akıllara muallim ve tenvir edici: İnsanların akıllarını aydınlatıcı ve öğretmeni.

Âlemin medar-ı iftiharı: Âlemin övünme sebebi.

Âlemin en güzide gülü: Âlemin en seçilmiş, mümtaz gülü, zâtı.

—Devamı var—

14.09.2007


Perhizin faydaları

İbn-i Sina’nın ifade ettiği gibi ‘Yediğin vakit az ye, yemek yedikten sonra 4-5 saat yemek yeme.’ Az yemede sıhhat ve afiyet vardır. Birine sormuşlar: Sıhhat nedir? Açlık. Hastalık nedir? Tokluk, demiş. Az ve dengeli şekilde yemek vücudun besin ihtiyacı için yeterlidir. Bu tarz bir beslenme perhizin bir çeşididir. Ramazan ayında yenilen az bir yemek ve iftarda yenilen yemek de perhizin ta kendisidir.

Bu arada yemek ve içmek terk edildiği için vücudun ihtiyacı, vücutta biriken yağların devreye girip erimesiyle karşılanır. Fazla biriken yağların atılmasıyla vücut direnci sağlanır ve hastalıklara karşı korunmuş olur.

Eski bir zamanda biri şişman biri zayıf iki adamı bir şüphe üzerine hapse atmışlar. Bir hafta boyunca ekmek vermemişler. Kapıyı açıp baktıklarında şişman adamın ölü, zayıf adamın sağ olduğunu görmüşler! Çünkü şişman olanı açlığa dayanamamış!

14.09.2007


Dağların görevleri

Kur’ân’da dağların önemli bir jeolojik işlevine dikkat çekilmektedir:

“Yeryüzünde, onları sarsmasın diye, sabit dağlar yarattık...” (Enbiya Sûresi: 31)

Dikkat edilirse âyette, dağların yeryüzündeki sarsıntıları önleyici özelliğinin olduğu haber verilmektedir. Kur’ân’ın indirildiği dönemde hiçbir insan tarafından bilinmeyen bu gerçek, günümüzde modern jeolojinin bulguları sonucunda ortaya çıkarılmıştır.

Eskiden dağların sadece yeryüzünün yüzeyinde kalan yükseltiler olduğu düşünülmekteydi. Ancak bilim adamları dağların sadece yüzey yükseltileri olmadıklarını, dağ kökü adı verilen kısımları ile kimi zaman kendi boylarının 10-15 katı kadar yerin altına doğru uzandıklarını fark ettiler. Bu özellikleriyle dağlar, tıpkı bir çivinin ya da kazığın çadırı sıkıca yere bağlamasına benzer bir role sahiptir. Meselâ, zirvesi yeryüzünden yaklaşık 9 km yukarıda olan Everest Dağının 125 km'den fazla kökü vardır.

Hazırlayan: Fatih KAYNAR

14.09.2007


Allah bize yakındır

Allah’ım!

Bize dünya ticaretinde dürüstlük, ahiret ticaretinde bereket ver! Bize helâl kazanç ihsan eyle! Kazancımıza bilerek veya bilmeyerek haram karışmasına izin verme! Bizi haram dehşetinden, haram sıkıntısından, haram utancından, haram belâsından koru! İşlediğimiz günahlara karşı bize makbul tövbe nasip eyle! Bizi tövbesiz olarak huzuruna alma! Bizi nedamet etmeyen, pişman olmayan, utanmayan, arlanmayan, sıkılmayan, hayâ etmeyen, yüzü kızarmayan ve tövbe etmeyen kullarından eyleme! Biliriz ki Sen Tevvâb’sın, Sen Gafûr’sun, Sen Afüvv’sün! Bizim tövbe etmemizi, mağfiret istememizi ve af talep etmemizi kolaylaştır! Bizi affet! Bizi bağışla! Bizi günahların utancından kurtar Rabbim!

Âmin, âmin, âmin...

Süleyman KÖSMENE

14.09.2007


Ramazan kültürümüz

Osmanlı’da Ramazan

Dünya coğrafyasının önemli üç kıtasında hüküm süren Osmanlı döneminde Ramazan’ın, toplumun günlük hayatına, mutfak ve eğlence hayatına değişik yönlerden etki ettiği, ayrıca edebiyat ve san’at alanlarına da damgasını vurduğu bilinmektedir.

Ramazan’a mahsus ekmekler, pideler, başta güllaç olmak üzere birçok tatlı çeşitleri, iftariyeler, makam-mevki ve mal-mülk sahiplerinin konaklarında verilen diş kiralı ziyafetler dillere destan olmuştur.

Ramazan gecelerini süslemek için minarelerde mahyalar kurulur, kandiller yakılır ve İslâm’ın sembolü olan birçok güzel söz semada yıldız gibi parlatılırdı. Gece bekçileri davul çalarak ve mani söyleyerek halkı sahura uyandırırlardı.

Osmanlı İmparatorluğunun yönetim merkezi olması hasebiyle İstanbul, en zengin Ramazan kültürüne sahipti. Belli camilerin avlularında sergiler açılır ve buralarda çeşitli ülkelerden getirilmiş baharat, şekerleme, tespih, ağızlık gibi şeyler sergilenir ve satılırdı. Şehzadebaşı’ndaki Direklerarası’nda gezintiler ve eğlenceler yapılırdı. Hacivat-Karagöz oyunu bu eğlencelerin önemli bir parçasını teşkil ederdi.

Ramazan yemekleri

İbadetin şekli aç kalarak bedenen oruç tutmak olunca, yemek kültüründe de bir hayli zenginleşmeyi beraberinde getirmiştir. Özellikle açlığın zirveye ulaştığı ikindi vakitlerinde zihinlerin yemekler üzerine yoğunlaştığı göz önünde bulundurulacak olursa, yemek çeşitlerinin ve kültürünün gelişmemesi söz konusu olamaz. Her yörenin kendine göre sayılamayacak kadar zengin yemek ve tatlı çeşitleri mevcuttur.

Ramazan eğlenceleri

Tabii Ramazan deyince akla sadece yemek ve eğlence gelmemelidir. Bazı çevrelerin iftardan sahura kadar eğlenceler düzenlendiğini ifade etmeleri ve Ramazan’ı sadece eğlenceden ibaretmiş gibi göstermeleri maksatlıdır. İslâma aykırı eğlence biçimlerinin Ramazanla birlikte anılmaları doğru değildir. Yapılan bütün eğlencelerin İslâmın esaslarına aykırı olması zaten düşünülemez. Ramazan eğlenceleri; Karagöz-Hacivat gösterilerinin dışında, akşam gezintileri, çeşitli oyun ve yarışlar, tüfek ve top atışları, fener alayları gibi eğlencelerden ibaretti.

Ramazan’da dayanışma ve birlik

Ramazan gelmeden evvel bütün insanlarda tatlı bir telaş başlar ve gerekli hazırlıklar yapılmaya gayret edilirdi. Komşu ve akrabalar bir araya gelerek imece usulüyle mevsimine göre erişteler, turşular, konserveler, reçeller hazırlanırdı. Medine hurması, zemzem suyu ve top patlamadan evvel fırından çıkan sıcacık Ramazan pidesi sofraların vazgeçilmeziydi. Top atılıp, ezan okunduktan sonra kahvaltılık çeşitlerinden oluşan iftariyelikler yenilir ardından akşam namazı kılınır, bir süre sonra da ana yemek için iftar sofrasına tekrar oturulurdu.

Birçok yörenin kendine özgü yemekleri Ramazan ayında iftar ve sahur sofralarını süsler. Özellikle komşular birbirlerine yemekler gönderirlerdi. Böylece her komşunun sofrası zenginleşirdi. Köylüler, köy odalarında bir araya gelerek sohbet ederlerdi. Karşılıklı iftar dâvetleri yapılarak ailelerin, komşuların, arkadaşların ve akrabaların birlik ve beraberlikleri pekiştirilirdi. Yine bazı yörelerimizde Ramazan ayında evlerde toplanılarak şiirler, maniler okunurdu. Ayrıca köyün yaşlıları, gençlere eski hikâyeler anlatırlardı

Çocuklar ve oruç

Anadolu’nun bazı yerlerinde ilk defa oruç tutan çocuklara çeşitli hediyeler verilirdi. Bazı yerlerde de çocukların oruçları satın alınarak oruca teşvik edilirdi. Tam gün oruç tutamayacak kadar küçük olan çocuklara öğle vakti oruçları açtırılır ve buna da “tekne orucu” denirdi.

Sahur yemekleri

Ramazan’ın ilk gecesindeki sahur yemeği çok önemliydi. Çocuklar bile bu mânevî havadan tat almaları için, Ramazan davuluna eşlik eden manilerle, tatlı uykularından uyandırılıp sahura kaldırılırdı. Sahurda yenen yemekler iftarda yenen yemeklere oranla daha hafif olurdu. Anadolu’da ve Rumeli’nde sahur yemeklerinde çoğunlukla gözleme ve börek yenirdi.

İftar dâveti ve diş kirası

İftar sofraları anlatılırken genellikle zengin konakların sofraları anlatılır. Fakir sofralarına neredeyse hiç değinilmez. Halbuki fakir sofralarında da yemek sayısı az olsa bile gerekli özenin gösterildiği, estetik bir sofra olmasına dikkat edildiği görülür.

Osmanlı döneminde zengin köşk veya konaklarda iftar dâveti verilirdi. Bunun yanında fakir halk için de sofralar hazırlanır, çat kapı gelen Allah misafirleri içeri alınırdı. İftar edilip teravih namazına gidilirken hane sahipleri misafirlerine, içerisinde gümüş tabakalar, kehribar tespihler, oltu taşlı ağızlıklar ve gümüş yüzükler; fakirlere de, gümüş akçe veya altın paralar bulunan birer kadife kesesini diş kirası olarak hediye ederlerdi.

Ramazan’ın edebiyatımızdaki yeri

Ramazanın toplum hayatına kattığı renklilik ve çeşitlilikle birlikte, klâsik şiirimizden tekke şiirine, mânî ve türkü gibi anonim ürünlerden çağdaş edebiyatımıza kadar çok geniş bir alanda da kendisini hissettirdiği ve önemli bir konuma sahip olduğu görülmektedir.

Divan şâirlerinin Ramazan ayının gelişini tebrik için yazdıkları, pâdişâh, vezîr ve diğer ileri gelenlere takdîm ettikleri şiirlere Ramazaniye denmektedir. Bu şiirlerde; Ramazanın özellikleri ve fazîletleri, ilgili âyet ve hadislerin ışığında anlatılmaktadır.

Ramazan ilâhilerini üslûp ve muhteva yönünden iki gruba ayırmak mümkündür. Birincisi Ramazanın gelişi ve karşılanması ile ikincisi de, on beşinden sonra gidişiyle ve uğurlanmasıyla alâkalıdır. Birincisinde, “Merhaba” veya “Hoş geldin ey Ramazan ayı”, “Ey mağfiret ayı” gibi daha çok sevinç ve ümit ifadeleri, ikincilerde ise; “Elveda”, “Ah ayrılık” gibi teessür ifadeleri hâkimdir.

Ramazaniyelerin mûsikîmiz açısından da önemi büyüktür. Teravihlerde, mevlitlerde ve tekkelerde okunan pek çok Ramazan ilâhisinin besteleri yapılmıştır. Her gece değişik makamlarda okunan ilâhilerin dışında, her bir dörtlüğü ayrı makamlarda okunan besteler de yapılmıştır. Maalesef bu bestelerin çoğu yok olup gitmiştir. Ramazanın önemi ve övgüsü, feyzi; mağfiret, bereket ve günahlardan arınma ayı oluşu, bu vesile ile münâcât (yakarış) ve duâ gibi hususları, vuslat (kavuşma) veya firkat (ayrılık) ile ilgili sevinç ve üzüntüleri terennüm eden Ramazan ilâhîlerinin yanında, umûmi mahiyette öğüt ve ikaz edici olan Ramazaniyeler veya bu tür mısraları ihtiva eden manzumeler, özellikle Kadir Gecesi ile ilgili beyitler çok miktarda mevcuttur.

Ramazan konusu, dîvan şiirinde çok işlenmiştir. İslâmın beş şartı, hepsi bir arada yahut ayrı ayrı manzum veya mensur olarak yazılmıştır. Dîvan şiirinde asıl edebî mahiyette olan manzumeler Ramazaniyelerdir. Ramazaniyelerin nazım şekli genellikle kaside ve gazeldir. Kasidelerin nesîb, yani giriş kısımları Ramazan konuludur ve aynı zamanda Ramazan tebriki için yazılmışlardır. Gazeller ise, daha çok Ramazan ilhamıyla yazılmış şiirlerdir. Ramazaniyelerden, yazıldığı devrin özelliklerini ve âdetlerini de öğrenmek mümkündür. Ramazaniyelerin dışında bayramlar için “Iydiyye”ler, Mi’rac geceleri için “Mi’raciyye”ler, Mevlid geceleri için “Mevlid” kasideleri yazılmıştır.

Osmanlı şairlerinin dilinde oruç, kimi zaman bir güzele, kimi zaman bir zâbıta memûruna, kimi zaman da bir gece bekçisine benzetilir. Şâirler, zaman zaman aşk, ayrılık, vuslat gibi duygularını anlatırken benzetme unsuru, kimi zaman da sevgili konumunda bir insanmış gibi Ramazan ve oruç kavramlarını şiirlerinde kullanırlar. Genel olarak şâirler, orucu ayrılığa, bayramı da vuslata denk görürler. Osmanlı toplumunda Ramazan ve ardından kutlanan bayram vesilesiyle düzenlenen eğlenceler, sohbetler, kandil ve mahyalarla süslenen camiler, önceden hazırlanmış olan reçeller, şuruplar ve tatlılar, bir coşkunluğun ifadesi olarak edebî eserlere de yansımıştır. Ramazanda ve kandil gecelerinde minarelerin sanki bir renk cümbüşü oluşturacak şekilde kandillerle donatılıp süslenmesi, günümüze kadar devam eden bir gelenektir.

Halk edebiyatında da özellikle türkü, mâni ve bilmecelerde Ramazanla ilgili ifâdelere rastlanmaktadır. Ramazan davulcularının halk diliyle söyledikleri mâniler, dînî hoşgörünün sınırları çerçevesinde zengin bir birikimi ve halk kültürünü yansıtmaktadır.

Donanma

Bildiğimiz donanma kelimesinin; Osmanlı Devletinde mübarek günlerde, bayramlarda, ordularının zafer dönüşlerinde, padişahların çocuklarının doğumlarında ve düğünlerde yapılan şenlik ve gösterilere verilen isim olması hasebiyle ikinci bir mânâsı bulunmaktadır.

Bu donanmalar esnasında, denizde ve karada fener alayları, çeşitli oyun ve yarışlar tertip edilir, ışıklandırmalar, top, tüfek ve fişek atışları yapılırdı. Bu donanma ve şenlikler, İslâm dininin çizdiği meşrû sınırları taşmazdı. Başta padişahlar olmak üzere, sadrazamlar, vezirler ve diğer devlet erkânı da teşrif ederek neşe, sevinç ve saadeti halkla paylaşırlardı. Bu şenliklere, yabancı devlet adamları, büyükelçiler de dâvet edilirdi.

Ramazan ve günümüz

Ramazan kültürümüzün bir kısmının, günün şartlarına göre yok olup gitmesine karşılık, önemli bir kısmı da yaşatılmaya çalışılmaktadır. Dillere destan zengin konaklarında verilen iftar yemekleri yok ama, artık hamiyet sahibi zenginlerin destekleri ile kurulan iftar sofraları var. Halk arasındaki yardımlaşma ve dayanışma hiç canlılığını yitirmemiştir. Fakir ailelere paketler halinde yardımlar yapan vakıf ve dernekler de hızla artmaktadır.

Dînî unsurlardan kendilerini mümkün mertebe uzak tutan bazı çevrelerin öze dönüş yolunda sarf ettikleri çabalar da ayrıca çok sevindiricidir. Turizm merkezlerindeki beş yıldızlı otellerde bile artık Ramazan ayı boyunca iftar yemekleri verilmekte, misafirlerin akıllarından hiç çıkmayacak bir Ramazan ayı geçirmelerini sağlamak için büyük çabalar sarf edilmektedir. Oteller bünyesinde oluşturulan ve tamamen Osmanlı Türk motifleri ile dekore edilmiş olan özel restoranlarda, Ramazan mönüleri hazırlanmaktadır.

Camilerde geniş çaplı temizlikler yapılmakta, gül ve misk kokuları saçılarak on bir ayın Sultanı Ramazanı karşılamaya çalışılmaktadır. 

Sonuç

Ramazan için yapılan bütün bu maddî hazırlıklar bir yana, esas olan manevî hazırlıklardır. Maddî hazırlıklar, hiçbir zaman manevi hazırlıkların önüne geçmemelidir. Kulluk şuurunun canlı tutulması için Rabbimizin oruç emrini yerine getirmek için daha çok hazırlanmak gerekir. Ramazan ayı, rahmet ayı, oruç ayı, feyiz ve bereket ayı, af ve mağfiret ayı, duâ ayı, Kur’ân ayıdır. Allah’ın rahmetinin, ikramının, af ve mağfiretinin coşup taştığı bir aydır.

Bu sebeple Risâle-i Nur dairesinde olduğu gibi, binler dillerle ve kalplerle duâ etmek, istiğfar etmek, ibadet etmek, bazı melâike gibi kırk bin lisanla tesbih etmek, seksen küsûr sene kıymetinde bulunan ve Ramazan-ı Şerif’in tamamında gizlenen Kadir Gecesi hakikatini kazanmak için yüz bin elle aramak manevî kazancımızı kat kat arttıracaktır.

KAYNAKLAR:

[email protected]

2-www.sandikli.com

3-www.tellal.com.tr, Halil Kerimgil, Ramazan’ın Gölgesinde, 13.10.2004

4-www.sanatalemi.net-Muhiddin Nalban Yeniçağ, 24.10.2006

5-Alim YILDIZ, Ramazan ve Edebiyet,  Ay Vakti, 2006, Araştırma, Sayı: 73 

6-Rehber Ansiklopedisi, Donanma maddesi

7-Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, Sıra: 169

14.09.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri