Ramazan kültürümüz
Osmanlı’da Ramazan
Dünya coğrafyasının önemli üç kıtasında hüküm süren Osmanlı döneminde Ramazan’ın, toplumun günlük hayatına, mutfak ve eğlence hayatına değişik yönlerden etki ettiği, ayrıca edebiyat ve san’at alanlarına da damgasını vurduğu bilinmektedir.
Ramazan’a mahsus ekmekler, pideler, başta güllaç olmak üzere birçok tatlı çeşitleri, iftariyeler, makam-mevki ve mal-mülk sahiplerinin konaklarında verilen diş kiralı ziyafetler dillere destan olmuştur.
Ramazan gecelerini süslemek için minarelerde mahyalar kurulur, kandiller yakılır ve İslâm’ın sembolü olan birçok güzel söz semada yıldız gibi parlatılırdı. Gece bekçileri davul çalarak ve mani söyleyerek halkı sahura uyandırırlardı.
Osmanlı İmparatorluğunun yönetim merkezi olması hasebiyle İstanbul, en zengin Ramazan kültürüne sahipti. Belli camilerin avlularında sergiler açılır ve buralarda çeşitli ülkelerden getirilmiş baharat, şekerleme, tespih, ağızlık gibi şeyler sergilenir ve satılırdı. Şehzadebaşı’ndaki Direklerarası’nda gezintiler ve eğlenceler yapılırdı. Hacivat-Karagöz oyunu bu eğlencelerin önemli bir parçasını teşkil ederdi.
Ramazan yemekleri
İbadetin şekli aç kalarak bedenen oruç tutmak olunca, yemek kültüründe de bir hayli zenginleşmeyi beraberinde getirmiştir. Özellikle açlığın zirveye ulaştığı ikindi vakitlerinde zihinlerin yemekler üzerine yoğunlaştığı göz önünde bulundurulacak olursa, yemek çeşitlerinin ve kültürünün gelişmemesi söz konusu olamaz. Her yörenin kendine göre sayılamayacak kadar zengin yemek ve tatlı çeşitleri mevcuttur.
Ramazan eğlenceleri
Tabii Ramazan deyince akla sadece yemek ve eğlence gelmemelidir. Bazı çevrelerin iftardan sahura kadar eğlenceler düzenlendiğini ifade etmeleri ve Ramazan’ı sadece eğlenceden ibaretmiş gibi göstermeleri maksatlıdır. İslâma aykırı eğlence biçimlerinin Ramazanla birlikte anılmaları doğru değildir. Yapılan bütün eğlencelerin İslâmın esaslarına aykırı olması zaten düşünülemez. Ramazan eğlenceleri; Karagöz-Hacivat gösterilerinin dışında, akşam gezintileri, çeşitli oyun ve yarışlar, tüfek ve top atışları, fener alayları gibi eğlencelerden ibaretti.
Ramazan’da dayanışma ve birlik
Ramazan gelmeden evvel bütün insanlarda tatlı bir telaş başlar ve gerekli hazırlıklar yapılmaya gayret edilirdi. Komşu ve akrabalar bir araya gelerek imece usulüyle mevsimine göre erişteler, turşular, konserveler, reçeller hazırlanırdı. Medine hurması, zemzem suyu ve top patlamadan evvel fırından çıkan sıcacık Ramazan pidesi sofraların vazgeçilmeziydi. Top atılıp, ezan okunduktan sonra kahvaltılık çeşitlerinden oluşan iftariyelikler yenilir ardından akşam namazı kılınır, bir süre sonra da ana yemek için iftar sofrasına tekrar oturulurdu.
Birçok yörenin kendine özgü yemekleri Ramazan ayında iftar ve sahur sofralarını süsler. Özellikle komşular birbirlerine yemekler gönderirlerdi. Böylece her komşunun sofrası zenginleşirdi. Köylüler, köy odalarında bir araya gelerek sohbet ederlerdi. Karşılıklı iftar dâvetleri yapılarak ailelerin, komşuların, arkadaşların ve akrabaların birlik ve beraberlikleri pekiştirilirdi. Yine bazı yörelerimizde Ramazan ayında evlerde toplanılarak şiirler, maniler okunurdu. Ayrıca köyün yaşlıları, gençlere eski hikâyeler anlatırlardı
Çocuklar ve oruç
Anadolu’nun bazı yerlerinde ilk defa oruç tutan çocuklara çeşitli hediyeler verilirdi. Bazı yerlerde de çocukların oruçları satın alınarak oruca teşvik edilirdi. Tam gün oruç tutamayacak kadar küçük olan çocuklara öğle vakti oruçları açtırılır ve buna da “tekne orucu” denirdi.
Sahur yemekleri
Ramazan’ın ilk gecesindeki sahur yemeği çok önemliydi. Çocuklar bile bu mânevî havadan tat almaları için, Ramazan davuluna eşlik eden manilerle, tatlı uykularından uyandırılıp sahura kaldırılırdı. Sahurda yenen yemekler iftarda yenen yemeklere oranla daha hafif olurdu. Anadolu’da ve Rumeli’nde sahur yemeklerinde çoğunlukla gözleme ve börek yenirdi.
İftar dâveti ve diş kirası
İftar sofraları anlatılırken genellikle zengin konakların sofraları anlatılır. Fakir sofralarına neredeyse hiç değinilmez. Halbuki fakir sofralarında da yemek sayısı az olsa bile gerekli özenin gösterildiği, estetik bir sofra olmasına dikkat edildiği görülür.
Osmanlı döneminde zengin köşk veya konaklarda iftar dâveti verilirdi. Bunun yanında fakir halk için de sofralar hazırlanır, çat kapı gelen Allah misafirleri içeri alınırdı. İftar edilip teravih namazına gidilirken hane sahipleri misafirlerine, içerisinde gümüş tabakalar, kehribar tespihler, oltu taşlı ağızlıklar ve gümüş yüzükler; fakirlere de, gümüş akçe veya altın paralar bulunan birer kadife kesesini diş kirası olarak hediye ederlerdi.
Ramazan’ın edebiyatımızdaki yeri
Ramazanın toplum hayatına kattığı renklilik ve çeşitlilikle birlikte, klâsik şiirimizden tekke şiirine, mânî ve türkü gibi anonim ürünlerden çağdaş edebiyatımıza kadar çok geniş bir alanda da kendisini hissettirdiği ve önemli bir konuma sahip olduğu görülmektedir.
Divan şâirlerinin Ramazan ayının gelişini tebrik için yazdıkları, pâdişâh, vezîr ve diğer ileri gelenlere takdîm ettikleri şiirlere Ramazaniye denmektedir. Bu şiirlerde; Ramazanın özellikleri ve fazîletleri, ilgili âyet ve hadislerin ışığında anlatılmaktadır.
Ramazan ilâhilerini üslûp ve muhteva yönünden iki gruba ayırmak mümkündür. Birincisi Ramazanın gelişi ve karşılanması ile ikincisi de, on beşinden sonra gidişiyle ve uğurlanmasıyla alâkalıdır. Birincisinde, “Merhaba” veya “Hoş geldin ey Ramazan ayı”, “Ey mağfiret ayı” gibi daha çok sevinç ve ümit ifadeleri, ikincilerde ise; “Elveda”, “Ah ayrılık” gibi teessür ifadeleri hâkimdir.
Ramazaniyelerin mûsikîmiz açısından da önemi büyüktür. Teravihlerde, mevlitlerde ve tekkelerde okunan pek çok Ramazan ilâhisinin besteleri yapılmıştır. Her gece değişik makamlarda okunan ilâhilerin dışında, her bir dörtlüğü ayrı makamlarda okunan besteler de yapılmıştır. Maalesef bu bestelerin çoğu yok olup gitmiştir. Ramazanın önemi ve övgüsü, feyzi; mağfiret, bereket ve günahlardan arınma ayı oluşu, bu vesile ile münâcât (yakarış) ve duâ gibi hususları, vuslat (kavuşma) veya firkat (ayrılık) ile ilgili sevinç ve üzüntüleri terennüm eden Ramazan ilâhîlerinin yanında, umûmi mahiyette öğüt ve ikaz edici olan Ramazaniyeler veya bu tür mısraları ihtiva eden manzumeler, özellikle Kadir Gecesi ile ilgili beyitler çok miktarda mevcuttur.
Ramazan konusu, dîvan şiirinde çok işlenmiştir. İslâmın beş şartı, hepsi bir arada yahut ayrı ayrı manzum veya mensur olarak yazılmıştır. Dîvan şiirinde asıl edebî mahiyette olan manzumeler Ramazaniyelerdir. Ramazaniyelerin nazım şekli genellikle kaside ve gazeldir. Kasidelerin nesîb, yani giriş kısımları Ramazan konuludur ve aynı zamanda Ramazan tebriki için yazılmışlardır. Gazeller ise, daha çok Ramazan ilhamıyla yazılmış şiirlerdir. Ramazaniyelerden, yazıldığı devrin özelliklerini ve âdetlerini de öğrenmek mümkündür. Ramazaniyelerin dışında bayramlar için “Iydiyye”ler, Mi’rac geceleri için “Mi’raciyye”ler, Mevlid geceleri için “Mevlid” kasideleri yazılmıştır.
Osmanlı şairlerinin dilinde oruç, kimi zaman bir güzele, kimi zaman bir zâbıta memûruna, kimi zaman da bir gece bekçisine benzetilir. Şâirler, zaman zaman aşk, ayrılık, vuslat gibi duygularını anlatırken benzetme unsuru, kimi zaman da sevgili konumunda bir insanmış gibi Ramazan ve oruç kavramlarını şiirlerinde kullanırlar. Genel olarak şâirler, orucu ayrılığa, bayramı da vuslata denk görürler. Osmanlı toplumunda Ramazan ve ardından kutlanan bayram vesilesiyle düzenlenen eğlenceler, sohbetler, kandil ve mahyalarla süslenen camiler, önceden hazırlanmış olan reçeller, şuruplar ve tatlılar, bir coşkunluğun ifadesi olarak edebî eserlere de yansımıştır. Ramazanda ve kandil gecelerinde minarelerin sanki bir renk cümbüşü oluşturacak şekilde kandillerle donatılıp süslenmesi, günümüze kadar devam eden bir gelenektir.
Halk edebiyatında da özellikle türkü, mâni ve bilmecelerde Ramazanla ilgili ifâdelere rastlanmaktadır. Ramazan davulcularının halk diliyle söyledikleri mâniler, dînî hoşgörünün sınırları çerçevesinde zengin bir birikimi ve halk kültürünü yansıtmaktadır.
Donanma
Bildiğimiz donanma kelimesinin; Osmanlı Devletinde mübarek günlerde, bayramlarda, ordularının zafer dönüşlerinde, padişahların çocuklarının doğumlarında ve düğünlerde yapılan şenlik ve gösterilere verilen isim olması hasebiyle ikinci bir mânâsı bulunmaktadır.
Bu donanmalar esnasında, denizde ve karada fener alayları, çeşitli oyun ve yarışlar tertip edilir, ışıklandırmalar, top, tüfek ve fişek atışları yapılırdı. Bu donanma ve şenlikler, İslâm dininin çizdiği meşrû sınırları taşmazdı. Başta padişahlar olmak üzere, sadrazamlar, vezirler ve diğer devlet erkânı da teşrif ederek neşe, sevinç ve saadeti halkla paylaşırlardı. Bu şenliklere, yabancı devlet adamları, büyükelçiler de dâvet edilirdi.
Ramazan ve günümüz
Ramazan kültürümüzün bir kısmının, günün şartlarına göre yok olup gitmesine karşılık, önemli bir kısmı da yaşatılmaya çalışılmaktadır. Dillere destan zengin konaklarında verilen iftar yemekleri yok ama, artık hamiyet sahibi zenginlerin destekleri ile kurulan iftar sofraları var. Halk arasındaki yardımlaşma ve dayanışma hiç canlılığını yitirmemiştir. Fakir ailelere paketler halinde yardımlar yapan vakıf ve dernekler de hızla artmaktadır.
Dînî unsurlardan kendilerini mümkün mertebe uzak tutan bazı çevrelerin öze dönüş yolunda sarf ettikleri çabalar da ayrıca çok sevindiricidir. Turizm merkezlerindeki beş yıldızlı otellerde bile artık Ramazan ayı boyunca iftar yemekleri verilmekte, misafirlerin akıllarından hiç çıkmayacak bir Ramazan ayı geçirmelerini sağlamak için büyük çabalar sarf edilmektedir. Oteller bünyesinde oluşturulan ve tamamen Osmanlı Türk motifleri ile dekore edilmiş olan özel restoranlarda, Ramazan mönüleri hazırlanmaktadır.
Camilerde geniş çaplı temizlikler yapılmakta, gül ve misk kokuları saçılarak on bir ayın Sultanı Ramazanı karşılamaya çalışılmaktadır.
Sonuç
Ramazan için yapılan bütün bu maddî hazırlıklar bir yana, esas olan manevî hazırlıklardır. Maddî hazırlıklar, hiçbir zaman manevi hazırlıkların önüne geçmemelidir. Kulluk şuurunun canlı tutulması için Rabbimizin oruç emrini yerine getirmek için daha çok hazırlanmak gerekir. Ramazan ayı, rahmet ayı, oruç ayı, feyiz ve bereket ayı, af ve mağfiret ayı, duâ ayı, Kur’ân ayıdır. Allah’ın rahmetinin, ikramının, af ve mağfiretinin coşup taştığı bir aydır.
Bu sebeple Risâle-i Nur dairesinde olduğu gibi, binler dillerle ve kalplerle duâ etmek, istiğfar etmek, ibadet etmek, bazı melâike gibi kırk bin lisanla tesbih etmek, seksen küsûr sene kıymetinde bulunan ve Ramazan-ı Şerif’in tamamında gizlenen Kadir Gecesi hakikatini kazanmak için yüz bin elle aramak manevî kazancımızı kat kat arttıracaktır.
KAYNAKLAR:
[email protected]
2-www.sandikli.com
3-www.tellal.com.tr, Halil Kerimgil, Ramazan’ın Gölgesinde, 13.10.2004
4-www.sanatalemi.net-Muhiddin Nalban Yeniçağ, 24.10.2006
5-Alim YILDIZ, Ramazan ve Edebiyet, Ay Vakti, 2006, Araştırma, Sayı: 73
6-Rehber Ansiklopedisi, Donanma maddesi
7-Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, Sıra: 169
|