Hoşgeldin Ya Şehr-i Ramazan!
Yine her yıl olduğu gibi, bu yıl da ayların en güzeli, manevî duyguların doruğa ulaştığı mübarek Ramazan ayını büyük bir coşku ile karşılıyoruz.
Şüphesiz, mübarek Ramazan ayı âlem-i İslâm için büyük ehemmiyet taşımaktadır.
Ramazan, aslında, kaale almadığımız veya alamadığımız bir çok mesajı beraberinde getirir. Ayların en güzelidir. En mübareğidir. Kuşkusuz en coşkulusu ve en mânâ yüklüsüdür.
Nitekim bu ayda hesap başlar, mücadele başlar ve en mühimi nefis ile şiddetli bir muhasebe başlar. Geçmiş uzun bir yılın, belki de ömrünüzün ne getirip, götürdüğünü sorgularsınız bu ayda. Neticeye ya sevinirsiniz, ya üzülürsünüz. Ya ümitlenirsiniz, ya da derinden bir “ah” cekersiniz.
Bu ayda herşey tekrar hatırlanır. Kâl-ü Belâ’da verilen sözden emanete yapılan türlü türlü ihanetlere kadar hersey hafızaya damgasını vurur.
Ve Asr-ı Saadet hatırlanır. Sahabenin özelliklerinden bahsedilir. Onun hayatı, imanı, cesareti, şevki, feragatı anlatılır. Bilâl’in cesareti, Sad b. Ebî Vakkas’ın tevekkülü, Mus’ab bin Umeyr’in henüz bir delikanlı iken, imanı uğruna yaptığı fedakârlıkları mevzu bahis olur ve belki de çoğumuz gözyaşlarına emir dinletemeyiz. Ve bir âhirzaman çocuğu olarak hayat tarzımızı bir Asr-ı Saadet’teki Müslüman’ın hayat tarzı ile pek de kıyaslamak istemeyiz. Çünkü biliriz ki, bizim ile bir Mus’ab bin Umeyr arasında büyük uçurumlar vardır. Ve bir âhirzaman çocuğu olmaktan utanırız.
Risâle-i Nur’u daha bir başka okuruz, belki de anlarız. Dâvâmızı itina ile omuzlarda taşır, hizmete dört elle sarılırız.
Belki de daha bir çok şeyler hatırlanır Ramazan’da. Raflarda boynu bükük bekleyip, belki sırf Ramazan’da sayfaları aralanan bir ton kitap. Gün içinde yapılan sayısız yalanlar ve hakaretler. Kırdığımız kalpler, incittiğimiz gönüller.
İhlâs derken riyaya karışan bulanık ameller. Bütün bunlar belki de rahat uyutmaz bizi geceleri. Tekrar ve tekrar zihinler meşgul olur. Fakat neden, Ramazan boyunca bu kadar mesgul olan zihinler ve kalpler Ramazan’ın üzerimizde bıraktığı etkinin bu kadar kısa sürüp yok olduğu sorusu ile mesgul olmaz?
Veya başka bir ifade ile, neden 11 ayı uykulu geçirip de, sadece bir ayını uyanık geçirmemiz hakkında kafa yormayız? Neden bu yüzden gecelerimizin uykusu kaçmaz?
Bu soruları hiç sorduk mu kendimize? Veya bir cevab aradık mı? Acaba bütün bu soruların, düşüncesizce, kafa yormaksızın gelişen gelişi güzel bir hayat, uyuyan ve uyuşan zihin ve duyguların hakim oldugu bir hayat, düşünce mekanizmasını sekteye uğratan alışkanlıklarla yoğrulmuş, mahmurlu gözlerle Ramazan’ı bekleyen bir insan modeli ile baglantılı olabileceğini hiç düsündük mü?
Muhakkak Ramazan ayı özeldir ve özelde yaşanmalıdır. Fakat belki de en doğrusu, diğer ayları da bu mübarek aydaki gibi “farklı” yaşamaktır. Öyle ki artık bu Ramazan’a has mânevî hassasiyet, Ramazan’a özel kalmayıp hayatımızın her köşesine yerleşebilsin. Ve belki de sırf Ramazan’da meşgul olan zihinler ve uyuyamayan gözler, hayat boyunca varlığını koruyabilsin.
Hayatımız alışılmışın dışında, Ramazan’daki gibi bir hayata dönüşebilseydi, vücudumuz ve ruhumuz zindeliğini hiçbir zaman yitirmez, maneviyat bize bu kadar yabancı kalmazdı.
Ramazan’da vuslat yaşanır, özlem yaşanır, hasret yaşanır. Hüzün vardır, huzur vardır. Ramazan’da çok sey bulabilirsiniz. Aç kalmış kalbler doyar. Gönüller feraha kavuşur. Ahlâk güzelleşir. Aşk sadece dilde değil, kalbdedir bu ay.
Duygular kıvamındadır. Uhrevî bir lezzet vardır damaklarda. Fani âlemde adeta beka yaşanır. Gözler saadet-i ebediyeye dikilir, eller bekaya uzanır ve avuçlarda saadet-i dareyn vardır.
Bu açıdan, Ramazan sayesinde, derin bir gaflet uykusunda kâbuslar görenler artık uyansın! Kalbler Muhammed’e (asm) dönsün. Ezelî ve ebedî Hâkim-i Mutlak’a dönsün ve artık alışılmışın dışında, Ramazan’daki gibi bir hayat başlasın.
Anlamadığımız veya anlayamadığımız binbir yönünle, hoşgeldin ya Şehr-i Ramazan...
|
Tuğba AKTAŞ
13.09.2007
|
|
Duânın tedavi edici etkisi
Chicago Üniversitesi’nin Amerika çapında yaptığı araştırma her dört doktordan üçünün bir dine inandığını ve maneviyâtın, hastaları tedavi ederken olumlu etkilediğini ortaya çıkardı.
Doktorlar inancın, hastalara ümit aşıladığını ve onların hastalığı yenmelerine yardımcı olduğunu söylediler. Araştırmaya göre, neredeyse 5 doktordan 2’si kalp krizi gibi ölümcül vak’alarda maneviyâtın kötü sonuçları önleyebileceğini söylüyor. Doktorların çoğu tıbbî müdahale yaparken, şifanın Allah’tan geleceğine inanıyor.
Araştırmaya cevap veren birçok doktor, hastalarında mantığa uymayan bir şekilde ilâcın yardımı olmadan iyileşmelere şahit olduğunu anlattılar.
Araştırma sonuçlarını açıklayan Chicago Üniversitesi yetkilileri, fizikî rahatsızlığı bulunan ancak duâ ettikten sonra yürüyebilen, ölümcül bir teşhis konduğu halde yaşayan, intihar eğilimi olan ancak duâya başladıktan sonra yaşamaya yeniden istekli hale gelen hasta örneklerinin, doktorların bu şekilde düşünmesinde büyük rol oynadığını belirttiler.
Duânın etkisi araştırma konusu
Harvard Tıp Fakültesi Brigham and Women Hastanesi İmamı Salih Yücel, Amerikan Doktorlar Birliği ve bilim çevrelerinin dinin, hastanın sağlığı üzerinde müspet etkilerini kabul ettiğini belirterek, araştırmaların sürdüğünü söyledi. Yücel, “Konu ile alâkalı yaklaşık 3 bine yakın makale ve de 500’ün üzerinde, bir kısmı doktora çalışması olmak kaydı ile kitaplar yayınlanmıştır. Bu çalışmaların yaklaşık yüzde 80’i duânın hastanın sağlığı üzerinde müspet etkisi olduğunu ispatlıyor. Pek çok araştırma sonucu; duâ edenlerin az içki içtiğini veya hiç içki içmediğini, sigara kullanmadığını, daha çok toplumsal desteğe sahip olduğunu, daha az stres yaşadığını, daha az doktora gittiğini, daha çabuk iyileşip hastaneden taburcu olduklarını ortaya koymuştur. Yine duânın hastalıklar üzerine etkisi konusunda araştırmalar yapmak için pek çok ünlü hastanede enstitüler kurulmuştur” dedi.
Doktorların çoğu, inancın
pozitif etkisini kabul ediyor
Doktorların yüzde 85’i inancın ve maneviyâtın genellikle pozitif etkisi olduğuna inanıyor. Doktorların yüzde 54’ü hastaların iyileşmesi yönünde Allah’ın ve diğer olağanüstü güçlerin müdahalesi olabileceğine inanıyorlar. Doktorların yüzde 76’sı Allah inancı ve maneviyâtın hastalıklarla başa çıkmada, hastalığa ve acılara tahammül etmede, hastalara yardımcı olduğuna inanıyor. Doktorların yüzde 74’ü Allah’a inanan ve maneviyâtı olan hastalara bu inancın sağlıkları ile ilgili ümit verdiğine inanıyor.
|
13.09.2007
|
|
Bediüzzaman’ın İbadet Hayatı
Gündüz ilim, hizmet ve gece ibadet
Bir milyon hadisi ezbere bilen Ahmed bin Hanbel’in elinden kalem eksik olmaz, sadece deftere yazmakla kalmaz, kalıcı olması için hafıza defterine de kaydederdi. Onda öyle bir ilim aşkı vardı ki, kim birşeyler biliyorsa genç-ihtiyar ayırt etmeksizin onun önünde diz çökmekte aslâ haya etmezdi. Mescid-i Haram’ın bir tarafında büyük âlim Süfyan bin Uyeyne, diğer tarafında genç Şâfiî ders verir, o da Şafiî’nin dersine katılırdı. Niye bu tercihi yaptığı sorulduğunda, Şâfiî’yi kastederek, “O kaçar, öbürü ise burada.” “Şâfiî’den mücmeli mufassalı, nasihi mensuhu öğrendik… Şunca senedir ona duâcıyım” derdi.
Bu kadar ilim hırslısı olan Ahmed bin Hanbel’in geceyi de ibadet, zikir, fikir ve virdle ihyâ ettiğini biliyoruz. Ebû İsmet el-Beyhakî kendisine misafir olmuş, gece içmesi için yanına bir miktar su koymuş, sabahleyin içmediğini görünce, “Sübhanallah!” diye hayretini gizleyememiş, “İlim öğrenen kimse nasıl virdsiz olabilir?” (Sıfatü’s-Safve, 2:239) demekten kendini alamamıştı.
Büyüklerin, Allah dostlarının hayatı hep böyledir. Gündüzleri Risâlelerin yazılması, insanların mânevî hayatlarının kurtarılması, inşâ ve imarı için Risâlelerin yazılması, neşri, okunması ve okutulmasıyla meşgul olan asrın müceddidi Bediüzzaman’ın da gecelerini ibadet, duâ, evrad ve ezkârla ile ihyâ ettiğini biliyoruz.
Yakın talebesi Molla Hamid, “Şahit olduğum kadarıyla, hiç boş vaktini görmüyordum. Daima bir işle meşgul oluyordu. Ya okuyor, ya duâ ediyor, ya namaz kılıyor, mutlaka bir meşguliyeti oluyordu” (Son Şahitler, 1:85.) der.
Onun ibadet hayatı; uyku, gece ibadeti, Kur’ân okuma, zikir, fikir, evrad, ezkâr ve duâsına bakmakta fayda var. Tâ ki bu Allah dostunun zirvelerde nasıl dolaştığı daha iyi anlaşılabilsin.
|
Şaban DÖĞEN
13.09.2007
|
|
Ramazan, yememe içmeme ayıdır
Ramazan-ı Şerif’in çok derin mânâları, psiko-sosyal, hatta ekonomik ve tıbbî yönleri vardır. Dolayısıyla Ramazan ayı, rahmet, mağfiret, şükür ve bereket ayıdır. Müslümanların günahlarından ve mânevî kirlerinden temizlenme ayıdır.
Diğer taraftan, bu ayda tutulan orucun vücudumuza bir perhiz, çalışan organlarımıza bir dinlenme, zayıf midemizi yemek yemek üzerine doldurmadığımız için hastalıkları önleme gibi hikmetleri de vardır. Bunun yanında zorluklara tahammül ve sabır için bir alıştırmadır.
Bu ayda sağlıklı bir hayat, sıhhatli bir ömür için dikkat edilmesi gereken hususlar ve ince noktalar vardır. Bunların uygulanmasında sayısız maddî-mânevî faydalar vardır. Ne yazık ki, Ramazan-ı Şerif gelince, kimi zaman tefekkür, zikir ve ibadetten çok yeme-içmeyi düşünürüz. Bir dostumuzun ifade ettiği gibi, aslında Ramazan “Yeme-içme değil; yememe-içmeme ayıdır; yedirme-içirme ayıdır. Aslında Ramazan, yeme-içme bağımlılığını engeller.”
Önemli olan, midemizden çok kalbimizin ve beynimizin midesini ibadet, tefekkür, duâ, zikir ve ilimle doldurmaktır. Dolayısıyla perhize, yeme-içme kurallarına uymak son derece önemlidir.
İşte bir ay boyunca oruç tutarak yeme-içme ve benzeri meselelerin eğitimini alırız. Aç kalan insanların psikolojisini anlar, onlara yardım ederiz. Perhizle nefsimizi terbiye ederiz. Böylece çok yemek-içmekten kaynaklanan “obezite” ve ona bağlı pek çok hastalıklara yakalanmayız.
|
Muzaffer BORUZAN
13.09.2007
|
|
RAMAZAN TAKVİMİ
Şeytanlar bağlandı, nefse dur dedik,
Gönlümüzü kapladı huzur dedik,
Hoş geldin ey on bir ayın Sultanı,
Besmeleyle Ramazan’a BİR dedik.
|
Abdil YILDIRIM
13.09.2007
|
|
RAMAZAN TAKVİMİ
Ramazan’ın biridir
Oruç dinin emridir
Uy Rabbinin emrine
Sonu selâmetlidir
|
NURSEVEN
13.09.2007
|
|
Niyet, oruç ve beyin
“Bismillah her hayrın başıdır”. Niyet, düşünce ve davranışlara anlam katan, anlamını değiştiren soyut bir iksirdir. Niyetin eni, boyu, ağırlığı, şekli ve şemâli yok. Davranışlara pozitif özellik kazandırabildiği gibi negatif özellik de kazandırabiliyor.
Bugün niyet ettik, oruca başladık. Hem de Bismillah di-yerek niyet ettik. Niyetin hedef ve maksadına göre beyinde moleküller ve çeşitli kimyasal maddeler üretime geçiyor. Beden anatomisine, sinir sistemi aracılığı ile beyinden emirler gönderiliyor. Öncelikle mideye, “Sana (yaklaşık olarak) on yedi saat yiyecek gelmeyecek, kendin ona göre tedbirini al” diye haber gönderilecek. Mide de ona göre asit salgılama düzenini ayarlayacak.
İnsan beyni ve bedeni çok harika bir kronomet-redir. Zaman ölçümünü saate bakmadan tahmin edebilir, gerekli salgılamaları otomatik yapar. Yapılan araştırmalara göre, insanın, 170 günlük bir zaman dilimine set edilebilen bir kronometre olduğu tespit edilmiştir. Bazı insanlarda bu haslet ileri derecede inkişaf etmiştir. Tanıdığım bir dostum, “Gece hangi saatte yatarsam yatayım, ister bir saat zaman zarfında, istediğim saat uyanmaya kendimi ayarlayabiliyorum” demişti.
İnsanın niyet etmeden aç kalıp 15 saat dayanması zor. Niyet, insanın o harika cihazının bir kronometre gibi sistemi set etmesini sağlayabilir. Oruç ve oruca niyetin birçok hikmetlerinden birisine, beden makinesinin farklı özelliklerinin gelişimine, irade gücü, nefis terbiyesi, beyin sağlığı gibi daha sayısız hikmetlerinden birine farklı bir açıdan bakışı paylaşmak istedim. Ramazanınız mübarek olsun.
|
Dursun SİVRİ
13.09.2007
|
|
Deve kuşlarının ilginç kuluçka sistemleri
Deve kuşlarının ilginç bir kuluçka sistemi vardır. Sürü halinde yaşayan deve kuşlarından yarım düzine kadarı, yumurtalarını ortak bir yuvaya bırakır. Hiçbir özelliği olmayan sadece sığ bir çukur olan bu yuvada her biri 1.5 kg gelen 40 kadar yumurta bulunur.
Yumurtaların tümünü koruma görevi tek bir dişi deve kuşuna aittir. Ancak dişi kuş sadece 20 kadar yumurtanın üzerinde yatabilir. Bu sebeple fazla yumurtaları yuvanın dışına iter.
Yapılan incelemeler sonucunda deve kuşlarının bu itme işlemini rastgele yapmadıkları bulunmuştur. Deve kuşu kendi yumurtalarını kuluçkaya yatacağı yumurtaların arasına alırken, başka dişilere ait olan yumurtaları ise dışarıya atmaktadır. Bu ayrımı deve kuşunun nasıl yaptığını bulabilmek için bilim adamları yumurtalara numaralar vermişlerdir.
Yumurtaların yerini değiştirerek, eski ve yeni yumurtalar karıştırılarak yapılan tüm deneylerde sonucun değişmediği görülmüştür. Bilim adamlarının vardıkları sonuç, deve kuşlarının yumurtalarını, yüzeylerindeki deliklerin dağılımı sayesinde tanıdıkları olmuştur.
Peki aklı ve herhangi bir ilmi olmayan devekuşu, bu işi nereden öğrenmiştir?
Şüphesiz bu hâl, Sonsuz İlim ve Kudret Sahibi Yaratıcı’nın herşeyi kuşatan iradesinin eserinden başka birşey değildir. Deve kuşları da O'nun sevketmesi ile hareket etmektedir.
|
Hazırlayan: Fatih KAYNAR
13.09.2007
|
|
Ümmetin allâmesi: Abdullah ibni Abbas (619-688)
Abdullah ibn Abbas, rivayet ettiği hadisler (en çok hadis rivayet eden yedi kişiden beşincisi olan Abdullah ibn Abbas, 1660 hadis rivayet etmiştir) ve engin fıkıh bilgisi ile sonrakilere rehber olmuş, Sahabe-i Kiramın önde gelenlerindendir. Babası, Hz. Peygamberimizin (asm) amcası Hz. Abbas; annesi ise Hz. Hatice’den hemen sonra Müslüman olan Ümmü’l-Fazl Lübabe’dir.
Hz. Abdullah’ın (ra), Resûlullah’a (asm) yakınlığı, ona Allah Resûlünün (asm) duâlarını kazandırdı. Mektubât’ta nakledildiği gibi, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hz. Abbas ve dört oğlunu (Abdullah, Ubeydullah, Fazl, Kusem) bir perde (mülâet) altına alarak, “Yâ Rabbi! Bu benim amcam ve babamın öz kardeşidir. Bunlar da onun çocuklarıdır. Onları bu perdeyle örttüğüm gibi, Sen de onları Cehennemden öylece koru!” deyip duâ etti. Birden, evin damı ve kapısı ve duvarları “Âmin, âmin” diyerek duâya iştirak ettiler. (s. 134.)
Peygamber Efendimizin (asm) vefatında henüz 13 yaşında olan Hz. Abdullah, İslâm dünyasında daha çok ilmî şahsiyeti ve çok sayıda hadis rivayet etmesiyle tanınır. Bu özelliği ile ilgili, Buharî ve Müslim’de yer alan hadisler vardır. Peygamberimiz (asm), “Allah’ım, onu dinde bilgili ve ince anlayış sahibi yap ve ona âyetlerin yorumunu öğret” buyurmuşlardır. Bediüzzaman, “(Hz. Peygamberin) duâsı öyle makbul olmuş ki, İbni Abbas ‘tercümanü’l-Kur’ân’ ünvan-ı zîşanını ve ‘habrü’l-ümme,’ yani ‘allâme-i ümmet’ rütbe-i âlisini kazanmış. Hattâ çok gençken, Hazret-i Ömer onu ulema ve kudema-yı Sahabe meclisine alıyordu” diyerek, Hz. Abdullah’ın duâ-yı Nebevî ile kazandığı makamları ifade etmektedir. (Mektubat, s. 144.) Bu özelliğinden dolayı, daha küçük yaşlarda iken kendisinden istifade edilmeye başlandı. Özellikle Hz. Ömer (ra) zamanında halli zor meseleler kendisine havale edilerek, verdiği fetvalarla hareket edildi. Naklettiği hadislerin önemli bir kısmını bizzat Peygamber Efendimizden öğrendi. Diğerlerini ise Hz. Ömer (ra), Hz. Ali (ra) gibi Sahabelerin ileri gelenlerinden öğrendi. Bu hadisler çok büyük öneme haiz meselelere dair olup, birçok hadis kitabına alınmıştır. Hadis rivayet etmekle iktifa etmeyip, hadis ilminin gelişmesine ve öğrenilmesine özel önem verdi.
Özel duâya mazhar olması sebebiyle, Kur’ân-ı Kerim’in inceliklerini anlayıp yorumlama ilmindeki inkişafından dolayı tefsir ilmindeki üstünlüğü de hemen hemen herkes tarafından kabul gördü. Bir taraftan Arap dili ve edebiyatına olan vukufiyeti; diğer taraftan, âyetlerin nüzul sebeplerini bilmesi ona ayrı bir mevki kazandırdı. Nasih ve mensuhu çok iyi bilirdi. Kendi devrinde fıkıh dalında Mekke’nin otoriteleri arasında sayılırken, çok sayıda fetva verdi. Bundan dolayı, İbn Hazm tarafından en çok fetva veren Sahabe olarak kabul edildi.
|
Araştırma Merkezi
13.09.2007
|
|
Allah ve Resûlü ne dedi?
Cenâb-ı Hak şöyle buyurdu:
“Ey iman edenler! Oruç, sizden evvelki ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı, tâ ki günahtan sakınıp takvaya eresiniz.” (Bakara Sûresi: 183)
Resûl-i Ekrem (asm) şöyle buyurdu:
“Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allahü teâlâ, size Ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır. O ayda bir gece vardır ki, bin aydan daha kıymetlidir. O gecenin (Kadir Gecesinin) hayrından mahrum kalan, her hayırdan mahrum kalmış sayılır.”
|
Derleyen: Erhan AKKAYA
13.09.2007
|
|
Sorularla Oruç
Oruç ne demektir?
Oruç, Farsça’daki “rûze” kelimesinden dilimize geçmiştir. Arapça’da “savm” veya “sıyam” denilen oruç, bir şeyden uzak durmak, kendini bir isteğine karşı engellemek demektir. Bir fıkıh terimi olarak ise oruç, imsaktan iftara kadar, bir gaye için, bilerek yemek, içmek ve cinsel ilişkiden uzak durmak, demektir.
Ramazan ayında oruç tutmanın hükmü nedir?
Ramazan ayında ergen ve akıl sahibi Müslümanların oruç tutmaları farzdır, yani Allah’ın emridir.
|
13.09.2007
|