Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 12 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Anıtkabir farizası

Başlığı böyle attım ama kuşkuluyum: Şimdi birçok solcu ve de halkçı, “fariza ne demek” diye soracak, sinirimi bozacak. Hani hac mevsiminin “bu sene kurban bayramına” denk gelmesine şaşan gazeteci kızlar vardı ya, onlar gibi... Kimi hayvan da “Osmanlıca konuşuyorsun, demek ki hükümete yağ çekiyorsun” diyebilir.

Deniz Baykal, partisinin kuruluş yıldönümünde, yanına binlerce adamını alıp Anıtkabir’e çıkmış. “İzdiham” yaşanmış, falan filan.

Orada gelenektir, “şeref defteri” imzalanır ve daha önce iki satır da birşeyler yazılır. Atatürk kalkıp onları okuyamayacağına göre, arkada bekleyen muhabirlerin okumaları ve gazetelerine bildirmeleri için.

Yazılanlar genellikle ya imza sahibinin “Atatürk’ün ne kadar izinde olduğunu” belirtmeye yöneliktir, ya da birşeyler ya da birileri bu yoldan “Atatürk’e şikâyet” edilirler. Elbette şikâyet edildikleri merci, aslında Cumhuriyet Gazetesi ve Genelkurmay falandır.

Bu ziyaret yerli yersiz, vara yoğa yapılan bir ziyarettir. Milli bayramlarda da oraya gidilir, maç kazanıldığı zaman da, parti kuran da soluğu orada alır, ihracat rekoru kıran da.

Bir örneği başka bir ülkede yoktur. Sovyet yöneticileri bile resmi törenlerde Lenin’in anıtkabirinin içine girmezler, damına çıkarlardı...

Bir arkadaş, 10 Kasım günleri Ankara’ya gidemediği için Dolmabahçe Sarayı’na gidiyor, yani Atatürk’ün yattığı yere ulaşamayınca öldüğü yeri tavaf ediyor, bunu her sene yapıyor ve okuyucularına da hararetle tavsiye ediyordu...

(Fariza, izdiham, hararet, şikâyet, tavaf, muhabir, sene... Sen iyice gerici oldun be Engin Ardıç!)

Aynı arkadaşlar, halk kadınları bağlı başlarıyla türbe türbe gezip çaput bağlayınca çok kızarlar.

Yapılan, temelde aynı şeydir.

Eh, Nutuk’u kutsal kitap, Çankaya’yı Kâbe, Atatürk portrelerini ikona, ilkokul öğretmenlerini rahip, tayyör-etek giyen memur hanımlarını da rahibe gibi algılarsan, Anıtkabir’i de elbette peygamber türbesi kabul edeceksin!

Onlar çaput bağlayacaklar, sen şeref defterine yazı yazacaksın.

Onlar dua edecekler, sen esas duruş göstereceksin.

Orada ezan okunacak, burada Onuncu Yıl Marşı.

Sonra da ya kızıp köpüreceksin, ya da kara kara soracaksın, “biz nerede yanlış yaptık”...

Atatürk’ü sevdirmediniz, insanları ondan soğuttunuz, bıktırdınız, yanlışı orada yaptınız.

Öğretmediniz, ezberlettiniz. Düşündürtmediniz, korkuttunuz. Özgür bırakmadınız, ezdiniz. Açıklamadınız, yasakladınız. Tartışmadınız, örtbas ettiniz.

Atatürk size hedef olarak çağdaş yaşama biçimini, rehber olarak da bilimi gösterdi, siz tuttunuz bir “Kemalizm dini” icat ettiniz.

Üstüne üstlük, faşizmi de solculuk diye satmaya kalktınız.

Bir kısım basın yuttu ama halk yutmadı.

Akşam, 11.9.2007

Engin ARDIÇ

12.09.2007


 

Al sana tank!

Sanırım “dostluk” da denebilir, “mütekabiliyet” de, “askeri işbirliği” yahut “ticaret” de: Verirsen tankı, alırsın tankı!

Bilindiği ama unutulduğu, yutulduğu gibi;

Ecevit Hükümeti, Genelkurmay’ın da ısrarıyla, “tanklarımız” ın modernleştirme işini İsrail’e vermişti.

O sırada batık olan, kapatılması, dağıtılması, özelleştirilmesi dahi düşünülen “İsrail Askeri Endüstrisi (IMI)” adlı askeri devlet şirketi ise o sayede belini doğrultmuştu.

O işin parasal, “komisyonsal” tartışmaları (Aslında tartışan filan da pek yoktu; Dipsiz Kuyu, bir de birkaç yerde mesele ediliyordu) bir yana;

Yerli sanayinin (mesela “ulusalcılık” açısından!) pas geçilmesini, ticaret bir yana, o sırada tam Filistin tarumar edilirken sivil ve askeri koyu İsrail muhabbetini de “boşu boşuna” dert edinmiştik.

(Arşivlere girseniz de, bugünün mangalda kül bırakmayan kimi “cumhuriyetçi, ulusalcı, bağımsızlıkçı” yazarının mazarının o ihaleyi nasıl mazur gösterdiklerini hatırlasanız!)

Ama şimdi müsterihim:

Çünkü tank verdik, tank aldık!

Beş yıl önce verdiğimiz; 170 adet “M60 A 1” tankı ile beraberinde 700 milyon ABD dolarcığı idi. Üç gün önce aldığımız ise; İsrail savaş uçaklarının tepemize attığı iki adet “yakıt tankı” oldu.

Muhtemelen, bir ihtimal, kuvvetli ihtimal; Suriye hava sahasını ihlal eden, savaş tamtamı çalarak “egemen bir ülke” üstünde “alçak” uçan, onun füze sistemlerini mi kontrol eden yoksa Rusya ile işbirliğine gözdağı mı veren veya kör gözüm parmağına Türkiye’yi işbirlikçi yapan, artık her ne ise, bölgede yeni gerilim yaratan İsrail uçaklarının, yükte hafiflemek üzere Antakya dolaylarına salladığı tanklar.

Yani;

Verdiğimiz tank bizim, aldığımız tank bizim!

“Suriye’ye, Akdeniz’den gelip Kuzey sınırından giren...”

İsrail savaş uçaklarının güzergâhı böyle tanımlandı.

“Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan” yurdumuz ise tam da oradaydı.

Gökten bir elma düştü: Yarısı bana, yarısı ona. İki tank bize düştü, galiba iki tane de tam sınıra.

Akla ilk düşen de, İsrail uçaklarının, arada bir katıldığı Konya’daki “Anadolu Kartalı” tatbikatı sırasında mı, “o hava sahası Türkiye’nin, şu hava sahası Suriye’nin, gidip de görmeyenin” diyerek uçuverdiği ihtimaliydi. Başbakan bunu yalanladı.

Ama İsrail yalanladı mı?

Suriye, Türkiye’yi zor durumda bırakmamak için, İsrail’e “misilleme” duyurusu yaparken bizi açıkça telaffuzdan kaçındı mı?

Dışişleri İsrail’e “tankları” sordu.

Onlara parayla verdiklerimizi değil; tepemize bedavadan düşenleri.

Genelkurmay’ın, meşhur muhtıralı internet sitesi ki, onca Yunan ihlalinin yanı sıra, geçende “Hakkari’de bir mevsim” de, “Seninle 4 dakika” deyip hava sahamızı ihlal eden (sanki üslerdeki uçakları başka memleketteymiş gibi) Amerikan uçaklarını dahi duyurarak “post modern” yenilik yapmıştı ya, “tanklar ile ihlal” üstüne bir şey demedi.

Hayır, İsrail’e verilen kara tankları ile o dönemdeki ihlalleri değil; İsrail uçaklarının bağımsız topraklarımıza attıkları yakıt tanklarını; ne zaman içeri girip de attıklarını; yoksa zaten içerideyken mi, Suriye’ye sınır ötesi yaparken mi salladıklarını; henüz sormadı, söylemedi.

“Anadolu” nun Hatay yörelerine tank inerken, “Anadolu Kartalı” nda İsrail’in olup olmadığı dahi belirsiz:

Daha önce, “İsrail’in İran’a saldırı senaryoları” nda, Türkiye hava sahasının da kullanılması gündeme gelmişti.

“Gündem” işte böyle, “muhafazakar demokrat sivillerle cumhuriyetçi, ulusalcı askerler” in devlet yönetiminde, “tank, tank” yürüyor. Kafamıza “dank” etmesi için daha kaç “tank” düşmesi şarttır?

Bir de İran seferini bekleyen ABD uçakları var. Bakalım hava sahasını ihlal mi, iğfal mi etmek isteyecekler!

Sabah, 11.9.2007

Umur TALU

12.09.2007


 

Sol 12 Eylül’e gerçekten karşı mı?

Her yıl 12 Eylül felaketini anma toplantıları yapılır, onun yaşattığı acılar dile getirilir, cuntaya sövülür; ama bütün bu törenlerde, bütün bu hararetli nutuklarda eksik olan, sahici olmayan veya yolunda gitmeyen bir şeyler olduğu hissine kapılırım.

Genellikle toplumun, hatta solun çoğunluğunun ilgi göstermediği, tanıdık gruplar arasında düzenlenen ‘aile içi tören’lerdir bunlar. O yüzden etkisi de katılımcılarla sınırlıdır. Herkes, zaten ne diyeceğini bildiği grupların mesajlarını dinler, ‘12 Eylül, 24 Ocak Kararlarını uygulatmak için yaptırılmıştır’ türünden ortak söylemler tekrarlanır ve sonra herkes evine döner. Adet yerini bulmuş, görev bitmiştir.

Tabii kimsenin duymadığı, hatta cuntanın elebaşının dahi kaale almadığı bu tarz 12 Eylül protestolarından hiçbir şey çıkmaz. Oysa, darbenin acısını yüreğinde hisseden, gelecek kuşakların onu bir daha yaşamaması için uğraş vermeyi ahlaki bir ödev sayan ve onun kurbanlarına karşı kendisini sorumlu gören hiç kimse, bu türden sıra savmalarla yetinmez. Eğer yetiniyorsa, ona bütün benliğiyle karşı çıkmıyor demektir. Küçük bir bölümü hariç, sol bütün darbelere kategorik olarak karşı çıkmıyor. Dolayısıyla 12 Eylül’ü mahkum ettirip darbecilerin cezalandırılması sürecine de katkı sağlamıyor.

Bunun ahlaki bakımdan sorunlu olması bir yana, stratejik bakımdan da hata olduğunu görmemek, mümkün değil. Ama solun 12 Eylül’ü gerçekten mahkum ettirecek bir tutum alamaması, sadece yanlış bir stratejiden ibaret görünmüyor. Darbe zengini bir ülkede öteki kurbanları ayırarak sadece bir darbeye karşı çıkmanın militarizme karşı kolektif bir mücadele örgütlemeyi engelleyeceğini, toplumun tüm kesimleriyle birlikte bariz bir karşı duruş olmaksızın darbelerin devam edeceğini anlamak için siyaset veya strateji dehası olmaya gerek yok.

Öyleyse bu hatada neden ısrar ediliyor? Acaba içe bakış yöntemiyle kendisini biraz mercek altına alsa, çok da derin olmayan bir yerlerde darbeye ve darbeciye karşı patolojik bir sevgi de bulabilir mi?

12 Eylül’e giden yolun 27 Mayıs’ta açıldığını kavrayamamak, 28 Şubat’ı reddetmeden 12 Mart’ın mahkum edilmesini istemenin tutarsızlık olduğunu fark etmemek, basit bir hastalığın göstergesi değil. Dahası, toplum da soldaki bu rahatsızlığın farkında.

Böyle olduğu için de, her seçimde darbecileri oylarıyla cezalandıracak kadar duyarlı olan toplum, onlara kulak asmıyor, solun anma törenlerini ve mesajlarını merak dahi etmiyor. Belki de sadece hüzünlü bir tebessümle izliyor. Tıpkı ellerindeki oyuncak kılıçla ‘canavar’a karşı savaş oyunu oynayan küçük çocukları izler gibi.

Star, 11.9.2007

Berat ÖZİPEK

12.09.2007


 

Türbanı serbest bıraksalar...

Üniversitede türbansız öğrenci kalmaz... 2 yıl içinde hiçbir üniversitede başı açık kız göremezsiniz!

Bu sözler, seçim sonucuyla ilgili en isabetli tahmini yapan Tarhan Erdem’e ait. Neşe Düzel’in röportajında, AKP’nin seçimlerden sonra oy oranını yüzde 54’lere çıkardığını ve bunun TSK bildirisiyle alakası olmadığı gibi önemli tespitleri, bilimsel verilerle anlatıyor.

‘Netameli konu’ dediği türbana gelince izlenimlerini aktarıyor: ‘Yakın zamana kadar türban takanların sayısının azaldığını düşünüyorum. Ama şimdi türbanın arttığı izlenimine sahibim.’

Oysa konuyu izlenimlere göre değil, bilimsel verilere göre konuşup tartışmanın zamanı çoktan geldi... Bu konuda ‘etrafıma bakıyorum da türbanlı sayısı artmış’ demekle bir yere varamayız. Hele Tarhan Erdem gibi bir uzmandan, bu konuda ayrıntılı bir araştırma yapmasını bekleriz.

Aslında Erdem, pek çok kişinin endişesini dile getiriyor: Türban üniversitede serbest bırakılırsa bu görüntünün yaygınlaşması, son günlerin popüler deyimiyle ‘mahalle baskısı’na dönüşmesi... Sayı artabilir evet, ama arkadaşları türban taktığı için tüm kız öğrencilerin ‘kapanmayı’ seçeceği fikri bana abartılı geliyor. (...)

Yoksa ‘Üniversitelerde kızların hepsi türbanlı olur’ endişesinin altında yatan asıl düşünce şu mu: ‘Mümin sebatı’yla çalışan türbanlı kızların pek çoğu ÖSS barajını geçecek. Ve başında örtü olmayan hemcinsleri elenecek...

Tarhan Erdem, santralistanbul’un açılışına gelseydi, belki bu kadar keskin bir yorum yapmazdı:

Mahallenin gençleri üniversitelilerle aynı pistte dans etti, inşaatta görev alan işçilerle yüksek mimarlar aynı bahçede gezindi, kocasıyla kol kola dolaşıp etrafını izleyen başörtülü hanımlar da vardı.

Akşam, 11.9.2007

Mehveş EVİN

12.09.2007


 

“Baytaşiler tarikatı şeyhi”ne ödül

Daha önce de yazmıştım. Başkentin en güçlü tarikatı “BAYTAŞİLER”dir.

Şeyhi Kemal Baytaş’ın soyadını taşır.

Aralarında başbakanların, bakanların, milletvekillerinin, yüksek yargı mensuplarının, büyük bürokratların, gazetecilerin, hekimlerin, avukatların, işadamlarının bulunduğu bir dostlar çemberidir bu...

Tarikat dediğimize bakmayın. Alkol alanı da vardır, almayanı da... Kimsenin inançları ayrım konusu değildir.

Tam laik ve Atatürkçü bir dostluk çemberi...

Kemal Baytaş, iki fahri doktora unvanı ve içeride-dışarıda ödüllerden sonra değerli bir gün daha yaşadı.

1600 kişinin katıldığı 38. Uluslararası Asya ve Avrupa Çalışmaları Kongresi’nde (ICANAS) “onurluk” aldı.

Erdoğan kongrede yaptığı konuşmada “ömürlerini adayarak bilim, fikir ve sanat alanında çok önemli miras hazırlayan ve Türkiye’nin tanıtımına katkıda bulunan 101 kişinin saptanması için çalışma yapıldığını, ICANAS Yürütme Kurulu’nun ilk 12 kişiyi saptadığını ve dünya kamuoyuna tanıttığını” söyledi.

Türk Tanıtma Vakfı’nın (TÜTAV) kuruluşundan bu yana başkanı, eski Turizm Müsteşarı Kemal Baytaş’ın yanı sıra Prof. İhsan Doğramacı, Prof. Hale İnalcık, Prof. Bozkurt Güvenç, Şükrü Elçin de bu 12 kişinin arasında...

Tarikatın bir müridi olarak keyifliyim.

Milliyet, 11.9.2007

Güneri CIVAOĞLU

12.09.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri