Klasik kural, ‘Kanunlar uygulanmak içindir’ der, ‘Kanun değişirse uygulama da değişir.’
Tamam kural budur ama ya siz kanunları, kuralları yorumlama mevkiindeyseniz ne olacaktır?
İşte bu durumda, yorumların hangi anlayış çerçevesinde yapıldığı önem kazanmaya başlar.
Bu köşede son yedi yılda Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e yöneltilen eleştirilerin neredeyse tamamı, onun yorumlarına esas oluşturan anlayıştan kaynaklandı.
Sezer’in yorumları, neredeyse hiçbir zaman özgürlüklerin alanının, sivil alanın genişlemesinden yana olmadı, neredeyse her seferinde bunun tam tersi yönde inisiyatif kullandı Cumhurbaşkanı.
Pek çok örnek verebilirim ama sanırım en çarpıcısı, Sezer’in art arda veto ettiği ‘devlette reform’ adı verilen paket yasalarda ortaya çıktı.
Merkezi yönetimin yerel yönetimlere yetki ve sorumluluk devrini öngören yasaları Sezer, ‘üniter devlet’ ilkesine aykırı buldu.
Örneğin, Milli Eğitim Bakanlığı’nın kendisine bağlı okulları ve onların öğretmen kadrolarını il özel idarelerine devretmesi ama bakanlığın merkezden gerek eğitimin kalitesiyle ilgili denetimini sürdürmesi, gerek eğitimin planlanması, müfredatın oluşturulması, önceliklerin belirlenmesi, ders kitaplarının hazırlatılması gibi konulardaki tek yetkili olma halinin sürdürülmesini öngören reformun neden üniter devlet ilkesine aykırı olduğu aslında hâlâ ikna edici biçimde söylenemedi.
Ankara’da devleti yönetecek siyasileri seçenle yerel yöneticileri seçen halk başka başka insanlardan mı oluşuyor? Kaldı ki tam anlamıyla bu çeşit bir devir de yok ortada, yapılmak istenen, sadece okulların binalarının, bakım ve onarımının ve bir de öğretmenlerin maaşlarının ödenmesinin belediyeye de değil vali başkanlığındaki il özel idaresine devredilmesiydi.
Ama Sezer, bunu bile ‘üniter devlet’e aykırı buldu. Oysa Türkiye’nin il valilerinin pozisyonunu bile tartışmaya açması gereken bir dönemdeyiz. Eski usul merkezi yönetimin artık ayak bağı olmaya başladığı, Türkiye’yi daha iyi ve daha demokratik yönetme ihtiyacının açıkça ortaya çıktığı bir çağdayız.
Ama hayır, Sezer tercihini demokrasi korkusundan ve seçilmemiş bürokratların seçilmiş siyasetçileri denetlemeye devam etmesinden yana kullandı.
Bu örneği bilerek verdim, Sezer’in veto ettiği yasaların çoğuna buradaki anlayışı hâkim oldu. Herhalde hiçbir parlamento döneminde, veto aşmak için iki kez kabul edilen kanun sayısı bu son dönemde olduğu kadar çok olmamıştır. Bu iki kez kabul edilen kanunların çoğu için Anayasa Mahkemesi’ne de gitti Sezer ama kanunların çoğu iptal edilmedi, yani içinden geldiği mahkeme bile zaman zaman onunla ters düştü.
Sezer’in özellikle bugünkü Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından çok eleştirilmesine neden olan (ama daha önce Ecevit hükümeti de aynı konuda dertliydi) bir başka konu, atamalardaki tutumu.
Türkiye, her hükümet değişiminde sayıları binlere varan orta ve yüksek düzeyli memurların yer değiştirmesine tanık olur. Bu bakımdan AKP iktidarı bir istisna değildi. Sezer, AKP’nin yapmak istediği üst düzey atamaların çoğunda bir çeşit veto yetkisi kullandı. Yani Sezer atamayı onaylamadı. Kuşkusuz her önüne gelen atamayı onaylaması gerekmiyor ama Cumhurbaşkanlarının icrai yetkisi olmadığı hatırlandığında, onaylanmayan her atama için de tatmin edici ve yol gösterici açıklamalar getirilmesi gerekmez mi?
Tamam, Sezer yasada öngörülen yeterli şartları taşımayan kişilerin bir makama getirilmek istenmesine izin vermemekte haklıydı ama ya yasadaki koşulları da yerine getirenleri reddetme gerekçesi neydi? Mesela bugün Dışişleri Bakanlığı’nın dört müsteşar yardımcılığı da vekâleten yürütülüyor, çünkü Sezer asaleten atamaları onaylamadı. Neden? Kimse bilmiyor.
Radikal, 27. 8.2007
|