Mustafa Acet 1924 yılında Emirdağ’da doğdu. Hatıralarında ve kendisi ile yapılan mülâkatlarda çocukluk yılları ve aldığı eğitim konusuna temas edilmemektedir. İş hayatına da Emirdağ’da başladığı bilinmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde imamlık, müezzinlik, hattatlık ve kütüphane memurluğu gibi farklı hizmetleri ifa ettiği aktarılmaktadır.
Emirdağ’da hakkında haberler duyan Mustafa Acet, Bediüzzaman’ı ve Risâle-i Nuru akrabası Ceylan Çalışkan vasıtasıyla tanıdı. Askerlik hizmetini tamamlamasının üzerinden çok az bir zaman geçmişti. Bu sırada yirmi üç yaşında bulunmaktaydı (1947). Bediüzzaman’ın önemli talebelerinden olan Ceylan, Mustafa Acet’i yanına alarak Üstad’ının yanına götürdü ve tanıştırdı. Bu tanışmadan sonra kırk yıldan fazla sürecek olan Kur’ân ve iman hizmeti başlamış oldu. Emirdağ’da Bediüzzaman’la görüşebilen sayılı simalardan biridir.
Mustafa Acet, henüz Risâle-i Nurla tanışmanın üzerinden bir-iki yıl gibi kısa bir süre geçmişken ilk hapis hayatı ile tanıştı. 1948 yılında Bediüzzaman Hazretleri ile birlikte Afyon Hapishanesinde yattı. Burada Kur’ân harflerini öğrendi. Yazı yazmaya başladı ve Kur’ân okumayı geliştirdi. Tecvidi de öğrendi. Afyon Ağır Ceza Mahkemesi’ne verdiği savunmasında hizmet anlayışını net bir şekilde ortaya koydu.
Bediüzzaman ile tanışmış olmaktan zerre kadar pişmanlık duymadığını, Risâle-i Nuru tanıma bahtiyarlığını, yaptığı hizmetin diğer hizmetler karşısında denizden bir damla olduğunu, bu hizmet uğruna hayatını feda etmeye hazır olduğunu, “Uhrevî ve dünyevî hadsiz menfaatleri tahakkuk eden Risâle-i Nurdan, fanî ve ehemmiyetsiz hapislerin ve sıkıntıların hatırı için, kısa ve dağdağalı hayat-ı dünyeviyeye zarar gelmemek için o menfaat-ı azîmeyi terk etmek, Risâle-i Nura ve Üstadıma karşı durgunluk göstermek, o mübarek Üstada, o kudsî allâme-i zamana ve onun bir tek gayesi olan iman ve Kur’ân’a büyük bir ihanet olduğunu biliyorum….” dedi ve “Onun izin ve emrinden zerre kadar hilâf-ı hareket etmek istemiyorum.” sözlerini ilâve etti. Savunmasını şöyle devam ettirdi:
“Zehirli mikroplarını güzel vatanımıza dağıtmak isteyen bolşevizme karşı kuvvetli bir cephe alan büyük bir din âlimine fakirliğimle talebe olmaklığım neden çok görülüyor? Şüphesiz bu vaziyet ispat ediyor ki, Nurlardaki zenginlik, dünyevî zenginliğin pek fevkindedir. Benim gibi milyonları aşan Türk gençliğinin imanlarını kurtarıp vatana nâfi birer uzuv olmaları için, Üstadımı ve Risâle-i Nur’u daima serbest bırakınız. Biz Türk gençliğinin Risâle-i Nur’a ihtiyacımız, kapalı zindanda kalmış bir kimsenin havaya ve zifirî karanlıkta bulunan bir adamın ziyaya ve çöldeki aç ve susuz kalmış bir insanın suya ve gıdaya ve denizde boğulmak üzere bulunan herhangi bir kimsenin cankurtaran gemisine olan ihtiyacından binler derece daha ziyadedir… Bediüzzaman’ı ve ona hüsn-i niyetle talebe olan çok biçareleri böyle hapislerde çürütmek adaletin şerefiyle kabil-i telif olamaz.” (Şuâlar, s. 493).
Afyon’da on bir ay hapis yatan Mustafa Acet, beraat ettikten sonra Emirdağ’a döndü. On yıl boyunca Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde imamlık yaptı. 1951 yılında başladığı bu vazifeyi, 1960 yılına kadar devam ettirdi. İmamlık vazifesine son verilince birkaç ay sıkıntı çekti. Ekonomik durumları iyi olmadığı için işsiz kalması kendisini sıkıntıya soktu. Daha sonra tekrar işe alınmakla birlikte imamlık vazifesi iade edilmedi. Kendisine hattatlık görevi verildi. Bunu da on dört yıl sürdürdü. Gerek imamlık, gerekse hattatlık vazifesinde istihdam edilmeyi, gördüğü hizmet ve Cenâb-ı Hakk’ın inayeti olarak telâkki etti.
Uzun yıllar Bediüzzaman’a hizmet eden Mustafa Acet, Bediüzzaman’ın sürekli gözetim altında tutulduğunu belirtmekte ve bir ara evine gelen bir komiser ve iki polis memuruna, “Siz beni gözetlemeye geldiniz. Benim hatt-ı hareketim meydandadır. İslâmiyet ve bu vatanın saadeti için çalışıyorum” dediğini nakletmektedir.
Hapishanede yazısını geliştiren Mustafa Acet, Cevşen’i el yazısı ile yazdı. Bu nüsha Ceylan Ağabey tarafından Bediüzzaman Hazretlerine takdim edildi. Eseri inceledikten sonra, “Bu yazıyı benim çok mahir bir talebem yazmıştır” diyerek övgü ve memnuniyetini dile getirdi. Bu ifadeleri duyan Ceylan, Mustafa Acet’i işaret etti.
Bediüzzaman ile tanışmış olmanın bahtiyarlığını yaşayan Mustafa Acet, uzun süre hizmet etmekle birlikte bunu hiçbir zaman yeterli görmedi; “Onun (Bediüzzaman’ın) herhangi bir hareketini bile unutmak benim için imkânsızdır. En çok esef ettiğim şey kıymetini bilip de, tam hizmetine koşamamamdır. Onu anlayamadım, idrak edemedim. Zamanı gelip de önceden haber verdiği hâdiseler bir bir çıkmaya başlayınca, onun büyüklüğünü daha çok anlamaya başladım. Güneş her gün çıktığı için kıymetini tam bilemiyoruz. Ancak nimet elden çıkınca, kıymetini takdir ediyoruz. Kendisi daima şahsını gizliyor ve perdeliyordu. Dikkatleri Nur Risâlelerine çekiyordu” demektedir.
Bediüzzaman ve Mustafa Acet arasında geçen tatlı anılar da kayda geçirilmiştir. Bediüzzaman, evine götürmesi için kendisine teberrüken bir bardak dut şurubunu verir. O da aşağıya indikten sonra şurubu içer. Eve gidip gelmesi uzun zaman alması gerekirken hemen huzura çıkınca Bediüzzaman şüphelenerek, “Ne yaptın?” diye sorar. Mustafa, “Boşalttım efendim.” diye karşılık verir. “Nereye boşalttın.” diye sorulunca durum anlaşılır. Bunun üzerine Bediüzzaman, “Bir bardak şurubun hepsi içilir mi?” deyip tebessüm ettikten sonra, “Senin midenden Allah’a sığınırım.” diye lâtife yapar. (Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, 2. C., s. 374).
En sıkıntılı dönemlerde Risâle-i Nur hizmetinde bulunan talebelerinin bu fedakârlıklarını her vesile ile dile getiren Bediüzzaman onların isimlerini de zikrederek övgülerde bulunmuştur. Mustafa Acet’in de ismini zikrederek; “Burada, Abdülmecid (kardeşim) hükmünde ve hanedanı da benim hanedanım olması cihetiyle en çalışkan ve fedakâr Mustafa Acet, hem küçücük bir Hüsrev, hem küçücük bir Abdurrahman hükmünde Ceylân namında çok çalışkan bir çocuk, Risâle-i Nur’a tam hizmet ediyor…” (Emirdağ Lâhikası, s. 24) ifadelerine yer vermektedir.
Kırk yılı aşkın insanların imanını kurtarma hizmetini ifa edenlerin kervanında yer alan Mustafa Acet 1990 yılında Medine-i Münevvere’de vefat etti.
|