Kabul buyur Üstadım!
“O nuru gönder İlahi asırlar oldu yeter / Bunaldı milletin afakı bir sabah ister” diyen şair milletin hissiyatına tercüman olmuştu. Külliyet kesbeden bu duâ kabul görmüş, “dünya ilim ve irfan sahasına Türkiye’den bir güneş doğmuştu.”
Âlemi ve âlemimizi ışıklandıran “cihan vüs’atindeki muazzam dâvâmızın” tulu ettiği beldeye doğru yola çıktık kırk kişilik ekibimizle. Üstadımızın “Ben bu menzilleri Yıldız Sarayına değişmem” dediği nurun payitahtına gidiyoruz. Barla sahifesinde satır satır, hece hece nuru okumaya koşuyoruz. Bezm-i elestte verdiğimiz sözü özümüz bilip, nurun şefaati, nurun duâsı, nurun himmetine sığınıyoruz. Barla hasreti, Üstad özlemi ve nurun aşkıyla katediyoruz mesafeleri. İştiyakımız, heyecanımız ve muhabbetimiz sadırdan satıra dökülüyor:
“Pervane misali nura müştakız, nura talibiz, nurda nar olmayı diliyoruz. Zübeyir’in hissiyatıyla geliyoruz. Okulu, memuriyeti, dünyaya çağıran daileri terk eyledik. Kabul buyur Üstadım! Fenâfi’l-Üstad, fenâfinnur olmak muradımız. Al bizi de avucuna. Parmaklarının arasından arş-ı azama yükselen birer duâ da biz olalım. Zübeyir’in sadakatini, Ceylan’ın şecaatini, Sungur’un şefkatini, mahşerde şefaatini istiyoruz. Duy Üstadım!”
Günün ilk ışıklarıyla Barla’dayız. “Firakın elemi visalin lezzetiyle zeval buluyor.” Zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana çıkmış gibi bir ruh hali var üzerimizde. Bir başkalık var Barla’da.
“Güneşin doğuşu başkadır orada, batışı başka” dediği gibi şairin uhradan haber veren, cenneti ihsas eden bir başkalık. Bu duygularla giriyoruz Yeni Asya Sosyal Tesislerine. Şerafettin Ağabeyimiz karşılıyor bizi. Odalarımızın anahtarlarını alıp istirahate çekiliyoruz.
Medrese-i Nuriye’miz olan Yeni Asya Sosyal Tesislerinde bir hafta sürecek olan okuma programımızın ilk dersi ihlâs ve uhuvvet oluyor. “Evvel âhir tavsiyemiz, tesanüdünüzü muhafaza; enâniyet, benlik, rekabetten tahaffuz ve itidal-i dem ve ihtiyattır” diyen Üstadımıza “beliğ” diyoruz ve birer endam âyinemiz olan bu risâleleri müzakere ile başlıyoruz programımıza.
İkindi namazlarımızı Mus Mescidinde kılıyoruz. Tesbihat ve dersin ardından Üstadın “Altı vilayet genişliğindeki mânevî Medresetü’z-Zehra’nın çekirdeği ve birinci medresesi olan ve sekiz sene ikamet ettiğim ve Risâle-i Nur’un telif merkezi olan bu evimi bir medrese-i nuriye olarak vakfettim” dediği evine doğru ilerliyoruz. Gözlerimiz bu vasiyetine şahit tuttuğu Zübeyir, Ceylan ve Sungur’u arıyor. Ulu çınar bütün haşmetiyle 1926’dan 2007’ye nurun zaferini sembolize ediyor. Biz de nur hizmetinde ulu çınar haşmetinde birer fedai olmayı istiyoruz Rabbimizden. Mübarek çınarın gölgesinde serinleyip, çeşmeden akan buz gibi suyu yudumluyoruz. Basamakları “Kabul buyur Üstadım” diyerek çıkıyoruz ağır ağır. Kapıyı açan Zübeyir, Bayram ya da Ceylan olsun istiyoruz. “Ben kulumun güzel zannı yanındayım” diyen Rabbimize el açıp, Cennetin kapısında “Buyrun. Hoşgeldiniz kardeşim. Üstad sizi bekliyor” diyen ağabeylerimizi görmeyi murad ediyoruz.
Hafızamızda Üstadın sekiz senelik ikametinden sonra yirmi beş yıllık bir ayrılığın ardından Barla’ya gelişi canlanıyor. Üstadın mübarek çınara sarılıp hazin hazin ağlayışını işitiyoruz sanki. Sıddık Süleyman yok, Zübeyir yok, Ceylan yok, Bayram yok, Tahirî yok. Talebeliğine talibiz. Kabul buyur Üstadım. Isparta kahramanlarına arkadaş olmayı diliyoruz. Al bizi de duâlarına Üstadım.
Barla’nın her köşesinden temaşa ettiğimiz Eğirdir Gölü, mavinin asaletiyle celb ediyor nazarlarımızı. Eğirdir Gölünde yaptığımız yat gezisinde tefekkür ettiğimiz manzaralar âlem-i bekada cennet ehlinin temâşâ edeceği dünyadan alınmış sermedî manzaralardan olsa gerek. Denizden semaya, semadan dağa, dağdan arza tefekkür halindeyiz. Bakileştirmek istiyoruz bu anı fotoğraf kareleriyle. Hiç bitmesin istiyoruz bu seyir. “Mümkün olsa kalacaktım bir ömür boyu Barla’da” diyoruz hep bir ağızdan.
Göl kenarında konaklıyoruz. Kardeşlerimizden cennetmisâl bu yerde cennet bahsini dinliyoruz. “Cennette dost dostuyla beraberdir” hadisiyle biraz daha kenetleniyoruz birbirimize. Bu anımız cennette altın tahtlarda oturup bahsedeceğimiz dünyadaki ahvalimizden olsun istiyoruz.
Üstadımızın 1953’ten sonra kaldığı evi ziyaret edip temizleme şerefine nâil oluyoruz. Sanki birazdan kapı çalacak, Üstad ve ağabeyler gelecek. Sanki onlar hayatta ve biz onlar için hazırlıyoruz bu mekânı. “Alt katta Zübeyir, Ceylan, Bayram, Tahirî ve Sungur ağabeyler kalırdı nöbetleşe. Üstad üst katta evrad ve ezkârla meşgul olurdu. Ağabeyler Üstad çağırınca yanına çıkar ve hizmetinde bulunurdu” diyor Mehmed Gönenç Ağabeyimiz, Üstaddan bahsederken. Onu gören gözleri görmüş olmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Temizlik sonrası öğle namazlarımızı kılıyoruz Üstadımızın odasında. Ardından Mehmed Ağabeyimizin eşi Mukaddes Teyzemizin yaptığı leziz pişileri yiyip, çaylarımızı yudumluyoruz.
Barla’da uyumayı ziyan biliyoruz adeta. Sabah namazından sonra uyumayıp risâle okuyoruz, sonra okuduklarımızı kâinat kitabında temaşa ediyoruz.
Barla’da tesisin bahçesinde yediğimiz akşam yemekleri ve ardından çay faslı, muhabbet, koyulaşan sohbet unutamadığımız anlardan.
Okuma programımıza Turgutlu’dan katılan Hatice Göçmen Ablamız, Nevşehir’den Nurcan Yalım kardeşimiz ve Hatice Afşar Ablamız, Konya’dan Saadet Uslu kardeşimiz ve Isparta’dan Feyza Doğan, Aydın’dan Ayşe Çatal Ablamızla beldelerimizdeki hizmetleri konuşup, Nurbanu Ablamızın hizmetteki engin tecrübe ve birikimlerinden istifade ediyoruz. Akşam yaptığımız derslerde Hasan Ağabeyimizin Risâle-i Nur ummanından istifaza ve istifade edip, hizmete müteallik sorularımıza cevaplar alıyoruz.
Son gün sabah dersimizi cennet bahçesinde yapıyoruz. Mesnevî-i Nuriye’den okuyoruz şahit olduğumuz güzellikleri. “Üstad görmediğini yazmamış.”
Ders sonrası Çam Dağına hareket ediyoruz. Üstadımızın yaya yürüdüğü yolları tefekkür ederek ilerliyoruz. Katran ağacı başındayız. O kara gün geliyor aklımıza. “Gazan mübarek olsun” diyoruz Çamdağına. Şair Hasan Şen Ağabeyimizin dediği gibi:
Yükseklerde zikreden sultandı onlar
Daim kollar semada duâhandı onlar
Üstaddan hatıra olarak kalandı onlar
“Gazan mübarek olsun” diyelim Çamdağına
Lahikalardan, Mektubat’tan okuyoruz aziz ruhlarına.
Ayrılık zamanı gelip çatıyor. Tesisin bahçesindeki kamelyada otobüsümüzün gelmesini bekliyoruz. Rahmet yağıyor sicim sicim. Barla’da yağmurun yağışı bile bir başka. Her katre mücessem bir rahmet olarak iniyor semadan. Sünnete icabet edip duâlar ediyoruz yağmur eşliğinde. Gölde kayboluyor nazarlarımız. Bakışlarımız gölün mavi yüzünde derinleşiyor. “Basar masnuatı görüp de, basiret Sanii görmezse çok garip ve pek çirkin düşer” diyen Üstadımıza “sadakte” deyip esmâyı talim ediyoruz su arşında.
Şerafettin Ağabeye ve Niyazi Ağabeye veda edip, helâllik dileyerek biniyoruz otobüsümüze. Barla sahifesini silinmemecesine kaydediyoruz hafızalarımıza. Üstad ve Barla muhabbeti, firakın elemiyle yaş oluyor gözümüzde. Hüznün girdabında çırpınıyor kalbimiz. Hasan Feyzi Ağabeyin, Üstad Denizli’den ayrılırken yazmış olduğu şiir lâl olmuş lisanımıza, derûnî hissiyatımıza tercüman oluyor:
Haber aldım ki, yarın yad olacakmış bize yar
Ne büyük yare ki, kimler buna derman olacak?
Bu büyük derd-i elemden kime şekva edeyim
İşiten nalemi, hep ben gibi nalan olacak.
Duâlar ediyoruz Yüce Rabbimize “Son nefesimize kadar bizi Risâle-i Nur’dan, bizi birbirimizden ayırma. ‘Ben size kanaat ettim, siz de Risâle-i Nur’a kanaat edin’ diyen Üstadımızın imanî, içtimâî ve siyasî görüşlerine sadık kalabilmeyi nasib eyle” diye.
|