|
|
|
|
|
29.05.2007
|
|
|
Kanmayın kıymayın! |
Tezgâhçıları, tahrikçileri, hesapçıları, bir taşla çok kuşçuları, çığırtkanları hiç de az değil.
Türkiye, “terörle mücadele” gerekçesiyle, hiç tükenmeyen “Ortadoğu savaşları” nın içine çekilmek isteniyor.
Türkiye, “üniter devlet” diye sefere çıkarken, esasında ruhu paramparça olsun, Ortadoğu’nun tüm etnik, dini, mezhepsel çukurları içinde debelensin isteniyor.
Türkiye adım adım buraya getirildi.
Terörün çok daha yıkıcı, kıyıcı, çok daha fazla “savaş gibi” günlerini, büyük bir depremi, büyük bir ekonomik krizi bir şekilde atlatabilen
Kıyıcı şiddetin yanında, doğal ve ekonomik kıyımlarla da, “acıyla” olgunlaşan bir toplum tekrar çocukluk hastalıklarına gömüldü.
*
Bin türlü anlatılabilir ama, birkaç yıllık çok kısa hikâye şudur:
Kendi ekonomik, toplumsal, siyasi kırıklarını onarmak üzere yola koyulmuş;
Bir yandan “Amerikan siparişi tezkere” yi, bir savaşı, bir işgali büyük çoğunlukla reddetmiş;
Bir yandan da, elbet o şahsiyetli tavrıyla da büyüttüğü saygınlıkla yüzünü başka ufuklara çevirmiş bir ülke, bakın ne hale geldi:
1. Kendi içindeki dine, laikliğe, etnisiteye, kimliklere dair tüm ayrımlar, kırıklıklar, kırılmalar, ayrılıklar, düşmanlıklar şiddetlendirildi.
2. Cinayetler, suikastler, bombalar, mayınlar, terör, terörün maşalığı azdırıldı; terörle mücadele adına sadece şiddetli çözüm istekleriyle fay hatları kızıştırıldı.
3. Barış, demokratikleşme, huzur, kardeşlik diyen bir ülke, her vatandaşının şüpheli sayıldığı terör yasalarına geri döndü.
4. Savaşı ve işgali kategorik olarak reddeden bir ülke, savaş ve işgal kıyılarına sürüklendi.
5. Yüzünü Ortadoğu cehennemine çevirdiği yetmediği gibi, başını oranın çamuruna gömme noktasına geldi.
6. Adım adım, savaş ve iç savaş atmosferinin, histerisinin güzergahları döşendi.
*
Görev süresi biterken, Cumhurbaşkanı Sezer’ in içi hiç rahat olmamalı.
Cumhurbaşkanı seçememişken, mecburen seçime giderken, Başbakan Erdoğan bu tablonun nihai halinin derin bir başarısızlık, kesif bir karanlık olduğunu kabul etmeli.
Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt da, yüzünü Ortadoğu’ya gömecek bir ülkenin neresinin ve nesinin “Yurtta barış, cihanda barış” ve “Muasır medeniyet hedefi” ne münasip düştüğünü düşünmeli.
*
Yurdunuzu, insanlarınızı, çocuklarınızı, kendinizi seviyorsanız;
Asla daha büyük kıyımlara, kırıklara, bölünmelere gebe bir savaşı istemeyin; Türkiye’yi çamura çekecek bir savaşa mutlaka karşı olun.
Sabah, 28.5.2007
|
Umur TALU
29.05.2007
|
|
|
Bir demagoji örneği |
Cumhurbaşkanı Sayın Sezer cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini öngören Anayasa değişikliği paketini veto etti. Başkanlık veya yarı başkanlık gibi bir sistem değişikliği olmadan, zaten aşırı yetkileri olan cumhurbaşkanını bir de halk seçerse, aşırı derecede güçlenmiş olur, iki başlılık çıkar, denge bozulur... Gerekçesinin özeti bu.
Sezer şöyle diyor:
“Anayasa’nın parlamenter sistemi öngören hiçbir kuralına dokunmadan yalnızca cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin öngörülmesi, örneği ve uygulaması duyulmayan yeni bir sistem getirilmesi anlamına gelmektedir...”
İyi ama bilinen bir sisteme benzememiz şart mı?! “Biz bize benzeriz” diye düşünmek daha iyi değil mi? Bize göre bir sistem niye olmasın?!
Biz bize benzeriz!
Tarih 1 Aralık 1921; Meclis’te rejim, sistem tartışmaları yapılıyor. Meclis’in sol ve sağ kanadından eleştiriler geliyor; Mustafa Kemal’in uyguladığı sistemin dünyada ‘örneği ve uygulaması duyulmayan’ bir sistem olduğunu söylüyorlar.
Mustafa Kemal Paşa kürsüye çıkıyor:
“Ne yapalım ki demokrasiye benzemiyormuş, sosyalizme benzemiyormuş, hiçbir şeye benzemiyormuş. Efendiler! Biz benzememekle ve benzetmemekle iftihar etmeliyiz. Çünkü biz bize benziyoruz!”
Peki, bugün niye başkalarına benzeyelim?! Dünyada ‘örneği uygulaması olmayan’, ‘bize benzeyen’ bir cumhurbaşkanlığı sistemini niye getirmeyelim?!.
Hayır, bu yazdıklarım tam demagoji örneğidir! Sırf dogmatizmin ne kadar yanıltıcı olabileceğini göstermek için yazdım. Tarihte bambaşka şartların ürünü olan sözleri, vecizeleri, kuralları aktararak günümüzün problemlerini çözemeyiz!
Zaten, Atatürk bu sözlerinin devamında 1921’deki sistemin “değişmeyeceğini, değişmeden devam edeceğini” söylemiş ama ondan sonra, hem kendi hayatında hem izleyen dönemlerde sistem defalarca değişmiş, 1930’lardaki “Parti Devleti” sisteminden 1946’da Batılı demokrasiye karar verilmiştir.
Bu sütunda ısrarla yazdığım gibi, bugünün sorunları bugünün verileriyle düşünülmelidir. Tarih değişim süreçlerini, dinamiklerini görmek için gereklidir.
Sistem ve Çankaya
Seçilmişlerin başına bir vesayet makamı olsun diye 12 Eylül rejiminin aşırı yetkilerle donattığı cumhurbaşkanına bir de halk tarafından seçilmek gibi üstün bir siyasi kudret verilirse, gerçekten dengesizlik olur. Bunu daha önce de yazdım.
Anayasa değişikliğinde iktidarın ısrarını yanlış buluyorum; siyaseten de yanlış, sistem teorisi açısından da yanlış... Konu gelecek Meclis’e bırakılmalıdır.
Ancak “toplantı yeter sayısı”nı kolaylaştıran düzenlemede ısrar edilebilir; çünkü bir sistem meselesi değildir; hatta mevcut sistemin işlerliğini güçlendirir.
Sistem konusunda Sezer’e de bir eleştiri: Anayasa Mahkemesi başkanı iken, cumhurbaşkanının yetkilerinin aşırı olduğunu defalarca söylemiş, düzeltilmesini istemiş ama Çankaya’ya kendisi çıkınca bunları tamamen unutmuştur!
Elbette bu yetkileri kullanmadan edemezdi ama parlamentoya ve kamuoyuna bu yönde çağrı yapabilir, parlamenter sistemin normal dengesine kavuşmasını isteyebilirdi...
Aksine, dün eleştirdiği aşırı yetkilere dört elle sarılmış, bunları kullanarak ideolojik ve siyasi bir kadrolaşma yapmıştır. Yüksek mahkemeye bile partili üye atamaktan çekinmemiştir!
Milliyet, 28.5.2007
|
Taha AKYOL
29.05.2007
|
|
|
47 yıl önce, 47 yıl sonra... |
Bundan tam 47 yıl önceydi. 1960 yılının 27 Mayıs sabahı bütün Türkiye bir radyo anonsu ile uyandı: - Ordu yönetime el koymuştur...
Silahlı Kuvvetler’in yönetime el koyma gerekçesi ise, kardeş kavgasına meydan vermemekti! Mehmet Ağar, o gün 10 yaşındaydı. İlkokula gidiyordu. Sabah kapı çalındı. Askerler babasını alıp götürdüler. Sadece bu kadarla da kalmadı. O günden sonra mahallede birlikte top oynadığı arkadaşları, kendisiyle “düşük” diye, “kuyruk” diye alay ettiler! Bu olay, hayatı boyunca hiç aklından çıkmadı.
. . . . . . . . . Dün, 27 Mayıs 1960’ın 47. yıldönümüydü... DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar, hayatının belki de en duygu dolu anlarından birini yaşadı. 10 yaşındayken kapatılan DP’yi 57 yaşında yeniden canlandırdı. DYP, DP adını aldı.
DP, 47 yıl sonra yeniden canlanmakla kalmadı. 1960 Darbesi’nin kapattığı DP, 12 Eylül 1980 İhtilali’nin hayat verdiği ANAP’ı da tarihe gömdü. ANAP yakında kongresini yaparak DP’ye iltihak edecek. 27 Mayıs 2007 Türk Demokrasi Tarihi açısından gerçekten önemli bir gün oldu.
***
(...)
Ağar, yaptığı heyecan dolu konuşmasında önemli mesajlar verdi:
- Demokrat geçinen bu iktidar 4,5 yılda ne yaptı? Hangi özgürlük alanını genişletti? “Yasaklar” diye istismar ettiği hangi yavrumuzun meselesine çözüm getirdi? Bunun için bizden ne istedi de destek olmadık?
- Bunlar, sivil toplum örgütleri üzerinde bile baskı kurdular. Kanarya sevenler derneğinin başkanının dahi kendi partilerinden olmasını istediler.
- Bu iktidar, başkalarının koyduğu kurallara göre Türkiye’yi oynattı. Ama bundan sonra kuralları Türkiye koyacak.
- Biz, kutuplaşan değil, kucaklaşan Türkiye’nin iktidarı olacağız.
- Başbakan, kendi sorumluluğunu gerektiren sınır ötesi operasyon konusunda bile televizyonlardan Genelkurmay Başkanı’na dilekçe yazdı.
- Yürekleri varsa televizyonda ve istedikleri alanda hesaplaşalım. Tayyip Erdoğan’ı da gelsin, Abdullah Gül’ü de.
- Cumhurbaşkanlığı seçimi konusu bir siyasi meseledir. İktidarın iddia ettiği gibi bir demokrasi meselesi değildir.
- Siz kimsiniz ve nesiniz de bizi demokrasi dışı davranmakla suçlayacaksınız? Sizi bu makamlara taşıyan bizim açtığımız demokrasi yollarıdır. Siz, milletin değerlerinin arkasına sığınıp siyaset yaptınız, ama tuzu kuruların iktidarı oldunuz.
DYP Genel Başkanı konuşmasının sonunda bir de taahhütte bulundu:
- İktidarımın ilk üç ayında terörü kontrol altına alıp, bir sene içinde de kökünden bitireceğim. Sokakları da teslim ettikleri eşkıyadan 15 günde millet adına teslim alacağım.
Ağar, son önemli fotoğraf karesini ise ANAP Genel Başkanı Erkan Mumcu ile el ele tutuşarak verdi. DYP’nin DP adını aldığı dünkü kongredeki mesajlar, seçim kampanyasına ilişkin önemli ipuçları da verdi. DP Genel Başkanı Mehmet Ağar, sadece “yarışta ben de varım” demekle kalmadı. Yaptığı konuşma ile önümüzdeki seçim kampanyasının hayli sert geçeceğini ortaya koymuş oldu.
Bugün, 28.5.2007
|
Emin PAZARCI
29.05.2007
|
|
|
Yeni cuntacılar |
Ülkemizde, siyasal sorunlarla karşılaştığında, çözümü demokrasi içinde bulmak yerine kestirme yollar arayanlar; buldukları olmayacak marifetlerini uygulamak isteyenler olmuştur.
1954’ten bu yana siyasal hayatı izlemeye çalışırım. Her dönemde, seçim dışında iktidar değişimi arayanları gördüm. Zorla iktidar değiştirmek isteyenlere Hasan Cemal ‘Organize çekirdek’ adını veriyor; ben ‘Cuntacı’ adını daha uygun buluyorum.
Hiçbir zaman cuntacı eksiğimiz olmadı! Bunlar siyaset, basın, üniversite çevrelerinden ortak veya yardakçı bulmakta da güçlük çekmediler. İçlerinde tanınmış siyaset adamı, yazar, profesör hep vardı.
Cuntacılar her zaman siyasal iktidarı çekilmeye zorlamışlardır. Son 50 yılda, cuntacılar dört kez başarılı oldu, iktidarın kısmen ya da tamamen el değiştirmesini sağladılar. Kapalı idareden demokrasiye geçilir geçilmez eskiden kalan artıklar veya yeni hevesliler cuntalarını kurmuşlardır.
Anlaşılıyor ki bugün de iktidarın seçim dışı yollarla el değiştirmesini isteyen bir ya da birden fazla cunta vardır.
Cuntacıların lehine görünen, değişimin bazı kesimlerde yarattığı bunalımdır. Türkiye, AB ve ekonomik nedenlerle değişim sürecine girmiştir. Demokrasi dışı yol arayanlar değişimden sıkıntı duyanları insafsızca kullanmaktadırlar.
Cuntacılar, iktidarın laiklik karşıtlığı kuşkusunu da, başarıyla kullanmaktadırlar. Cumhuriyet ilkelerine tehditlerden samimiyetle çekinenlerin bir bölümü bilerek ya da bilmeden cuntacılara cesaret vermektedir.
Cumhuriyet mitinglerinin amacını saptırma girişimleri nasıl başarısız bırakılmışsa, laiklik kuşkusu pazarlayanların bizzat meydanlara koşanlar tarafından geriye döndürüleceğine inanıyorum.
Cuntacıları mağlup edenler de, onlara mağlup olanlar da sonuçta iktidarıyla ve muhalefetiyle siyaset adamlarıdır. Bugün eski darbe günlerine benzerliklerimiz vardır ama farklılıklarımız daha çoktur. Ben siyaset adamlarının cuntacıları etkisiz bırakacağına inanıyorum.
14 seçim geçiren halkımız, her şeyin farkındadır; cuntacıları, korku ve hayal pazarlayanları yakından tanımaktadır. Seçmene ‘darbe’ yutturulamayacaktır.
Telaşlanmayalım, oy vermeye sekiz hafta kaldı; cuntacılar karşısında tedirginlik duymayalım; sadece uyanık olalım.
Radikal, 28.5.2007
|
Tarhan ERDEM
29.05.2007
|
|
|
Kaşınan yaralar, kompleksler |
Zır kapı. Biri kız biri erkek iki genç. “Biz Atatürkçü Düşünce Derneği’nden geliyoruz. Atatürk düşmanlarına karşı mücadele ediyoruz. Bütün Atatürkçüler’i ayağa kaldırıyoruz. Şu kitap neler yapmamız gerektiğine karşı bir rehber kitap. Almak ister misiniz?”
Süper bir zamanlamaları vardı. Tam da şu “bizim” laikler neden bu kadar haşin ve de alıngan mevzuunun ikinci bölümünü yazmaya hazırlanıyordum..
Fazla uzatmak istemedim “Hayır” dedim “teşekkür ederim.”
“ Niye?” dedi kız. “GERİCİ misiniz?”
O yeee.. Kitabı aldın “ilericisin”, kitabı almadın “gericisin”! “Evet” dedim “gericiyim. Saltanat geri gelsin istiyorum. Hatta hilafet de gelsin” “İnanmıyorum” dedi çok bilmiş ADD kızımız.
“Neden” dedim.
“Tipiniz öyle göstermiyor.”
Üzerimde askılı bluz vardı.
Bir çift bluz “askısı”mıydı benim bütün referansım? Askı var tamam, askı yok gerici. “Ah” dedim. “ Yobaz dediklerine karşı mücadele verirken ne kadar yobaz olduğunun farkında mısınız?” Sinirlenip gittiler..
Sorum hâlâ geçerli: Kim daha az şekilci? Kim daha az muhafazakar? Kim daha az dogmatik?
***
“Giyinmek Güzeldir” sloganlı başörtüsü reklamından Ayşe Arman rahatsız olmuş bildiğiniz gibi. Sloganın alt metninin “örtünmek güzeldir, soyunmak çirkindir, soyunanlar kötüdür, kafası orası burası açıklardansan aklını başına topla, kendini düzelt” gibi şeyler olduğunu düşünmüş, fena olmuş, benden başka rahatsız olan yok mu demiş, okurlarını imdadına çağırmış.. Onlar da yetişmiş.. Cumartesi okuduk.
Rahatsız olmaksa eğer mevzu, GİZLİ alt metinleri üretmekse eğer konu, etraftaki hemen hemen her şeyden, her reklam sloganından, her reklam fotoğrafından böyle şeyler üretebiliriz..
Ben de mesela tam tersine mayo reklamlarından rahatsız oluyorum. Memeleri kuma gömülü çırılçıplak bir kadının (Adriana Karambööö!) mayo tanıtımı yapıyorum ayaklarıyla (ki üzerinde mayo var mı yok mu belli değil) orda burada bana salak salak bakmasına sinir oluyorum..
Ayşe Arman gibi gizli anlam hafiyeliği yapacak olursam aynen şöyle diyebilirim:
Bütün çıplak kadınlı reklamlar esasen bana şunu diyor: “Kadın dediğin böyle güzel olmalı. Böyle değilsen kusura bakma bir hiçsin. Kadın olmadığın kesin, insan bile olup olmadığın meçhul. Aklını başına topla, zayıflayacaksan zayıfla, memelerini yaptıracaksan yaptır, bacaklarını incelt, sarışın ol, boyunu uzat, kaşını al, saçını yaptır, yüzünü çekiştir, burnunu kaldır.. Ve daima seks arzula, seks arzula, seks arzula.. “Yok artık” öyle mi? Vitrin mankenine bakıp ağlayan, neden benim bacaklarım böyle ince uzun değil diye gece yarısı dükkan önünde üzüntüsünden kendinden geçen insanlar biliyorum ben.
Bu uç bir örnek oldu belki ama dayatılan bir güzellik anlayışı var ve bu milyonlarca kadının hayatını karartıyor. Bilhassa genç kızların. Ölümüne rejim yapmalarının nedeni işte bu aval aval bakan memeleri kuma gömülü Adrina Karambööö’ler.. Beslenme eksikliğinden ve kafayı güzelliğe takmış olmaktan geri zekalı diyebileceğim kadar andaval kızlar yetişiyor.
Ve bu benim hoşuma gitmiyor. Kendimi sürekli yoklamak zorunda olmaktan hoşlanmıyorum. Ay göbeğim, ay kıçım, ay bilmem nerem demek ve bundan dolayı komplekslenmek istemiyorum. Ve evet. Bunu moda dünyasının bir komplosu olarak görüyorum. Kadınları maddi manevi yok etmek isteyen homoseksüel modacıların menfur bir planı..
Sonsuza kadar devam edilebilir alt anlam, üst anlam, sağ anlam, sol anlam yoklamalarına..
Peki ama bu doğru mudur? Alt anlamlar var diyelim, kimin, hangi reklamın yok? Reklam reklamdır ve kaşıyacağı bir kompleks, bir yara mutlaka vardır.. Neden bu kadar yaralıyız da her şey ha bire bir taraflarımızı kaşıyor, işte esas problem bu..
Vatan, 28.5.2007
|
Tuğçe BARAN
29.05.2007
|
|
|
Bu sözlerin sahibi kim? |
“Bu ülkenin silahlı kuvvetlerinin, bu devletin içindeki yeri nedir? Silahlı Kuvvetler millet iradesinin üstünde değil, millet iradesinin emrindedir.
Türkiye’nin müesseseleri yerlerini, görevlerini, yetkilerini çok iyi anlamış olsalar, hiçbir problemimiz olmaz. Ama kurumlar kendiliklerinden kendilerine yer, görev, yetki farz ederlerse o zaman curcuna başlar. Bizim devletteki sıkıntılar da oradan geliyor.
‘Efendim, İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesine göre...’ İyi ama o kanunun bir de 43. maddesi var. 35. madde ‘Cumhuriyeti korumak ve kollamak’ derken, 43. madde ‘siyasetle uğraşmayın’ diyor. Aynı kanunda 35. maddenin öyle anlaşılamayacağı yazılı.” “Türkiye bunları alkışladığı için müdahaleler oluyor. Sonra da zararını çekiyor. Bunlar açık açık tartışılmıyor da. Benim çırpınmam odur. Gelin hiçbir kötü niyete kapılmadan, kimseyi kötülemeden, bunları tartışalım.”
“TSK’nın yeri, görevi, yetkisi çok iyi tayin edilmeli. Bakınız bugün TSK’nın kime bağlı olduğu dahi muallaktadır. Anayasa Başbakana karşı sorumludur der. “Bağlıdır” demez. İşte bu da bizim devletin büyük meselelerinden biridir...”
Bu sözlerin sahibi kim olabilir sizce? Kim olacak, anlı şanlı Türk büyüklerinden Süleyman Demirel. (...)
( Bkz. Süleyman Demirel, İslam, Demokrasi, Laiklik s.120)
Bugün, 28.5.2007
|
Mehmet METİNER
29.05.2007
|
|
|
|